Pazar '375 senaryo akıllı adamın yapacağı iş değil'

'375 senaryo akıllı adamın yapacağı iş değil'

08.05.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

Bugüne kadar filme alınan 375 senaryosuyla Guinness Rekorlar Kitabı'na aday olan Yeşilçam'ın duayenlerinden senarist, yönetmen Safa Önal, "Bu kadar senaryoyu yazmak akıllı bir adamın işi değil. Normal biri yılda 12 tane yapar. Bendeki ise 52 yıl boyunca delice bir yazma tutkusuydu" diyor

375 senaryo akıllı adamın yapacağı iş değil

oguven@milliyet.com.tr axpaz011.jpg O filmlerde kötü, iyinin karşısında yenilmeye mahkumdu. Durum ne kadar kötü olsa da seyirci filmin mutlu sonla biteceğini bilirdi... Eski Yeşilçam filmleri hâlâ televizyonlarda yayınlanıyor ve insanlar bıkmadan, usanmadan bunları seyrediyor. İşte bu filmlerin birçoğunun senaryosunu yazan Safa Önal şu sıralar dünyanın en ilgi çekici rekorlarının yer aldığı Guinness Rekorlar Kitabı'na girmeye hazırlanıyor. Bunu yaparken bir yandan televizyon dizileri, sinema filmleri için senaryo yazmaya devam ediyor, Senaryo Yazarları Derneği'nin başkanlığını yapıyor. Onunla söyleşi yapmak için Gümüşsuyu'ndaki evine gittik, tanıştık. İzlenim olsun diye değil, gerçekten çok nazik ve çok saygılı biri. Japon olsaydık karşılıklı eğilip doğrulmaktan söyleşiyi gerçekleştiremeyebilirdik. Fakir ama gururlu delikanlıların, iyi yürekli oğlanları yoldan çıkaran vamp kadınların olduğu, şantaj, iftira, hırs, ihtiras, intikam ve büyük aşkların yaşandığı dünyalar vardı bu filmlerde. Aslında böyle bir şey aklımın ucundan bile geçmedi. Bu, bana oğlum Umut'un ve kız arkadaşının bir sürprizidir. Sanırım ilk kez senaryo dalı olacak Guinness'te. Adamlar da bunu çok ilginç bulmuş. Neden Guinness Rekorlar Kitabı'na girmeye çalışıyorsunuz? Ömrüm senaryo yazarak geçti. 52 yılda yazdıklarımın sayısını tutayım, biriktireyim diye bir düşüncem olmadı. Ama iş ispatlama noktasına geldi. Ben Kültür Bakanlığı'na Guinness için değil telif hakları için başvurdum ve eserlerimin sayısının ortaya çıkmasını istedim. Bugüne kadar yazdığım filmler 60 bin kez televizyonlarda oynamış. Üç yıl önce açtığımız davalar sürüyor. Yasaların bana tanıdığı hakların sonuna kadar takipçisi olmaya karar verdim. İşin bir ucu da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gidiyor. Eğer iç hukuk yolları tıkanırsa oraya başvuracağım. İşte yazdığım senaryo sayısı da bu olayların sonucu olarak ortaya çıktı. Kaç film senaryosu yazdığınızı gösteren bir çetele mi tutmuştunuz? Nasıl ortaya çıktı film sayısı? Evet ama filmlerin sayısından bahsediyorsak bu 375 sayısı çok havadadır. Kültür Bakanlığı'nın arşivi ne kadar saklamışsa o kadarını bulabiliyorsunuz. Ben de filme çekilmiş 375 senaryo buldum. Bunlar bir ömrü doldurmuş. İçlerinde 60'dan fazla da belgeyemediğim senaryo, 30 kadar da imzasız yazdıklarım vardır. Elbette bunlara yazdığım 18-20 dizi dahil değil. "Böyle mi Olacaktı"'yı 83 hafta yazdım. "Zirvedekiler", "Affet Bizi Hocam", "Gölge Çiçeği", "Gözlerinde Son Gece" gibi dizileri yazdım. 