Cadde “İsmail Dümbüllü’nün kavuğu bende!”

“İsmail Dümbüllü’nün kavuğu bende!”

15.06.2012 - 21:49 | Son Güncellenme:

Emektar oyuncu Rauf Altıntak, Türk tiyatro tarihine yön veren isimlerden biri...

“İsmail Dümbüllü’nün kavuğu bende”

Muhsin Ertuğrul’un bizzat kendisine verdiği talimatla, geleneksel Türk tiyatrosunu yaşatmaya çalışan Altıntak, yıllardır süre gelen ‘kavuk’ tartışmasına da değindi: “Vasfi Rıza Bey, kavuğunu 1982 yılında bana teslim etti. Şu an kavuk bendedir!”

Haberin Devamı

* Rauf Bey, biraz gerilere gidelim. Tiyatrocu olmaya nasıl karar verdiğinizi hatırlıyor musunuz?
Hatırlıyorum elbette. Sarıyer Lisesi’nde okurken çocuklara karagöz oynatıyordum. Hatta hiç unutmam, bir keresinde perde tutuşmuştu. Okul numaram 18’di. Okulun müdürü, “18, bizi yakacağına ‘tiyatoracı’ ol da kendini yak!” demişti. O zaman yarı zamanlı konservatuarlar vardı Ankara’da. Oraya göndermiyorlardı beni. Ailenin tek çocuğuyum, nasıl göndersinler? Neyse sınava girdim nihayetinde ve Şehir Tiyatrosu’na alındım.

* Şehir Tiyatrosu’nun başında kim vardı o zaman?
Muhsin Ertuğrul’un eline geldim ben. Bir de Vasfi Rıza Zobu vardı. İlk öğrencilerdi onlar. Türk tiyatrosunda okul-tiyatro oluşumunun ilk öğrencileri... Sonra şehir tiyatrosunun ayrılmaz ikilisi oldular. Muhsin Bey, Vasfi Bey’in de hocasıydı. Onları birbirine rakip görür insanlar, halbuki hiç öyle değildi. Kimseye çaktırmadan, şehir tiyatrosuna bir şey olmasın diye bayrağı birbirlerine devrederlerdi. O zaman bugünkü gibi sahipsiz değildi tiyatro. Çocukları gibi sahiplenirdi insanlar.

* Muhsin Ertuğrul’u en çok hangi yönüyle hatırlıyorsunuz?
Muhsin Hoca, hem çağdaş Türk tiyatrosunun hem de geleneksel Türk tiyatrosunun koruyucusuydu. İlk önceleri koruyucu olmadı ama sonra koruması gerektiğinin farkına vardı. “Bizler yanlış yaptık. Batı taklidi tiyatro yaparak özümüzü unuttuk” dedi. Bana da, “Bunu canlandır çocuk” demişti.

* Geleneksel Türk tiyatrosu size teslim edildi yani...
1975’lere kadar geleneksel Türk Tiyatrosu diye bir tabir yoktu. Bu adı Metin Ant buldu. Muhsin Bey, “Tarihi Türk temaşası” demeyi tercih etti, hatta ‘Tarihi Türk Temaşası Topluluğu’nu kurdurdu şehir tiyatrosu bünyesinde. Biz bu oyunları varoşlara götürdük, hayır müesseselerine, okullara, hastanelere... Bursa’da Karagöz’ün mezarı başında oynadık. Çok hizmet verdik. Muhsin Bey, “Yere düşen temaşayı kaldır. Layık olduğu yere koy” demişti. Dümbüllü İsmail, Hayali Küçük Ali, Mazlum Şakrak yüceltti bu işi. Ötekilerse sünnet düğünlerinde yerlere düşürdüler, esnaflığa soyundular.

* Şimdi bu geleneği yaşatmak için neler yapılıyor?
İBB Kültür AŞ’nin, aşağı yukarı 10 senedir hizmet veren Gösteri Sanatları Merkezi var. Eski belediye konservatuarının yerini tutmaya çalışıyor. Kurs ve sertifika veriyor. Burası, yaşayan geleneksel temaşa ustalarını bir araya toplayıp üniversiteyle bağlantılı, geleneksel Türk tiyatrosu temaşa okulu kurmaya çalışıyor. Bir üniversite bünyesinde yer alacak. Son kalmış hocalardan yardım alınacak. Zannediyorum Erol Günaydın da olacak işin içinde. Ben de olmaya çalışacağım.


* Yaşayan eski ustalar bugün ne yapıyorlar?
Geleneksel Türk tiyatrosu, ilgisizlikten sünnet düğünlerine kadar düştü. Ödül ve alkış karın doyurmaz. İş vermeliler. Sanatçıyı iş besler. İş vermedikleri için ustalar biçare kaldı. Bakınız Naşit Bey, Hayali Küçük Ali, Dümbüllü İsmail ihtiyaç içinde vefat etti. Münir Özkul, Nejat Uygur, Erol Günaydın, Tacettin Diker de ihtiyaç içinde.

