Cadde‘Mecburiyetleri’ hep sorguladı

‘Mecburiyetleri’ hep sorguladı

19.01.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:

Erdal Beşikçioğlu, ‘Vali’ filmiyle, ekrandan sonra perdede de Recep Yazıcıoğlu’ndan esinlenen Vali Faruk Yazıcı rolünde. Bir yandan tiyatroda “Bir Delinin Hatıra Defteri”ni oynayan Beşikçioğlu, tıpkı Yazıcıoğlu gibi protokolden hoşlanmayan, kuralları sorgulayan biri...

‘Mecburiyetleri’  hep sorguladı

Gebze’de Sabancı Üniversitesi’ndeyiz. Kapıda tiyatro salonunu soruyoruz, “Erdal Bey’e geldik...” “Erdal Yazıcıoğlu?” diyor güvenlik görevlisi. Ne demeli?
Erdal Beşikçioğlu, Ankara’da bir sezondur büyük ilgi gören tek kişilik oyunu “Bir Delinin Hatıra Defteri”ni oynamak üzere İstanbul’da. 1 saat 25 dakika demir konstrüksiyonun üzerinde inanılmaz bir performans sergileyecek. Ama fark etmez, “Sayın Valim” o. Faruk Yazıcı, bilemedin Erdal Yazıcıoğlu! Popüler olana antipati besleyerek bugüne gelmiş Erdal Beşikçioğlu’nun dışarıya dönük yüzü. “Popüler olan Faruk Yazıcı” diyor, “Ben değilim.”
Kendini bildi bileli kendisine dayatılanı reddeden, ‘mecburiyetleri’ sorgulayan bir adam zaten. Bir memur çocuğu olarak, il il gezerek geçen çocukluğunda bile.
5 Ocak 1970’te Ankara’da dünyaya gelir Erdal Beşikçioğlu. Vakıflar’da genel müdür olan Bahattin Beşikçioğlu ile evin direği, tam bir Osmanlı kadını olan Nesrin Hanım’ın ilk çocuğudur, beş yıl sonra da kızkardeşi Özge katılır aileye.

‘Dikte’den hoşlanmadı
Ankara’da başladığı ilkokulu, Kayseri’de sürdürüp İzmir’de bitirir. Çok dolaştıkları için mahalle arkadaşı olmaz hiç. Bisikletin üzerinden inmeyen bir çocuktur. Bir de “Beyaz Gölge” dizisinin etkisiyle basketbola başlar küçük yaşta.
Ortaokulu İzmir Türk Koleji’nde okur, liseden ise ancak altı senede mezun olabilir. “Bana dikte ile bir şey öğretilmesi hiçbir zaman hoşuma gitmedi.
Niye bunları öğrenmek zorundayım sorusunu sorup da cevap bulamadığımda öğrenmek için hiç çaba sarfetmedim açıkçası” diye anlatır sebebini.
Ortaokuldan itibaren tiyatro olur hayatında. Sahnenin büyüsünü, bir sürü insanın kendisini izlemesini, o güçlü duruşu sever.
Ama meslek olarak düşünemez oyunculuğu bir türlü. Ne kadar muhalif bir adam olsa da etrafındaki “Oyunculuk soytarılıktır” kanısı bir süre elini kolunu bağlar.
Bir de kendisine dikte edilenlerden “Üniversite mezunu olmalısın”a baş kaldıramaz ve sınava girer. Edebiyat yazar, yabancı diller, mühendislik... Sırf üniversite okuması gerekiyor diye. Ama kazanamaz. ;

Plajdan konservatuara
Üçüncü senenin sonunda Çeşme Ilıca plajında boş boş dolaşırken “Ulan hiçbir şey yapamadık, konservatuvara mı gitsek?” diye bir fikir düşer aklına. Önce Dokuz Eylül’ü dener, ardından Hacettepe’yi. İkincisini kazanır. Ve liseyi altı yıl süründüren çocuk, konservatuvardan dört senede mezun olur.
Biraz öğretilenlere ihtiyacı olduğuna inandığından, biraz da daha sınavda göz koyduğu, müstakbel karısı Elvin Beşikçioğlu sınıfın birincisi olduğu için...
Oyunculuk soytarılık filan değildir, bir hayatı algılama ve bunu gösterme biçimidir, aktör politikacıdan daha güçlüdür çoğu zaman, bunu görür. Bir de idealisttir, zaman zaman kendisinin bile saçma bulacağı kadar. Diyarbakır’da tiyatro yapmak ister konservatuvarı bitirince.
İkinci senesinde hayatının kadınıyla evlendiği, bir beş yıl geçirir Diyarbakır’da. Işıl Kasapoğlu ile birbiri ardına Shakespeare oyunları sahneledikleri, tiyatroyla yatıp kalktıkları özel bir dönemdir.

