Moda artık sadece bir semt adı değil. “Moda’da oturuyorum” demek artık daha çok şey ifade ediyor. Üzülmeli mi, sevinmeli mi tartışılır, ama Moda yeni Cihangir olmuş durumda
Reklamcılar, gazeteciler semti değiştiriyor
Son zamanlarda birçok arkadaşım Moda’ya taşındı. Bazısı burada her şeyden uzak yeni bir hayat kurmak istedi, bazısı Avrupa Yakası’ndan sıkılıp Anadolu yakasındaki çocukluğuna, evine dönmek istedi.
Geçen gün onları ziyarete gittiğimde Melis Danişmend’le de sohbet etme fırsatım oldu. “Reklamcılar, gazeteciler taşınmaya başlayınca semtler değişim geçiriyor. Cihangir’e nasıl önce reklamcılar ve onları gören oyuncular, sonra gazeteciler geldiyse şimdi de Moda’ya akın ediliyor” dedi.
Melis haklı, Moda’da şimdi Modalılar dışında yeni bir kitle var. Nasıl olmasın ki?
Tatil yeri gibi
Nişantaşı sınırlarından sonra Moda’da kendimi tatilde gibi hissettim. Vapurdan inip yürümek, Cibalikapı Balıkçısı’nda rakı balık yapmak, perili köşk gibi duran tek tük kalmış eski köşklerin etrafında dolaşmak bende İstanbul sınırlarından çıkmışım ve huzurlu bir tatile kavuşmuşum hissi yarattı. Üstelik vapurla, dolmuşla şehir merkezine ulaşım da çok kolay.
Moda’da saatlerce çay bahçesinde oturabilir, yine saatlerce ‘Koço mu Cibalikapı mı?’ tartışmalarına katılabilirim.
Gecenin devamı Barlar Sokağı’nda
Gecenin sonu belli, Barlar Sokağı’na Karga’ya ya da Arka Oda’ya gidilecek. Kadıköy Barlar Sokağı aynı Bodrum’un eski Barlar Sokağı tadında. Nişantaşı’nda Atiye Sokak’a da ‘Barlar Sokağı’ diyoruz ama burası Atiye Sokak gibi bir yer değil. Moda’nın da Kadıköy Barlar Sokağı’nın da kalabalığı hoşuma gidiyor. Tabii bunda yanımdaki arkadaşlarımın etkisi de çok. Burada çok huzurlu yaşanır diyorum. Ve Moda’nın Cihangir’e dönüşmemesini umuyorum.
Neyse ki dönemler hızlı geçiyor, dönüşse bile Moda kısa zamanda toparlanır. Ve işte o zaman sadece bir semt adı olarak daha çok şey ifade edebilir.
KiTAP FUARI’NA NEDEN GiTMiYORUM?
Çocukluğumda en sevdiğim şeylerden biriydi TÜYAP Kitap Fuarı’na gitmek. Şimdi herkes “O zaman fuar çok küçüktü” diyor ama bana o zamanlar çok büyük gelirdi. Büyük yazarlar, büyük yayıncılarla orada tanışır, eve taşıyamadığım kadar çok imzalı kitapla dönerdim.
Şanslıydım, annem babam sayesinde Kitap Fuarı’nı Doğan Hızlan gibi bir duayenle gezerdim. Doğan Hızlan sayesinde Salah Birsel’den Erdal Öz’e önemli isimlerle tanışırdım. O zaman “Büyüyünce ne olacaksın?” diye soranlara “Yazı yazmak istiyorum” derdim. Kitap Fuarı’nı her yıl daha da heyecanla beklerdim.
Keşke şimdi de öyle heyecanla bekleyebilsem... TÜYAP Kitap Fuarı şimdi Beylikdüzü’nde. İstanbul trafiğinde gidiş dönüş için en az 3-4 saati gözden çıkarmak gerekiyor. Otoparkta 45 dakika yer arayanlar olduğunu biliyorum. Evet, Taksim’den kalkan servisler var, ama doğrusu o şehirlerarası yola ne zaman döneceğine kendin karar veremeden çıkmak göze alınır bir şey değil.
Bütün bunların yanı sıra şimdi TÜYAP Kitap Fuarı denince popüler isimler öne çıkıyor. Eee, o isimler zaten Seda Sayan’ın şovundan D&R’daki imza gününe kadar birçok yerde karşımızdalar ve çoğu beni heyecanlandırmıyor. Şehirde çok iyi kitapçılar varken, saatlerce trafikte kalmayı benim gözüm yemiyor. Ya ben çok büyüdüm, ya da şehir...
‘GAME OVER’
Bilgisayar oyununda gibiyiz. Sürekli önümüze engeller çıkıyor. Birinden kaçarken birine yakalanmak an meselesi. Bir şeylere çarpmamak için, can vermemek için sürekli kaçışı-yoruz. Facialar atlatılıyor, büyük acılarla, büyük hasarlarla. Canlar kaybe-diliyor, bazen ‘Bir canınız kaldı’ yazıyor, bazen ‘game over’ oluyor. Ama biz hâlâ hiçbir şey olmamış gibi seviye atlamaya çalışıyoruz. Biliyoruz ki ‘level’ atlamadan kurtuluş yok.
Van Depremi’ne mi, 5,6’yla kaybettiklerimize mi, Cem Emir ve Sebahattin Yılmaz’a mı, yardıma gelen Japonlara mı, depremden kurtulup çadırda donanlara mı, yoksa karşıdan karşıya geçerken hayatını kaybeden Erdal Büyük’e mi üzüleceğimi şaşırdım. Hepimiz aynı durumdayız. Ne yazık ki söyleyecek bir şey yok. Başta ailelerine ve yakınlarına olmak üzere geride kalanlara sabır dilemekten başka...