Cadde “Deniz, bir gün çekip gidebileceğimin simgesi”

“Deniz, bir gün çekip gidebileceğimin simgesi”

22.03.2012 - 01:00 | Son Güncellenme:

Yeni kitabı ‘Yaşadığım İstanbul’ vesilesiyle konuştuğumuz Selim İleri, şehrin eski halini sevgiyle anıyor ama bugününden de şikayetçi değil: “Doğup büyüdüğüm, 60 yıldır yaşadığım İstanbul’dan şikayet edemem. Hiç değilse anılarım yeter bu kenti sevmeye. Hem upuzun bir şikayet listesi çıkarsam ne işe yarayacak ki?”

“Deniz, bir gün çekip gidebileceğimin simgesi”

Selim İleri’nin yeni kitabı ‘Yaşadığım İstanbul’, okuyucuları şehirde bir zaman makinesine bindiriyor. Menekşe bahçeleriyle kaplı Mecidiyeköy, bostanlarıyla Langa, tarihi dokusuyla Kocamustafapaşa ve Cerrahpaşa gibi semtler rota dahilinde. Ama en çok da Boğaziçi... Yan koltuğunuzda bazen Safiye Ayla, bazen Orhan Gencebay; bazense Yahya Kemal veya Abdülhak Şinasi Hisar oturuyor. Resimle, müzikle, edebiyatla dolu anektodlar, okuma zevkini ikiye katlıyor. Yazar Selim İleri, çok sevdiği İstanbul’u bir kez daha okuyucusuyla paylaşıyor.

İstanbul kitabı yayımlama fikri nasıl doğdu?
İstanbul yazılarım 1980 sonrasında Hürriyet’te, Milliyet’te, Cumhuriyet’te, bazı dergilerde yayımlandı. Birkaç yıldır da Zaman’da sürüyor. Okurun ilgisini çekti. İlk kitap ‘Yıldızlar Altında İstanbul’ öylece ortaya çıktı. Sonra arkası geldi.

Kadıköy’de büyüyüp Cihangir’e taşındığınızı anlatıyorsunuz. Bugünkü Cihangir’le eski Cihangir arasında ne gibi farklılıklar var?
Çocukluğumun, ilkgençliğimin geçtiği Cihangir, yapıları aynı olmakla birlikte, orta halliler semtiydi. Rum yurttaşlarımız, 6-7 Eylül felaketine kadar çokçaydı. Olumlu anlamıyla kozmopolit bir doku söz konusuydu. Bugünkü Cihangir bir sanatçılar odağı sayılabilir.

“Ben ve ben yaştakilerin İstanbul macerası, belki de, sürekli ‘değişen’ İstanbul’a tanıklık. 60 yıla varan tanıklık” diyorsunuz. Bu 60 yılda yitip giden ve sizin özlemini çektiğiniz bir şey var mı?
Yitip giden çok şey var. Mesela İstanbul bir plajlar kentiydi. Kıyıları plajlarla dolup taşardı. Söylemem gereksiz, deniz tertemizdi. Galiba o plajları çok özlüyorum, hele plaj gazinolarını...

“Azınlık yurttaşlarımızın ayrılışıyla, İstanbul birçok rengini kaybediyordu” demişsiniz. Azınlıkların yaşattığı ama şimdi kaybolan bir geleneği anlatabilir misiniz? Bugün o renkleri hissedebileceğimiz bir semt kaldı mı?
Belki en güzel ve etkileyici gelenek bayram tebrikleriydi. Bazen Paskalya’yla Şeker Bayramı aynı günlere rastlardı. İşte Cihangir’deyiz, 6-7 yaşlarımdayım, komşumuz terzi madam bize gelmiş ya da biz ona gitmişiz. Kırmızı yumurtalarla badem şekerleri kardeş! Bunların yaşandığı semtler kaldı mı, kim bilir. Belki Samatya’da, Yedikule’de, bir ölçek Pangaltı’da, Kurtuluş’ta. Fakat dediğim gibi, belki...

“Neyse ki kendini koruyan İstanbul var” diyorsunuz. Semt olarak kendini koruyan bir İstanbul var mı? Sokaklarından geçerken kendinizi yıllar öncesinde hissettiğiniz bir semt, bir adres...
Yazık ki yok. Tarihi bir kent olan İstanbul, her gün tarihinden bir şeyler kaybediyor. Langa, Cerrahpaşa, Kocamustafapaşa demek istiyorum ama oraları da değişti. Langa’nın son 1-2 bostanına yıllarca hayranlıkla baktım; Nazmi Ziya’nın resimlerindeki bostanlar yerli yerinde diye sevindim. Derken onlar da sona erdi. Geriye, “Keşke bir adres verebilseydim” demek kalıyor.

Haberin Devamı

“İstanbul artık egzoz kokuyor”
Kitapta kokulardan da söz ediyorsunuz. 50’li, 60’lı yıllardaki ağaçlar, çiçekler, aktardan gelen kokular... O zamanki İstanbul nasıl kokardı, şimdiki nasıl kokuyor?
İstanbul bahar kokardı. Bazı roman adları geliyor aklıma: ‘Erikler Çiçek Açtı’, ‘Leylakların Altında’, ‘Sarmaşık Gülleri’, ‘Bülbül Yuvası’... Bugünkü İstanbul’da hangimiz böylesi bir roman adı yakalayabiliriz? İstanbul artık egzoz kokuyor.

