19.03.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:
"A Ay" (1989) ve "Kaç Para Kaç"ın (1999) yönetmeni Reha Erdem tarafından 2003'te çekilmesine rağmen ancak bu hafta vizyona giren filmi kaçırmayın. Türkiye'de pek benzeri yapılmadı. İnsanın ne olduğuna dair sorular soran, hepimizin, özellikle de erkeklerin korkularına eğilen ve unuttuklarımızı, kanıksadıklarımızı bize komik bir dille hatırlatan bir film "Korkuyorum Anne". Her ne kadar "komedi" kategorisinde sunuluyor olsa da, insanda hüzünlü bir tat da bırakıyor. Film Tophane, Balat, Samatya, Karaköy, Arnavutköy, Eminönü ve Tophane gibi eski İstanbul'u çağrıştıran yerlerde çekilmiş olsa da, hiçbir döneme ait olmayan, sıcak, hayali bir İstanbul var karşımızda. Bir kazada hafızasını kaybeden Ali'nin (Ali Düşenkalkar) eski haline dönmesi için babası ve komşularının çabalarını konu alan film FIPRESCI ödülü de dahil olmak üzere iki yıldır çeşitli festivallerde çok sayıda ödül aldı. Reha Erdem: Arzularımız, isteklerimiz, zaaflarımız ve korkularımız bize bedenimizi unutturuyor. Filmle beraber bunları hatırlıyoruz. Filmdeki hafıza kaybı işin şakası. Ama Ali karakteri hayatta kaybettiğimiz hafızalarımızı, o bilemediklerimiz ve unuttuklarımızı hatırlıyor. Onunla beraber biz de bunları hatırlıyoruz. Hatırlıyoruz da ne oluyor? Bir şey olmuyor, yaşamaya devam ediyoruz. Örneğin deprem sahnesi bir dürtme niteliği taşıyor. Gerektiğinde hep beraber bir masanın altına sığabiliyoruz. Birbirimize o kadar ihtiyacımız var aslında. Ancak bu durum 10 dakika sürüyor. Sonra yeniden hayata dönüyor, itişip kakışıyoruz. Filmde insan vücudunun hepimizin kanıksadığı tepkilerine çok fazla yer verilmiş. Hastalıklar, bedensel alışkanlıklar, hafıza, duruş, oturuş, saç, tırnak, diş gibi bedene dair aklımıza gelebilecek her şey var. Böyle bir film yapmak nereden aklınıza geldi? "İyiler ve kötüler yok" Reha E.: Sinemadan bildiğimiz anlamda bu filmde iyiler ve kötüler yok. Ama ağır anneler var, ağır babalar var. Olmayan anneler ve babalar var. Var olanların ağırlığı başka, olmayanların başka. Bunlar hepimizin hayatında olan şeyler. Mesela sünnet... Kimse sünnetini mutlulukla hatırlamaz. Ben aynen filmdeki çocuk gibi kaçmıştım, yakaladılar. Sünnet aletlerinin olduğu kutuya çekimde bile bakamadım. Montajda göz attım, sonra biraz alıştım. Film o anlamda beni iyileştirdi. Şimdi bakabiliyorum. Ancak bu tür korkular hepimizde büyük yaralar açıyor. Film ne kadar komedi olsa da hüzünlü yanını da yadsımak mümkün değil. Sıcak bir mahalle ortamı var ama herkes bir yerde yalnız... Ali Düşenkalkar: Filmde yönetmen ne görmek istiyorsa onu gördünüz. Reha E.: Herkesin bedeni ve bedenini kullanış şekli çok farklı. Kasabı yazarken gülümsüyordum. Sonra Bülent umduğumdan da farklı bir şey yaptı. Ali bir sahnede yüzüğünü kaybediyor, sonra yastığın altında buluyor. Burada Ali "Bir şey yapabilir miyim?" dedi ve ayaklarıyla yere vurarak bir çocuk gibi sevindi. Bu tamamen oyuncunun rolle olan ilişkisi. Başka bir sahnede ise Işıl Yücesoy oğlundan yüzüğü istiyor. Çocuğa "şöyle yapacaksın" diye tarif ederken Işıl hanımı gördüm. Öyle bir duruyor ki, yapacak bir şey yok. Çocuğa "Bir bak, zaten yüzüğü vermekten başka çaren yok" dedim. Işıl Yücesoy: Oyuncu yönetmenin dilinden anlıyorsa, orada kendi enstrümanlarını harekete geçirir, ne yapmak istiyorsa onu katar. Fazla gelirse yönetmen durdurur. Yönetmenin iyi bir terzi olması lazım. Oyuncu kumaşı çok bol getirmek zorundadır, yönetmen de istediği kadar kesip biçer. Bülent Emin Yarar: