Reha Arar

Reha Arar

reha.arar@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bugünkü yazıma Galatasaray’dan başlamak isterim. Lisenin hemen yanı başındaki son yıllarda yenilenen Yapı Kredi Sanat Merkezi ile karşılaşıyoruz. Fuayesinde İlhan Koman’ın sert yüz ifadeli meşhur ‘Akdeniz’ heykelinin önündeyiz. Sanatçı Akdeniz’deki çevre kirliliğine dikkat çekmek istediğinden yüz ifadesini böyle sert yapmış. Sokağın içinde gençlik yıllarımızda Erol Büyükburç’u dinlemek, Aysel Tanju’yu seyretmek için gittiğimiz Karavan Pavyonu yer alırdı.
Gelelim Mısır Apartmanı’na, 1910 yılında mimar Hovsep Aznavur tarafından yapılmış olan bu bina Hidivi Abbas Halim Paşa’nın ikametgahı olarak kullanıldı. Şimdilerde en üst katında bir restoran, diğer katlarında ise sanat galerileri, etkinliklerin yer aldığı çeşitli mekanlar ve Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi’nin lokali de bulunuyor. En önemli ve anlamlısı, ‘İstiklal Marşı’mızın şairi Mehmet Akif Ersoy burada oturdu ve 27 Aralık 1936’da dairesinde vefat etti.

Haberin Devamı

Yöresel garsonlar

İlerisinde 1890’larda İstanbul’da tek olan ve kaliteli içkilerden oluşan bir kavı bulunan Due Fratelli vardı. Hemen karşısında Şanzelize adıyla alt seviye eğlence anlayışı olan bir mekan vardı; eskiden Londra Birahanesi idi. Hizmet eden ilk garsonlar Yunanistan’dan gelmiş, yöresel kıyafetleriyle dikkat çeken hanım ve beylerdi. Daha sonra jazz bar olarak hizmet verdi ve tarih boyunca hep ilgi odağı oldu.
Yanındaki Aznavur Pasajı şehirdeki Art Nouveau tarz mimarinin başarılı örneklerindendir. Bir dönem Jön Türk’lerin sık sık buluştuğu Cafe Commerce, aynı zamanda ekalliyet mensuplarına bilardo hizmeti verirdi.

‘Sonsuza kadar rezerve’

Bu noktada Rejans’tan bahsetmeden olmaz. Burası tam bir buluşma, yemek yeme ve hayatı paylaşma noktasıydı... Son yapılan renovasyon faaliyetlerinden sonra dostum Prof. Dr. Fuat Çelebioğlu ile gitmiştim. O gün gözümün önüne ilk gidişim gelmişti, sene 1964 idi. Atamızın oturduğu masanın ‘Sonsuza kadar rezerve’ ibaresiyle, onun kadehi ve leblebi tabağıyla orada duruşu beni hüzünlendirmişti, kapanması da beni çok üzmüştü. Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün anılarında geniş bir yeri olan bu mekan, modern Türkiye’nin ilk restoranlarından oluşu, 1934 yılında Beyaz Mülteciler tarafından kurulmuş olması ve sert bakışlı, iri yarı belli bir yaşın üzerindeki Rus hanım garsonlarıyla her zaman enteresan olmuştur. 60’lı yıllarda en son kalarak hâlâ göreve devam edenin, Türkiye’yi kendi ülkesi gibi kabul edip Fatma adını alması, ayrı bir renktir... Menüsü de ilk yıllarda İstanbullular’a farklı gelmiştir. Tercih edilen yemekleri arasında kırmızı pancarlı borçka çorbası, Rus salatası, pirocki, Pekin ördeği ve mereng tatlısı, o zamanlar için iddialı seçimlerdi. Şimdilerde bu tatlar biraz daha bizim ağız tadımıza uyarlandı. Yazımın bu bölümünü bu restoranın bir başka müdavimi olan İstanbul’un efsanevi belediye başkanı Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay’ı anarak bitirmek isterim.

Haberin Devamı

İtalyan esintisi

Şimdi sizi Odakule’nin yanındaki Deva Çıkmazı’na götüreceğim. Burada iki numaralı bina 1863’te kurulan İtalyan İşçi Yardımlaşma Derneği’dir. Daha çok İstanbul’da yaşayan İtalyan topluluğundaki fakir fukaraya yardım etmek, bu gruplara çeşitli sanatsal aktiviteler düzenlemek için çalışırlardı. Destek de İtalyan politikasının liderlerinden Garibaldi’den gelmekteydi.
Zaman içinde bu bina, Garibaldi binası olarak anılmaya başlandı. 1900’lerin ortasında bu bina içinde bir bar açılmıştı. Barın diğerlerinden farkı, iki önemli insandı: Birincisi George, aslında Avusturya kökenli olup çok genç yaşta İstanbul’a yerleşmiş bir yiyecek-içecek gönüllüsüydü. Cuma ve cumartesi akşamları mini bir açık büfe yapar, eliyle hazırladığı leziz İtalyan, Avusturya ve Alman yemeklerini sunardı. En tercih edilenler arasında portakallı ördek, ravioli veya değişik bir makarna, meyveli soslu salata, elmalı crumble, krem brüle vardı. Sunumlar hakkında bilgi verip, sohbet ederdi. Kolalı smokin gömleği, ütülü pantolonu ve taranmış saçıyla tam bir İstanbul beyefendisiydi. Gelelim ikinci değerli insana, ona ben ‘Tek kişilik orkestra’ derdim. İsmini hatırlayamıyorum maalesef ancak viyolonseliyle yaptığı sololar hâlâ kulağımdadır.