İstanbul’un tarihi ve turistik karakterlerinden birisi olan Cağaloğlu Hamamı, 1. Mahmut tarafından 1741-1742 yıllarında inşa edilmiş olup, iki bölümden oluşuyor. Hanımlar ve erkekler için ayrılmış bölümlerin de restorasyonu geçen yıl bitmiş ve modern bir ruhla yeniden hizmete sunulmuş. 1991 yılında bir gün yönetim kurulu başkanı Besim Tibuk bana, “Bu ay ki yönetim kurulunu Cağaloğlu Hamamı’ndaki salonda yapalım” deyince doğrusu şaşırdım. Akşam ofisten sonra istikametim Cağaloğlu oldu. Eskimiş ve pejmürde bir halde bulduğumu hatırlıyorum. Son gidişimde ise gerçekten muhteşem olmuş. İçerisindeki 1741 adındaki restoran ise beni çok etkiledi, eminim ki bir gün yine orada Net Holding Yönetim Kurulu’nu toplarız hem de daha çok içimize siner.
1741, genç şefi ve deneyimli servis personeliyle ve en önemlisi değişik özgün dekorasyonuyla gayriihtiyari insanı etkiliyor. Yazları terasta, kışları tarihi doku içerisindeki odalarda ve salonda hizmet veriyor. Tavsiyem, fiyatlarını biraz daha günün şartlarında adapte etmeleri olacak.
Konsept, Türk mutfak deneyimini yaşatmak... Fakat burada şef Durukan Özgen’in bu tatlara kattığı yorumlar ve kullandığı malzemelerin kalitesi dikkatimi çekti. Başlangıçlarda humus, midye dolması, beş değişik peynirle yapılan mercanköşk aromalı Girit ezmesi, yine değişik bir tat olan köz patlıcan, köz biber, köz arpacık soğanı ve köz sarımsakla yaptıkları tabak mutlaka tadılmalı.
Salatalar bölümünde zahterli domates salatası, kuzu ciğeri ve rezeneli soğan salatası 1741’in favorilerinden olacak. Mezelerden şefin imza yemeği keçi peyniri büş-balzamikle yapılan pancar ve gerdan ikilemesi, bir diğer beğendiğim lezzetlerden oldu. Ahtapot ızgara ve badem taratorla ana yemeklerde tiritli kebap veya piruhi denenebilir. Tatlılarda ise boz antepfıstığı ve kavrulmuş bademle yapılan Pepecura’yı ilk defa tattım. Diğer bir tatlı ise lavantalı ve kavrulmuş fındıklı fırın sütlaçtı ki doğrusu bu tatlar birbirine yakışmıştı. Restoran, konusunda deneyimli Tekin Can’a teslim edilmiş. Burada tabi işletmenin sahibi Osman Yitgin’den de bahsetmek gerekir. Otelcilikteki tecrübesini eminim ki burada gösterecektir.
Bana, “En çok neyi beğendin?” diye sorarsanız, “Hem yemeği hem servisi profesyoneldi” diyebilirim ama tabi ki lokasyonun kalbimizdeki yeri ayrı. Tarihi yarımada için bir şans bu tipte restoranlar... Bölgede daha birçok eser var hayata kazandırılması gereken ama malesef kaliteli ‘fine dining’ tesis yok denecek kadar az... Temennim, tarihi yarımadaya yüzümüzü dönmemiz ve tarihi geleneksel yemeklerimizi burada sergilememiz olacaktır.