Haberin Devamı

“Kavuğumu devredecek kimse yok”

* Rauf Bey bir de kavuk meselesi var... İsmail Dümbüllü’nün kavuğu şu an kimde? Bu kavuk nasıl ortaya çıkmış?
Kavuk meselesini anlatayım size... İsmail Dümbüllü, Kel Hasan Efendi’nin çırağıymış. Bizim tiyatromuzda usta-çırak eğitimi vardır. Sanki bir diplomaymış gibi, ustalar çıraklarına kavuk verirler. Kel Hasan Efendi de kavuğunu İsmail Dümbüllü’ye devretmiş. İsmail Dümbüllü bu kavuğu giyip ortaoyunu oynayınca, saygısızlık yapmış gibi hissetmiş ve kavuğunu Behzat Budak’a vermiş. Behzat Bey, Muhsin Bey’i tiyatroya sokan adamdır. Tüm tiyatrocularının babasıdır. O kavukla Behzat Bey oynamış. Sonra da Hazım Bey’e vermiş. Hazım Bey de Vasfi Rıza Bey’e... Peki Vasfi Rıza kime verdi? Bana! ‘Aynaroz Kadısı’nı oynarken, 1982 yılında bana teslim etti. Şu an kavuk bendedir.

* Ferhan Şensoy’daki kavuk kimin o zaman?
Kıyametler kopuyor, Ferhan “Kavuk bende!” diyor. Cem Yılmaz’ı bile bu kapışmaya dahil ettiler. Halbuki işin aslı şudur: 1970’de Genar Tiyatrosu’nda ‘Kanlı Nigar’ oyunu sahneleniyordu. Münir Özkul ve Kemal Sunal bu oyunda rol alıyorlardı. İsmail Dümbüllü’yü de davet etmişler bir gün. O da giderken, bir takke alıp etrafına yemeni sarmış; gitmiş Münir Özkul’a vermiş. O sırada fotoğraflar çekilince, “Dümbüllü İsmail, kavuğunu Münir Özkul’a verdi” diye yazıldı. Halbuki işin aslı; o zaman kavuk Vasfi Bey’deydi. Ben kavuğa 80’lerde sahip oldum. Vasfi Bey, “Biz sırayla bu kavuğu giydik, Musahipzade oynadık. Sen de ‘Aynaroz Kadısı’nı oynuyorsun. Al bu kavuğu giy!” dedi. Ben de haddim olmayarak giydim.

* Siz birine vermeyi düşünüyor musunuz?
Kime vereceğim? Yok ki kimse kavuğu verecek... Benim gibi bu işin hevesli kimse çıkmadı. Ben Vasfi Bey’in dizlerinin dibine otura otura, dizlerini öpe öpe bu işi öğrendim. Usta-çırak ilişkisi budur. Çırak, ustaya hürmet eder. Usta da ne kadar kızsa da öğretmendir.

Haberin Devamı

“Sahnede ‘yahu’ dedim diye azarladılar”

Haberin Devamı

* Şehir Tiyatrosu Harbiye’deki binaya geçtiğinde seyirci gelmiyormuş... Nasıl başardınız seyirciyi çekmeyi?
Orduevi yeni yeni yapıldığı için o taraf boştu. Seyirci gelmiyordu. Ben çıktım kapı önüne, orkestra eşliğinde karagöz oynatmaya başladım. Böylece tüm Harbiye halkı oraya toplandı. Ortada bir tiyatro olduğunu görüp bilet aldılar. Zihni Göktay da geçenlerde söyledi “Rauf, Harbiye Tiyatrosu’nu sen tanıttın!” dedi.

* Bugünün tiyatrosuna bakınca dikkatinizi çeken ne oluyor?

“Tiyatro bir mektebi edeptir” derdi Muhsin Ertuğrul. Örneğin sahnede “Ulan” gibi bir laf, herhangi bir avam söz kullanamazdık. Kullanırsak ceza verirlerdi. “Yahu” bile dedirtmemişlerdi bana. 1983 yılında ‘Aynaroz Kadısı’nı oynarken ağzımdan kaçtı bir akşam. Vasfi Rıza Bey beni azarladı, “Yahu ne demek, yahu deme” demişti. Hocalarımız sahneden terbiye dışı bir laf ettirmezlerdi. Ne kendileri ederdi, ne oyunculara ettirirlerdi. “Burası okul, bizler de öğretmeniz. Seyirciler de öğrenci. Öğretmenler öğrencilerine kötü laf öğretirler mi?” derlerdi. Biz böyle gördük. Ama şimdi böyle değil...