Sabanur Kıraç

Sabanur Kıraç

skirac@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bitmiyor. Sanki hiç de bitmeyecek. Bu konuda bir şeyler yazmayan bir ben kalmıştım sanırım, alın işte ben de patladım. Patladım ama 71 yaşındaki Halis Toprak’ın 17 yaşındaki Nazlıcan ile evlenmesine değil bu konu üzerinden aşk tartışması yapılmasına! Sonra da lafın “aşk varsa sorun yok”a gelmesine...
Biliyorsunuz herkes yerden yere vurdu kendinden 54 yaş küçük biriyle evlenen Toprak’ı. Mesela Ayşe Arman. Ama ünlü iş adamını savunanlar da yok değildi. Mesela Hıncal Uluç. Sonra bu iki karşıt görüş birbirlerine gönderme yapmaya başladı köşelerinde. Uluç, Arman’ı bu evlilikteki aşkı görememekle suçladı. Arman ise “Ben sordum, kendi âşık değilim dedi” diye yazdı. Yani biri Toprak çiftinin arasında aşk var dedi diğeri yok. Sonra da kendilerine göre aşkın tanımını yaptılar. İşte o noktada koptu bence her şey. Çünkü aşk sözlükten bakılıp ne olduğu anlaşılabilecek bir şey değil. Aşk herkesi aynı siluette bulacak değil... Çünkü aşk ortak noktada buluşabilinecek bir kavram değil!

Birbirini tutmuyor
İddia ediyorum aşkla ilgili tüm yazılarında bu hissi yerlere göklere, kurallara kanunlara sığdıramamalarına rağmen ne Hıncal Uluç ne de Ayşe Arman “aşk” nedir biliyor! Hatta hiç kimse bilmiyor. Hepimiz sadece kendi yaşayış şeklimizle tanımlayabiliyoruz aşkı. Bu yüzden de hiçbirimizinki birbirini tutmuyor. Bu noktadan bakınca da aslında herkes aşkı başka türlü biliyor demek daha doğru olabilir. Mesela Hıncal Uluç elini tuttuğunda içini titreten kadına âşık oluyor, Ayşe Arman ise sevişirken o hissi verebilen adama. Belki 71 yaşındaki Toprak da kendini 17’lik delikanlı hissettiren Nazlıcan’a âşık oldu. Belki kadına değil, ama o kadının gençlik enerjisine. Ya da o kadar genç ve taze bir kadının kendine âşık olabilme ihtimaline. Belki Toprak’a göre aşk bir kadının kendine bunları hissettirebilmesi. Hatta belki de 17’lik Nazlıcan da Halis Toprak’a âşık. Ona ya da onun adına, gücüne, yaşam tarzına veya bir yerlerde hâlâ var olduğunu düşündüğü servetine. Ya da kendini hiçbir yaşıtının sevmediği gibi sevişine. Veya babasında bulamadığı freudsal duygulara...
Şimdi bir düşünelim. Hıncal Uluç’un aşkı tasvir etme şekli daha romantik ve daha kulağa yüce geliyor diye daha az romantik ve daha az yüce bir şeye âşık olan birinin aşkını sorgulayabilir miyiz? Hayır. Bence asıl sorgulamamız gereken aşkın gerçekten yere göğe, kurallara kanunlara sığma zorunluluğu olmayan bir duygu olup olmadığı. Aşk varsa gerisi önemli değil diyebilmek için herkesin eşit şartlarda ve duygularda aşık olması gerekmez mi? Eğer bazı aşklar diğerlerinden daha az asilse o zaman aşk gerçekten her şeyi affeder ve affedilebilir kılar mı?


Limonata limonata olalı böyle ilgi görmedi
Geçen sene meydanda limon mu yoktu yoksa içecek firmaları limonata yapmasını mı bilmiyordu? Ne oldu da birden tüm firmalar limonata üretmeye ve bunların reklamını yapmaya başladı hiç anlamadım. İçecek firmalarının bu trendi, marketlerde yeni bir reyon açılmasına neden oldu. Nanelisinden sadesine, şekerlisinden sadesine çeşit çeşit, marka marka limonatalar piyasadaki yerini aldı. Fena mı oldu? Olmadı. House Cafe’de içine iki tutam nane, bir yarım elma koyup 7.5 TL’ye masamıza gelen içecek çok daha ucuza evimize gelmiş oldu. Ben tüm markaları denedim. Doğanay, Uludağ, Cappy, Migros.. Hepsi birbirine yakın lezzetler. Evinize House Cafe’nin piyasasını getiremeseler de lezzetini taşımaya yeterler!


Görüntülü konuşmanın yaşamımıza katacakları
- Sevgiliyi sınırsız takip ve taciz şansı...
-Henüz yataktayken patrona “Trafikteyim, en kısa sürede ofiste olacağım” diyememe imkanı ya da imkansızlığı...
-Arkadaşlarla konsere gitmek için “Ayşelere ders çalışmaya gidiyorum babacığım” diyememe kısıtı...
-Home-office çalışıyor olmanıza rağmen pijamalarla çalışamama ve böylece pijamanın üstüne gömlek ve kravat takmak zorunda kalma durumu...
-Hoşlandığınız kişi her an arayabilir diye evde olsanız bile 7/24 makyajlı bir yüz ve yapılı saçlarla gezme zorunluluğu...