Cadde İSTANBUL’UN ŞAiRi MiMAR SiNAN

İSTANBUL’UN ŞAiRi MiMAR SiNAN

03.04.2011 - 22:50 | Son Güncellenme:

Şehrin her yerinde izini görebileceğimiz Mimar Sinan hakkında sayısız efsane, sayısız hikaye anlatılır. Bestseller kitapların yazarı İskender Pala’nın 1453 dergisi için kaleme aldığı bu yazı da o öykülerden biri... Süleymaniye Camii’nin yapım aşamasında Kanuni Sultan Süleyman ile Mimar Sinan arasında geçenler, okuyucuyu Osmanlı döneminde minik bir gezintiye çıkarıyor

İSTANBUL’UN ŞAiRi MiMAR SiNAN

Ustalar ustası Sinan, şiir okur muydu bilmiyorum. Süleymaniye’yi yaparken Baki, onun bina eminliğini yapmıştı. Osmanlı coğrafyasının dört bir bucağına kondurduğu manzumeleri düşündükçe, ustanın ritmik mimari çizimlerini aruzun ahenginden uzak görmeye yüreğimiz el vermiyor. İhtimal o, altın çağın söz ustalarına bakarak, çıldırtıcı güzellikleri keşfetmekte melekiyet kesbetmişti. Sinan şair olsaydı, onun divanında Selimiye tevhit, Süleymaniye münacat, Şehzade Camii de naat olurdu. Sonra dizi dizi köprüler, imaretler, türbeler, sebiller... Her biri bir gazel tertibinde sayfaları doldurur; ardınca kıtalar, musammatlar, müfretler sökün eder gelirdi. Tezkiretü’l-Bünyan onun eserlerini bir divan tertibinde, şu kadar kaside, şu kadar gazel, şu kadar ruba dercesine sayar: 84 cami, 52 mescit, 57 medrese, 22 türbe, 7 darülkurra, 17 imaret, 3 darüşşifa, 7 su yolu ve kemeri, 8 köprü, 15 kervansaray, 33 saray, 32 hamam, 6 mahzen. 9 Nisan 1588’de 92 yıllık ömrünü tamamladığında Sinan’ın mürettep divanında bu kadar vedia bulunuyordu.
Sinan şair olsaydı ve Tezkiretü’l-Bünyan’ı Nakkaş Mustafa değil de, kendisi yazmış bulunsaydı, ihtimal, orada Baki konuşuyor sanırdık. Ama Sinan yazmayı değil, çizmeyi yeğledi ve ardından, çizimleri hakkında yüzlerce eser yazıldı. Sinan, inşa etmeseydi estetik anlayışımızın bir yanı eksik kalırdı şüphesiz. O taşlar yerine kelimeleri yan yana veya üst üste koyuyor olsaydı adı şiir olan abideler ortaya çıkardı. Ve o abideler ortaya çıkmasaydı nakkaşlarımız, müzehhiplerimiz, hattatlarımız, hakkâklarımız, bu derece mahir olabilirler miydi? O kurmamış olsaydı herhalde semalarımız, sularımız öksüz kalırdı. O inşa etmeseydi, Türk sanatını ve kudretini kim dünyaya hatırlatır dururdu?

Haberin Devamı

“Ahmakların lafına itibar etmeyiniz!”

