Çağdaş Ertuna

Çağdaş Ertuna

cagdas.ertuna@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Sırf usta bir yönetmenin ödüllü eseri diye cumartesi akşamını uzun ve depresif bir filmle kendinize zehir etmeye değer mi? Hayır, Nuri Bilge Ceylan’dan bahsetmiyorum, konumuz Lars von Trier ve son filmi ‘Melankolia’. Size tek tavsiyem: Kaç, kaç, kaç!

YILIN EN RAHATSIZ EDiCi FiLMi

Cumartesi akşamı Filmekimi hevesiyle sinemadayız. Daha önce merak ettiğimi yazdığım filmlerden biri için. Ne gelirse başa, fazla meraktan geliyor işte. “Ben ettim, siz etmeyin” diye bu bir uyarı yazısı aslında. Filmin adı ‘Melankolia’ ve evet, adının hakkını veriyor. İçiniz sıkıldıkça sıkılıyor. Üzerinizden kamyon geçmiş gibi oluyorsunuz. Yanımdaki 3 kişiye yalvaran gözlerle bakıyorum, “Hadi çıkalım mı artık?” Aslında üçü de çıkmak istiyor, ama “Bari birinci bölüm bitsin” diyorlar. Bir yerde belki döner, bir şey olur beklentisiyle izlemeye devam ediyoruz, ama ben o kadar sabırlı değilim. ‘Siyah Kuğu’da da gerilmiş ve “Zaten hayatta bu kadar gerilecek şey varken bir de niye bunu çekeyim?” deyip yarıda çıkmış biriyim. Şimdi de aynı duygular içindeyim. Ne gerek var bu cumartesi işkencesine?

Haberin Devamı

Yönetmeni bile beğenmemiş
‘Melankolia’, Lars von Trier’in filmi. “Dünyanın sonu hakkında güzel bir film” demiş yönetmen önce. Sonra da “Benim çok beğenmediğim bir film oldu, çünkü görselliği Hollywood filmlerine benzedi” demiş. Biliyorsunuz, yönetmen talihsiz açıklamalarıyla da ünlü. Cannes Film Festivali’nde yapılan basın toplantısında Alman kökeni sorulduğunda “Evet ben bir Nazi’yim. Hitler’i anlıyorum” dedi. Bunun üzerine Kirsten Dunst onu susturmaya kalktı, niye diğer rol arkadaşlarının bir şey yapmadığını da sonradan eleştirdi. Yönetmene bu açıklamaları yüzünden zorla özür dilettiler, konu çok uzamadı. Ama yine de festivalde filmden ve Kirsten Dunst’ın bu rolüyle En İyi Kadın Oyuncu ödülü almasından daha çok konuşuldu.

Penelope Cruz ucuz kurtulmuş!
Gelelim filmin konusuna. Hem drama hem bilim kurgu nasıl olur diye merak ediyorsunuz önce. İki kız kardeşin ilişkisi, ve kardeşlerden birinin düğünü sırasında dünyaya
Melankolia adlı gezegenin çarpmak üzere olması ve dünyanın sonunun gelmesi. 1 düğün ve
1 cenaze, hem de bütün gezegenin cenazesi.
Dünyanın sonuyla ilgili diğer filmlerden kesinlikle farklı. Daha yorucu ve yüzleştirici. Yönetmenin daha önce geçirdiği depresyonu anlatarak kendi kendine terapi uyguladığını söyleyen de var, bunu depresyonun devamı olarak gören de.
Gelin Justine’ı Kirsten Dunst, kızkardeş Claire’i Charlotte Gainsbourg ve Claire’in kocasını Kiefer Sutherland oynuyor. Aslında Kirsten Dunst’ın yerinde başrolde Penelope Cruz olacakmış, ama Cruz son anda ‘Karayip Korsanları’yla çakıştığı için filmden çekilmiş. Kanımca kendisi için iyi de olmuş.

Haberin Devamı

Bu bir uyarı, özetle başlıyor
Filmin açılışında uzun bir özet bölümü var. Sonuna kadar dayanamayacaklara bir uyarı aslında. Sanki “Bu özeti izlerken başınıza geleceklere hazırlıklı olun, bakın film bu, bunlar olacak, dayanamazsanız çıkın gidin” diyor. Özette insanı en çok etkileyen şey görüntülerin ve müziğin güzelliği. Ona gerçekten laf yok. Ama ilerleyen sahnelerde fazla sallanan kamera rahatsız ediyor.
‘Festen’i hatırlatıyor
Film mutlu başlıyor, gelinle damadın düğünlerine gidişiyle. Asla kötü bir şey olamaz gibi geliyor. Sonra bir ölümcül
hastalık gibi yavaş ve sinsi
ilerliyor. Düğünde aile arızaları ortaya çıkıyor. Thomas Vinterberg’in ‘Festen’ini hatırlatıyor ama onun yanında zayıf
kalıyor. Gelinin annesinin düğünün ortasında evlilik hakkındaki negatif konuşmaları ve “Devam ettiği sürece tadını çıkar” tavsiyesi gülümsetiyor. Yine de gelinin depresifliği içinize işliyor.

Haberin Devamı

Depresif çıkmamak mümkün değil
Yönetmenin Kirsten Dunst’ı seçmesinde Dunst’ın 2008 yılında hastaneye yatıp uzun bir depresyon tedavisi görmesi de etkili olmuş. Röportajlarda bu konu açıldığında Kirsten Dunst son derece politik konuşuyor. “Depresyon zor bir konu. Herkesin yaşayabileceği bir şey, kesinlikle ayıp değil ama bu benim özel hayatım ve bunu konuşmak istemiyorum” diyor. Filmde Dunst’ın oyunculuğu kadar gelinlikten fışkıran göğüsleri de dikkat çekiyor.
Bu filme ne kadar mutlu mesut girseniz de 130 dakikanın sonunda depresif çıkacağınıza garanti veririm. “Bu film olsa olsa iyi bir fotoğraf sergisi olurdu” diyen sinema eleştirmenleri var. Siz yine de “Yok, bana bir şey olmaz” diyorsanız, buyrun izleyin. Ama bence bu filmin en güzel yanı, neyse ki her şey gibi bunun da bir sonu var! Hatta yanınızda sizi
ayıplamayacak, gerçekten anlaştığınız kişiler varsa bu sonu beklemeden koşar adımlarla
sinemadan kaçmak da mümkün.

YILIN EN RAHATSIZ EDiCi FiLMi

24 YIL SONRA ÖLDÜREN CAZiBE
‘Öldüren Cazibe’de başrolü paylaşan Michael Douglas ve Glenn Close özel bir çekim için 24 yıl sonra bir araya geldi. Bu kez tavşanın hayatı tehlikede olmasa da gergin duruşu fotoğraf karelerine yansıdı. 1987 yapımı filmde Douglas tek gecelik bir ilişki yaşadığı kadının tehditleriyle hayatı kabusa dönen bir avukatı canlandırmıştı.
Bugün 64 yaşında olan Glenn Close senaryoyu okurken kafasındaki tek soru işareti tavşanın başına gelenler olmuş. Usta oyuncu filmde rol alıp almamayı uzun süre düşünmüş. Sonunda çareyi psikiyatra danışmakta bulmuş. Douglas “Kötü karakteri o kadar iştahla canlandırdı ki seyirci onun ölmesini istedi. Yoksa yarım kalacaktı” diyor.