“İstanbul’un simgesi belki de Sultanahmet Camii’nin tarihi görünümü” diyorsunuz. Sizce hâlâ öyle mi? Yoksa yerini başka bir yapı ya da görünüm mü aldı?
Gözlerimi kapayınca öyle. Gözlerimi açınca, o görünümün, o silüetin insafsızca ortadan kaldırılışı! Beşiktaş’tan Kadıköy vapuruna binin, gökdelenleri seyredin. İstanbul bugün o görünümdür. Sıfatlandırmayı size bırakıyorum.

Şehrin önemli noktalarının tarihini anlatıyorsunuz ama bu tarih, araştırarak elde edilebilecek kolay bilgilerle şekillenmiyor... Sizin kaynağınız nedir?
Asıl kaynağım galiba zorunlu bir İstanbul dikkati. Okumalarda, dinleyişlerde İstanbul’a dair iki satırı, iki cümleyi bile kaçırmamaya çalışıyorum. Anılar, yaşantılar, sonra resimler, geçmiş zamanlardan kalma peyzajlar, siyah-beyaz Türk filmleri çokça besliyor. Hatta şarkılar... Safiye Ayla’nın yorumuyla, ‘Menekşelendi Sular’, Sadettin Kaynak’ın bestesi, mesela ne kadar İstanbullu bir şarkıdır!




“Topkapı Sarayı sırlarla dolu”

İstanbul olmasaydı nerede yaşamayı tercih ederdiniz?
Bir başka deniz yöresinde. Hiçbir zaman gidemesem de, deniz hep bir gün çekip gidebileceğimin simgesi.

İstanbul’da yaşamanın en zor tarafı nedir sizce?
Şehrin bir yerlerinde Amerika’nın en lüks yaşantısı, bir yerlerinde en müthiş yoksulluklar, yoksunluklar... Buna tanık olmak.

Bugün şehre dair şikayetçi olduğunuz bir konu var mı?
Doğup büyüdüğüm, 60 yıldır yaşadığım İstanbul’dan şikayet edemem. Hiç değilse anılarım yeter bu kenti sevmeye. Hem upuzun bir şikayet listesi çıkarsam ne işe yarayacak ki?

İstanbul’da vazgeçemediğiniz adresler, kaçtığınız yerler var mı?
Adresler hemen hep aynı. Gittiğim yerler, diyelim ki lokantalar, tutucuyum bu konuda. Asmalımescit’te ‘Yakup’, Arnavutköy’de ‘Vira Vira’, Kuruçeşme’de ‘Park Fora’. Yıllar önce değerli Yıldız Kenter götürmüştü, Sarıyer’de ‘Aquarius’, hele mor salkımlar açtığında... Topkapı Sarayı Müzesi benim için hala sırlarla dolu. İstanbul’un bütün limonluklarını çok seviyorum. Fenerbahçe’den geçerken ‘Villa Mon Plaisir’in dört mevsim panolarını azıcık seyretmek beni büyülüyor.

Bugünlerde gündemde olan İstanbul projeleri hakkında düşünceleriniz nedir?
Haydarpaşa için düşüncelerimi vaktiyle yazmıştım. Kimsenin umuru olmadı. Ben de düşüncelerimi kendime saklamayı usul usul öğrendim.

Unutulmaya yüz tutmuş ve hatta bazıları ne yazık ki unutulmuş Türk edebiyatının yazarlarını sizin sayenizde keşfediyoruz.
Sağ olun. O yazarlarımıza gönül borcumuz ödenecek gibi değil. Mesela Abdülhak Şinasi Hisar’ı birileri okusaydı, özümsemiş olsaydı, Boğaziçi’nin koru sırtlarına o korkunç yerleşimler yapılabilir miydi? Bir gecede yok edilen korular... Sonra aynı kişiler Osmanlı minyatür sanatına hayranlıklarından söz açarlar. Bir kez olsun o minyatürlerdeki Boğaziçi’ni gerçekten görselerdi...

Bugün bu röportajı okuyanlara eski İstanbul’un dokusunu hissedebileceği bir kitap ve yazar önerebilir misiniz?
İstanbul’u öykülerinde harikulade kaleme getirmiş Sevim Burak ve onun ‘Yanık Saraylar’ kitabı.


TEK CÜMLEYLE...

Kadıköy Çarşısı: Çok şükür, yarısı hâlâ duruyor.
Şifa: Ta ucuna gidip bir köşk damındaki horoz rüzgargülüne bakmaktı Şifa.
Langa: ‘Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak’ı yazarken ne çok gece sokaklarında tek başıma dolaştığım semt.
Samatya: İmparatoriçe Eireni acaba sahilinde dalgaların uğultusunu dinledi mi?
Yedikule: Büyük usta Necatigil’in aynı adlı şiirinde yaşıyor.
Yıldız Parkı: Babamla gezintilerimiz...
Beyoğlu: Artık yerinde yeller esen Franguli’nin camekanında bir çift zümrüt küpe, siyah kadifeler ortasında.
Mecidiyeköy: Gelincik tarlası kırlarından bir zamanlar geçmiştim.