Reha Arar

Reha Arar

reha.arar@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bu yıl Rodos’un artan bir popülaritesi olduğunu gözlemledim. Ege bölgesine giden misafirler, özellikle uzun hafta sonlarında, Fethiye, Bodrum ve Marmaris’ten günübirlik bu adaya geçiyor. Rodos’a her 5-10 dakikada bir inen uçaklar ve konforlu tur otobüsleri de göze çarpıyor. Zaten etrafta ciddi sayıda Avrupalı turist var. Ne acı ki, bizim sahillerimizde Araplar dışında yabancı turiste rastlamak zor.

BİR RODOS GÜNCESİ

Rodos’un öncelikle tarihi ve korunmuş eserleri dikkat çekiyor. Orta Çağ’dan kalan tarihi binalar ve kiliseler turistler için cazip noktalar. Aslında Akdeniz ve Ege’nin en büyük adalarından biri olan Rodos’ta, güzel bir plajda denize girmek, otantik tavernalarda yemek yemek ve de gerçek Grek müziği dinlemek için en uygun adres, Kremasti kasabası diyebilirim. Eğer gelenekselliğini koruyan bir Yunan köyünü ziyaret etmek isterseniz adresiniz, güney sahilindeki Lardos olabilir.

Haberin Devamı

Bugün size özellikle Lindos isimli kasabadan bahsedeceğim... Merkezin 50 km. uzağındaki bu büyük yerleşim alanı, restoranları, plajları ve amfi tiyatrosuyla hakikaten çok keyifli... Kasabaya gelirken, tepede durup Marmaris Sakartepe misali, aşağıya baktığınızda, bir kartpostal manzarasıyla karşılaşıyorsunuz. Zaten yolun yarısını, çamlar içerisinden geçerek kat ediyorsunuz.

BİR RODOS GÜNCESİ

Şef lokantası Mavrikos

Şimdi gelelim buradaki mekanımıza. Mavrikos, Rodos’un en ünlü şef lokantası ve tarihi 1912’ye dayanıyor. Bugün burayı işleten Dimitri ve Michalis’in dedelerinin kurduğu, 1933’te ana yurdu Lindos’a gelen Vasili’nin restoranı; tarihi kemerler, asma gölgelik ve beyaz örtülü masalarıyla çok hoş. Duvarlarında ödüller, eski seramik tabaklar ve tarihi objeler var. Bütün servis elemanlarının traşlı, tiril tiril beyaz gömlekli ve ütülü pantolonlu olmaları da gözden kaçmıyor. Bana, yıllar önce İstanbul’daki Rum restoranlarını andırdı, Koço ve Todori gibi...

Şef Michalis, İtalya’da yüksek otelcilik eğitimi almış. Lindos’daki bu 60 kişilik restoranda altı lisanda menü bulunuyor. Konsept olarak her yemek, mezeler dahil anında hazırlanıyor. Balık, et ve makarnalar, hani bir tabir vardır ya ‘şefin eli her tabağa değmeli’ diye, işte bu şekilde sunuluyor. Başlangıçlarda balkabaklı tarama istedik, yan masadan ne yediğimizi sordular, söyledik onlar da aynısını istedi. Fakat ne hoş ki, iki ayrı masaya gelen yemeğin süslenme şekli ayrıydı. Yanındaki katmerse nefisti, bana Orta Anadolu köylerinin katmerini hatırlattı. Ardından sızma zeytinyağıyla ateşte çok az çevrilmiş rezene, feta peyniri ezmesiyle servis edildi. Yine başlangıçta yer alan kırmızı soğan ve kaya koruğuyla verilen vatoz mezesini ilk defa tattım.

BİR RODOS GÜNCESİ

Haberin Devamı

Gözümü balıklardan alamadım

Bu arada şefin eğitim aldığı İtalya’dan değişik bir lezzet bizi bekliyordu, sebzeli sübye mürekkepli risotto... Bu tabağı kurutulmuş ince dilimler halinde, limon halkalarıyla sundular. En son gelen, bizim usul pişirilmiş ahtapotlu bulgur pilavıyla mola verme ihtiyacı duyduk. Bu arada, yan masaya giden taze balıkların çiğ olarak üzerinde durduğu tepsiye göz attım. Karagözler, mercanlar, levrek, jumbo karidesler ve deniztaraklarından gözümü alamadım. Hemen şef Dimitri’ye sordum, “Bu balıklar nereden?” diye, cevabı, “Bu bölgeden” oldu. Troller yasaklanınca, balık nesli çoğalmış. Bu arada ithal balık hiç kullanmıyorlar.

Haberin Devamı

Son olarak limonlu soğuk bir krema geldi, sorbeden daha koyu bir kıvamda, evin ikramı olarak. Üzerindeki böğürtlen taneleri ve sosu ayrı bir rayiha vermişti. Bu mekanda abi-kardeş dayanışmasının önemini göz ardı etmek mümkün değil. Uzun yıllardır restoranın şefliğini yapan Yannis Kritikos, aynı zamanda iyi de bir fotoğrafçı... Kendi dükkanı gibi işi benimsemiş, herkese özlediğimiz cinsten sevgi ve saygı gösteriyor tüm ekip.

Tabii bu arada Türkiye özellikle ulaşımı olan adalar için cazip bir potansiyel.

Bundan dolayı bize çok önem verip, yakınlık gösteriyorlar ama sonra ne olur kestirmek mümkün değil...