375 film senaryosunun dışında sizin dizi senaryolarınız da var, değil mi? İki karşılığı var: Bir, delice bir yazma tutkusu çünkü bunun akıllı adamla işi olmaz. Akıllı adam yılda bir-iki tane yazar, 52 senede de 52 senaryo yazar. Eğer 500 senaryo yazabiliyorsanız bunu adı delice bir tutkudur. Hiç durmadan yazdım. Hâlâ da gece-gündüz yazıyorum, okuyorum. Kötü bir katarakt ameliyatı yüzünden sol gözüm arızalandı. Bu durum fotoğrafımı ve görmemi bozuyor ama ben sürekli yazıyorum. Yaşamaktan ödün vererek yazıyorum. Bunları yaparken o genç tadınızın, o genç yaşınızın, o serüven çağınızın pek çok gereğini yerine getirmemiş oluyorsunuz. Nasıl yazdınız bu kadar çok filmi? Aslında hayır, ıskalamadım... Ben kaçak yaşadım. Senaryo yazdığımı düşündükleri saatlerde çıkıp dışarda fink attım. Ama bunu nasıl yaptım hâlâ bilmiyorum. Çok şikayet ettiler benden; "Aman o mu?" dediler, "Elini versen kolunu kurtaramazsın" dediler, "Senaryoyu 15 Haziran'da mı verecek, sen 15 Eylül'ü bekle" dediler ama benden vazgeçmediler. Benim yüzümden hiçbir filmin çekimi gecikmedi. Ne yapımcı ne de ne oyuncu zor durumda kaldı."Yırtınan kadını Fatma Girik, sevimli garibanı Sadri Alışık oynardı daima" Senaryo uğruna hayatı ıskaladınız yani... Elbette böyle filmler vardı ama aklı başında, dramatik yapısı olan, güldürmek istiyorsa güldüren, ağlatmayı amaçlıyorsa ağlatan filmler de vardı. Yılda 300 filmin çekildiği altın bir çağdı o. Sinemadan başka eğlence olmadığı o dönem bir daha geri gelmez. Ben star sisteminin içindeki adamdım. Yazdığım senaryolarda starlar oynamıştır. Onlara ayaküstü, şişirme senaryoları kabul ettiremezsiniz. Yeşilçam eskiden kısa zamanda çekilen, şişirme filmler yaptığı için eleştiriliyordu. Ne diyorsunuz bunlara? "Nayır n'olamaz"ı da şimdi mübarek olan, yine bu sektörün içindeki insanlar çıkardı. Bütün gün karanlık, ses geçirmeyen bir stüdyoda mikrofon önünde duruyorlardı. Karşıdan geçen resimlere, ayak, dudak, ses, kirpik hareketlerine uyarak senkron yakalamaya çalışan insanlardı bunlar. Bazen üçer-dörder filmin dublajını aynı anda yetiştirmek zorunda kaldılar. Şartlar ağırdı. Birtakım başrol oyuncularıyla anlaşmaları vardı. Rahmetli Sadri Alışık'ın dışında kendi sesini veren pek yoktu. O seslendirmeleri yapanların bir teneffüse çıkar gibi arada bir şakalaşmaları gerekmiş. Onlar "nayır"ları, "n'olamaz"ları bulmuşlar. Ama şimdi Türk filmlerini küçümsemek için bunlar kullanılıyor. Ben o fenalığa, o davranış biçimine karşıyım. Mükemmel filmler yaptık iddiasında değilim ama imkanlarımız buna yetiyordu. O dönemde her şey zordu. Peki şu "Nayır n'olamaz"ın hikayesi nedir? Elbette. Star sisteminin içindesiniz, yazdıklarımdan 300'ünü buna göre yaptım. Bir ara seri halinde Türkan Şoray-Kadir İnanır çalıştık. Yapımcı "Ayhan Işık ile film yapmak istiyorum" diyordu bana. Ben de Ayhan Işık projeleri yapıyordum. Zaten öykü oyuncusunu çağırıyordu. Mesela bir Filiz Akın projesi düşündüğünüz zaman o projeyi ona uygun yapmak zorundaydınız. Yani seyircinin düşündüğü gibi sevimli, sıcak, güzel ve biraz yukarı seviyeden gelen... Her oyuncunun kendine has bir karakteri, bir yapısı vardı. Yıldız Kenter, Fatma Bacı ile ortaya çıktı ve müthişti. Orada kapıcı kadını oynayacak ağırlığı vardı. Oturduk ona göre hikayeyi kurduk. Çok yırtınan, kendini parçalayan, kendini dağlardan taşlardan atan bir kadın tipi çiziyorsanız o