Bir gün Sultan Süleyman, Mimarbaşı Koca Sinan’ı huzura alıp sordu:
- Bak a mimarbaşı! Şehzadeler güzidesi Mehmet’im için yaptığın cami gibi bir cami de biz arzularız. Ne dersüz?
- Beli hünkarım. Devletinizde her şey yapılmak mümkündür. İlla kulunuzu cihandeğer iltifatınız ve itimadınızdan ırak tutmayasuz.
Birkaç ay sonra Şeyhülislâm Ebussuut Efendi, İstanbul ufkunun en gözde tepesinde bir temele ilk taşı koyuyordu. Adı, ‘Süleymaniye’ olacaktı.
Yıllar akıp geçerken, mimarbaşı bir yandan camiyle meşgul oluyor; diğer yandan ülkenin imar faaliyetlerini yürütüyordu. Meyveli ağaç taşlanır, derler; onu kıskananlar, camiin kubbe kutruna baktıkça ellerine fırsat geçmiş gibi entrikalar döndürüyorlardı. Veziriazam Rüstem Paşa, onun hünkar katındaki itibarını kıskanıyor ve dedikodular yaydırıyordu. Sinan Ağa ise bunlara pek aldırmıyor, çalışanlarına moral veriyordu: “Bu kubbe nice asırlara mukavemet eyler; zira İslam’ın kubbeye yükselen duaları onu tutar. Ahmakların lafına itibar etmeyesiz!”
Sinan, yaptığı esere aşık olmuş gibiydi. Bütün günlerini orada geçirmeye, milimetrelere indirgediği statik hesaplarını tatbike başlamıştı. İçinden,
“Sultanımıza seza eserin, tam ve mükemmel olması gerekir” diye tekrarlıyordu.
Altı küsür yıl böylece akıp gitti. Külliyenin kütüphanesi, medreseleri, hamamı, türbesi, velhasıl bütün müştemilatı tamamlanmıştı. Ancak cami bitmediği için hiçbiri göze görünmüyor, yaşı ilerleyen padişah sabırsızlanıyor, bir an evvel milletine böyle bir abide sunmanın huzurunu yaşamak istiyordu. Öte yandan vezir ve adamları işi iyiden iyiye azıtmışlardı.
“Sinan bu işi başaramayacak, onun için ağırdan alıyor, başka işlerle uğraşıyor” diyorlardı.
Bir gün padişah, apansız çıkageldi. Sinan, mihrap ve minberin tanzimiyle meşguldü. Usta, önlüğünü çıkarıp cümle kapıda etek öptü. Hünkar, hiddetinden alev alev gözlerle sordu:
- Ne için benim camimle mukayyet olmayıp mühim olmayan nesnelerle vakit geçirürsüz? Ceddim Fatih Sultan Mehmet Han’ın mimarı sana numune yetmez mi? Bana, bu bina ne zaman tamam olur, tez haber ver; yoksa sen bilirsin!
O anda Sinan’ın ağzından şu kelimeler dökülüverdi:
- Saadetli hünkarımın himmeti ve duası berekatıyla iki ay sonra tamamdır inşallah!
Yakınındaki kalfaları ve ağaları müdahale ettiler:
- Mimar Ağa, bir iyi düşün. Efendimiz ne der, işitirsin hele?
Sinan, sözlerini tekrarladı:
- İki ay tamam olunca, cami-i şerifiniz dahi tamam olur hünkarım.

Haberin Devamı

Ayasofya’yı gölgede bıraktı
Sinan gerçekten sözünde durdu ve iki ay sonra hünkâra dövme gümüşten bir çift anahtar sundu.
O asrın yarısına kadar bütün dünyanın tek eser kabul ettiği Bizans soylu Ayasofya’yı gölgede bırakan Süleymaniye ibadete açılacak ve 8 Haziran 1557 günü ilk cuma namazı kılınacaktı. O gün muhteşem hükümdar, elinde tuttuğu anahtarları koca mimara uzatırken şöyle diyecektir:
- Berhudar olasın Sinan! Devrimde senin gibi bir mimar yetişmiş olmasından iftihar ediyorum. Bu bina eylediğin Beytullah’ı, duayla yine senin açman muradımdır. Buyur!
Dualar, Sinan’ın şiirsel ahengiyle birleşerek o müstesna kubbede çınlamaya başladı ve kıyamete dek okunacak bir münacat, tamam oldu.
Sinan, o gün 67 yaşındaydı ve geride daha nice mimari beyitler, rubailer, musammatlar yazmak için 31 yıllık ömrü vardı. Tevhit içinse önce II. Selim’in Edirne’ye gelmesi ve deha tuğlalarının estetik ocağında 17 yıl daha pişmesi gerekecekti.
Sinan adı, o günden sonra efsane oldu, eserleri hakkında asırlarca efsaneler anlatıldı. Onlardan en az birini mutlaka siz de biliyorsunuzdur.