Çağdaş Ertuna

Çağdaş Ertuna

cagdas.ertuna@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Amsterdam’dan Zürih’e gidilecek. Uçakla 1-1,5 saat sürüyor. Trenle 12 saat. Hangisini seçersiniz? Biz treni seçtik, hem macera olsun, hem uçak olmasın, hem de nasılsa gece uyuruz diye.
Buradaki trenler süper konforlu. İki kişilik vagonda ranza, tuvalet, duş, oturma grubu bile bulunuyor. Daha önce anlattığım Schiphol’deki tasarım otel Citizen M’in odaları kadar büyük çift kişilik vagon.
Trende mum ışıklı romantik bir restoran ve bar da var. Hareket eder etmez herkes bu restorana koşuyor. Mönüde yok yok. Bar çok hareketli, ama vagonda da 24’ün yeni bölümleri bizi bekliyor.
12 saat çufçuf gidiyorsunuz. Tren gece yarısı o kadar hızlanıyor ki uyku muyku kalmıyor. Cin gibi oluyorsunuz. Hem gürültüden hem hızdan. Trenden indikten sonra daha epey sallanmaya devam ediyorsunuz, tekneden inmiş gibi oluyorsunuz.
Sabah tam tren sakin sakin gitmeye başlamışken, siz de uykuya dalmak üzereyken kapınız çalıyor ve kahvaltınızı getiriyorlar.
Dönüşte trene biniyor muyuz? Hayır, bir 12 saatimiz daha yok, ama olsa kesin trene binerdik.


Hayatı kolaylaştıran adam
Bilmediğiniz bir ülkede, bilmediğiniz bir dilde, bilmediğiniz bir hastanedesiniz. Amsterdam’da tam 12 gün geçiyor.
THY Güllüoğlu baklava dağıtıyor, hasta yolcuları ziyarete imamlar geliyor. Anladınız manzara epey karışık.
İşte böyle zamanlarda eliniz, ayağınız olacak birilerine ihtiyacınız var. Gerektiğinde dili konuşacak, derdinizi anlatacak, gerektiğinde aradığınız şeyleri nereden alacağınızı söyleyecek, hatta sizi alıp da oralara götürecek birileri gerekiyor.
İşte Koray tam da böyle biri. Amsterdam’da yaşayan Türk bir taksi şoförü. Amsterdam ondan sorulur havasında.
Hastanenin önüne arabayı çekebilmek için kapıdaki mikrofona taksi demek gerekiyor, o herkesi bu kadar zor günlerde biraz da olsa güldürebilmek için kapıdakilere her seferinde Tahsin diyor. Hollandalılar taksi anladıkları için kapı anında açılıyor. Tahsin’i duyunca herkeste hafif bir gülümseme oluyor.
Arabada Issız Adam’la yeniden meşhur olan Nil Burak şarkıları çalıyor. Havasındaysa Demet Akalın’a geçiş yapabiliyor.
Hastanenin kafeteryasında sandviç yemekten bittiğinizde sizi alıp Türk mahallesine götürüyor. Bir Tat diye küçük bir Türk lokantasında mercimek çorbası içiliyor, sonra doğru hastaneye dönülüyor. Yolda kâh şehir rehberliği yapıyor, kâh Amsterdam’a turneye gelen ünlüleri anlatıyor. Favorisi Candan Erçetin. En kaprisli de Murat Boz diyor.
Buradaki bütün kapıları tatlı diliyle açıyor. Sanki aileden biri gibi. Buradaki hayatı kolaylaştırıyor.


Deniz Seki’nin hakkı yok mu?
Cengiz Semercioğlu, Kelebek’te geçen cuma günkü yazısında Deniz Seki’nin hapishane fotoğrafları ile ilgili merakımı gidermiş.
Haberturk muhabirinin hapishanedeki kadınlarla ilgili bir haber yapmak için izinli olarak orada olduğunu, Deniz Seki’nin de o gün tesadüfen oraya getirildiğini, bunu gören muhabirin de cep telefonuyla habersiz fotoğraf çektiğini anlatıyor. Haber muhabirin ayağına gelmiş yani.
Buraya kadar bir sorun yok gibi gözüküyor. Ancak ben asıl şunu merak ediyorum, hapishanedeki kadın mahkumlar ile ilgili haber yapılırken, fotoğraf çekilirken sadece hapishane yönetiminden izin almak yeterli mi? Mahkumlardan izin alınıyor mu? Deniz Seki ya da başka bir mahkumun devlet güvencesi altında olan hapishanelerde izinsiz fotoğrafı çekilebilmeli mi? Bu durumda Deniz Seki hapishaneye kendisini korumadığı için dava açabiliyor mu? Yasal hakkını bilmem, ama insanlık hakkı olmalı diye düşünüyorum.

Yataklı trende 12 saat
20 mimardan 20 ev
Icon, Living Etc. ve Country Homes dergileri ne yazık ki ekonomik krize dayanamadı ve kapandı. Dekorasyon dergilerinin ardı ardına kapandığı bir dönemde hâlâ güzel şeyler de olması sevindiriyor, umut veriyor.
Elle Décor’un bu ayki hediyesi ‘20 mimardan 20 ev’ gerçekten saklamalık bir kitap. Eren Yorulmazer’den Dara Kırmızıtoprak’a birçok ünlü mimarın imzasını taşıyan evlere bakıp kendi eviniz için de fikir edinebilirsiniz. Esinlenmek de serbest. Dekorasyon meraklılarına tavsiye ederim.