Filiz Akın değil Fatma Girik olurdu. Her şeye tahammül edebilen, biraz boynu bükük, hüzünlü, yüzü az gülen ama buna rağmen sevimli, umutlu, gariban takımından bir adam tipi düşündüğünüzde Sadri Alışık geliyordu aklınıza. Siz oyunculara göre senaryo yazardınız, değil mi? Elbette. Özel arabayla gidilecek yere belediye otobüsüyle gittim, insanları gözledim. Yoksa onları başka türlü anlatamazdım. Bir manav Halil'i "Vesikalı Yarim"de yazabilmek için bir manavda günümüzün geçmesi gerekiyordu. Patlıcanın çekirdeğinden Endonezya bayrağına kadar her şeyi bilmekle yükümlüsünüzdür. Bu kadar filmi yazmak büyük bir gözlem gücü gerektirir herhalde. ABD'de olsaydım bu kadar senaryoyla bir eyalet satın alırdım, doğru. Ama durumumdan şikayetçi değilim. Trilyoner olmayı da düşünmedim, kazandım ve yedim. Yeşilçam bana istediğimi verdi. Ben Yeşilçam'da şöhret oldum. Yeşilçam'da para kazandım, Yeşilçam'da yaşadım, Yeşilçam'da evlendim ve orada oğlum oldu. Onu oradan getirdiğim ekmekle büyüttüm. Ellerini öperim ben Yeşilçam'ın. Televizyonlar para verse de bana, ben onlardan şikayetçiyim. Bütün bu filmlerden zengin oldunuz mu? Rahmetli Bülent Oran ile müthiş bir zıtlaşma vardı aramızda. O kalabalığı severdi. Eskiden Taksim Meydanı'nda Rum kahvesi vardı. Yetmiş iki buçuk milletten insan gelirdi oraya. Onun orada bir masası vardı ve gürültülü patırtılı ortamda yazardı senaryolarını. Bir arkadaşım da yediği elmanın kabuğunu mangala atar ve o kokudan etkilenerek yazardı. Beni de koku ve yalnızlık etkiler. Bir çiçek kokusu, bir nane yaprağı belleğimdeki kapıları geriye doğru açar. n Siz nasıl bir ortamda yazarsınız? "Eli yüzü düzgün, fişek gibi olan Safa'yı da özlüyorum" Aslında ben çok yalnızım. Gazeteci Ümit Deniz ölünce benim bir kolum kopmuştur. Sadri Alışık gitmiştir, öteki kolum kopmuştur. Şimdi heves eksikliğindeyim çünkü bütün dostlarım, bütün takımım gitti, gerçekçi olup bunu kabullenmek zorundayım. Özlüyorum evet. Ama bu özleme durumu biraz bencilce. Yalnız gidenleri özlemiyorum. Onlarla birlikte olan Safa'yı da özlüyorum. Genç, eli yüzü düzgün, fişek gibi olan Safa'yı...O adamı bana verirseniz, onları özler miyim? Bilmiyorum... Hayatınızdaki birçok insanı kaybetmişsiniz. Onları özlüyorsunuz, değil mi? "Türkan Şoray ve Lütfi Akad doping oldu, 'Vesikalı Yarim'i yazdım" Çıkış noktalarımdan biridir bu film. Büyük bir hırsla, büyük bir tutkuyla, yukarılara tırmanmalıyım dediğim bir dönemde yazdım. Çıraklığın ve kalfalığın bitmeye yüz tuttuğu bir dönemdi. Bazı insanlar benim üzerimde aşı etkisi yapar. Lütfi Akad bunlardan biridir. Hoş ondan hâlâ ödüm patlar. "Vesikalı Yarim" onunla ilk çalışmamızdı. Bana "Türkan (Şoray) ve İzzet (Günay) ile çalışacaksın" dedi. Benim için Türkan hanım ile Lütfi abinin olması yeterliydi. O güne kadar merdivenleri çıkmışım, iyi öksürüyorum, raconum var ama Türkan hanımın hiç yüzünü görmemişim. Lütfi abi ve Türkan hanımın isminin olması doping demiyorum çünkü doping hafif kalır, ağır bir aşı etkisi yaptı bende. Kendi boyumu, hacmimi, kimyamı aşmak zorundaydım. Öyle de oldu, kült bir film ortaya çıktı. Yazılarını kaldırın, gidip Çin'de oynatın yine aynı tadı verir bu film. "Vesikalı Yarim"i nasıl yazdınız?