‘Suskun’ kent Ankara
Ve ardından hayatının yine çok ‘özel’ bir dönemi gelir: Hakkari Yüksekova’da 16 ay sürecek askerlik. Sınırda, mevzide, içtimada hep ‘beklemek’le geçen bir buçuk yıl hayatı sorgular durmadan. Ve etkilerinden dört yılda kurtulur ancak.
Ankara’ya döndüğünde sudan çıkmış balık gibidir. Ankara da öğrencilik döneminin Ankara’sı değildir artık. Popüler olana teslim olmuş, daha ‘suskun’ bir kent bulur, hayal kırıklığına uğrar.
Devlet Tiyatrosu’nda “Büyük Romulus”ta oynadıktan sonra içine kapanır. Evde yatamadığı, kapalı mekânlarda daraldığı, zaman zaman arkadaşı Cem Emüler ile dağa çıkıp kamp kurduğu bu dört sene boyunca oyunculuk bir tür memuriyettir onun için.

Tiyatro hep başrolde
Ve bu süreçten kendini toparlamış, dünyaya bir çocuk getirmeye karar vermiş olarak çıkar: Şu an sekiz yaşında olan, ‘son aşkım’ dediği kızı Derin ile hayatı yeni bir anlam kazanır.
Televizyon macerası 2004 yılında Nihat Durak’ın çektiği “Kasırga İnsanları” ile başlar. Sinemada Serdar Akar’ın “Barda”sında ‘kötü adam’ ekibinde boy gösterir, Semir Aslanyürek’in talihsiz “Eve Giden Yol”unda başrol oynar.
Ama tiyatro her zaman başroldedir hayatında. 2005 yılında Murat Daltaban Şehir Tiyatroları’ndan istifa edip Tiyatro Dot’u kurunca, ilk katılanlardan biri Erdal Beşikçioğlu olur. Ankara Devlet Tiyatroları’ndan izin aldığı bir sene boyunca “Aşk ve Anlayış” ile İstanbul seyircisinin gönlünü fetheder.
Bildik kalıpları yıkan tiyatronun, seyircinin sınırlarını zorlayan oyuncusu olarak, okulda kendisine öğretilen her şeyin tersini yapmaktan büyük keyif alır. Buna da hep devam eder, böylelikle oyunculuğu memuriyetten ayırmanın yolunu bulur. Devlet Tiyatrosu’nda sık sık yönetmenlerle itişse bile...

Vali de kafaya dikerdi!
Popüler olanla çatışan adamın şöhret macerası ise 2006 yılında “Köprü” dizisiyle başlar. Önce korkar içi coşan, hep çocuk kalmayı arzu eden bir adam olarak bir valiyi oynamaktan.
Sonra bakar Recep Yazıcıoğlu da öyle biri, dolayısıyla canlandıracağı Faruk Yazıcı da. “E tamam, çözeriz” der, kolları sıvar.
Biraz Erdal’dan, biraz Yazıcıoğlu’ndan katıp ortaya bir Faruk çıkarır ama sonradan olanlara kendi de şaşırır. Çekimler sırasında “Bu adam hep odun kırıyor, biraz bir ağacın tepesine çıkıp kahvesini içsin, kafasını dinlesin” diye bir öneri götürür yönetmen Çağatay Tosun’a mesela. Ve o sahnenin yayınlandığı gün, Recep Yazıcıoğlu’nun kızından bir telefon alır:
“Siz babamın ağaca çıkma sevdasını nereden biliyorsunuz?” diye.
Ya da “Vali” filminin çekimleri için Denizli’deyken resmi bir yemekte devlet erkanı içerisinde çorba içmekten sıkılıp tası kafasına dikmeyi aklından geçirirken, garsondan “Sayın valimiz olsa tası kafaya dikerdi” cümlesini duyuverir...

Sürekli çalışıyor
Kısacası protokolden hoşlanmayan, kuralları sorgulayan bir adam olarak Vali Yazıcı karakterini yakın hisseder kendisine. Dolayısıyla Recep Yazıcıoğlu’nu da... “Sayın valim nasılsınız?” durumuna kendini kaptıracak kadar değil ama...
“Köprü” dizisinin hayatında değiştirdiği tek şey, Ankara’da eşi Elvin Beşikçioğlu ile birlikte açtıkları Dib Sahne. Çok amaçlı bir performans merkezi burası. Halk evleri mantığıyla işleyecek bir tür ‘kent evi’ ya da.
Tiyatro hâlâ başrolde. Rahatlamak için de, dinlenmek için de, hep çalışıyor.
Ankara Devlet Tiyatrosu’nda bir yıldır Cem Emüler’in sahnelediği “Bir Delinin Hatıra Defteri” ile yine sınırları zorluyor.
Zaten sınırlar zorlanmak, kurallar sorgulanmak için değil mi?
Kendini bildi bileli...

EN ÇOK OKUNANLAR

KEŞFETYENİ

İlgili Haberler