Karakol sahnesinde tiyatroda oynuyormuş gibi hissettim ve o kadar kendimi kaptırdım ki, o anda çok özgür hissettim. Kamera mı var, çekiliyor muyum duygusundan tamamen uzaklaşıp o sahneyi bitirdim. Film oyuncuların bedensel ve ruhsal olarak kendilerini ortaya koyabilecekleri bir alan sunuyor. Bu size bir tatmin sağlamış olmalı. "Film soru soruyor" Reha E.: Herkes kendi hikayesinin kahramanı. Tek tek herkesin etrafında hissedilen bir arka taraf var. İnsanlık dramı var. Mahkeme gibi bir sahne var, herkes teker teker geliyor. Hep yeniden hatırlıyoruz. Hatırlar hatırlamaz yeniden unutuyoruz. Bazen hatırlayarak teselli buluyoruz, bazen unutarak. Filmde neden başrol yok? Ali D.: Film için 15 kilo verdim. Peruk taktım. Gözüme lens takıldı. Işıl Y.: Bunu o kadar hafife almayın. Bir günümüzü aldı o lens. Kostümlerden saça kadar ciddi araştırmalar yapıldı. Ben feminiteden kaçtım. Yürüyüşüm, el hareketlerime hiç kadınsılık katmadım. Reha E.: Bütçemiz kısıtlıydı. Ama duvar kağıtlarını İtalya'dan getirttik. "Bu evi nereden buldunuz?" diyorlar. Böyle bir ev yok. Ev, eşyalar, manzaralar hayal ettiğimiz, belki içinde bulunmak istediğimiz yerler. Bir dönemin sıcaklığını yansıtan şeyler. Balkondan martı uçurmak için o kadar uğraştık ki. Ali D.: Onlarca kilo balık kullandık. Her çatıda bizim adamlarımız vardı. Işıl Y.: Galata ve çevresi uzun süre balık koktu herhalde. Filmde çoğunuz günlük hayattakinden çok farklı gözüküyorsunuz. "Reha nereden ne alabileceğini bilen bir yönetmen" Şenay G.: Bu benim ilk sinema filmimdi. Reha daha öncesinden ne istediğini o kadar iyi anlatmıştı ki. Karşısındakiyle iyi iletişim kuruyor. Hep tiyatro oyuncunun, sinema yönetmenindir diye konuşulur. Yönetmenin kadrajına bakıp oyuncularla çok fazla ilgilenmediği söylenir. Reha ise oyuncusuyla birebir ilgilenen, nereden ne alabileceğini bilen bir yönetmen.Işıl Y.: Kimi insanlar maytap gibidir. Işıltıları vardır. Reha'yla çok doğru bir yolda sinema dilinin, sinema oyunculuğunun ne olduğunu öğrendim. Biz tiyatrocular büyük oynamaya alışmış insanlarız. Karşımızda en az 250 kişi vardır ve en ufak bir mimiğimizi görmek mecburiyetindedirler. Sinema oyunculuğunun çok ayrı bir şey olduğunu Reha'yla çalışınca anladım. Reha ne istediğini bilen ve oyuncunun tüm enstrümanlarını çözerek karşısına gelen bir insan. Bir oyuncunun nereye kadar ne yapabileceğini bilmek yönetmen için birinci basamak. "Reha Erdem oyuncu yönetmenidir" derler. Doğru mu? Reha Erdem: "Kaç yıl 'çıktı, çıkmadı' diye filmi konuşup durduk" Reha E.: Gündelik olanı televizyon yapıyor. Yaratılmış, yapılmış olduğu anlaşılan şeyleri seviyorum sinemada. İstanbul da filmin başrol oyuncularından biri gibi. Ancak hangi dönemin İstanbul'u olduğunu anlamak zor. Film bugünde mi geçiyor, geçmişte mi belli değil. Şenay Gürler: Kendinizi beyazperdede görmek, insanlara ulaşmak istiyorsunuz tabii. Reha E.: Kaç yıl "çıktı çıkmadı" diye filmi konuştuk. Dört kere afiş değişti. Bu beni çok yordu. Üzücüydü tabii.Bülent E. Y.: Filmi katıldığımız festivallerde izleme şansımız oldu. Tabii insan oradaki hareketi görünce bu kitlenin çoğalmasını istiyor. Film 2003'te çekilse de bu hafta vizyona girdi. Bu bekleme süresi sıkıntı yarattı mı? Reha E.: İki Güney Amerika filmiyle beraber bizim filme bir para yardımı yaptılar ve filmin Amerika kıtasında kültürel haklarını aldılar. Bütün kültür merkezlerinde gösterdiler. Müze istediğinde filmi gösterebiliyor. New York Modern Sanat Müzesi (MoMA) filmi daimi koleksiyonuna katmış. Bunun anlamı büyük olmalı.