Pazar 53 yıllık "istorya"

53 yıllık "istorya"

08.06.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

53 yıllık "istorya"

53 yıllık istorya



     

     1925 yılında Bulgaristan’da başlar öyküsü Saliha Gürtuna’nın... 1950 yılında, 25 yıl yaşadığı kasabayı eşinin isteğiyle terk edip İstanbul’a yerleşmeye karar verirler. Günlerce süren yolculuğun ardından varırlar İstanbul’a. Yabancı oldukları bu şehirde tutunma çabasıyla geçer yıllar. Kapısını sandığından, penceresini aynasından yaptığı gecekonduda kaybeder ilk oğlunu. Eşinin çalışmasına izin vermemesine karşın komşulara dikiş dikerek büyütür diğer iki çocuğunu. 1978 yılında kaybettiği eşinin ardından hacca gider. Dönünce mahallenin "hacı teyzesi" olur. Resmi evraklarda yazıyor ismi sadece, "Pembe hanım" diyor çevresindekiler. O ismi de Bulgaristan’da ölen kardeşinden almış. 53 senesini verdiği İstanbul’da büyütmüş çocuklarını, torunları olmuş. Şimdi bakıp geçen yıllara, unutmadığı Bulgarcanın etkisiyle yaşadıklarının bir "istorya" (tarih) olduğunu söylüyor. "Pembe teyze" ile tek başına yaşadığı Gaziosmanpaşa’daki evinde görüştük. Zengin anlatımının tüm renklerini, kendi sözcükleriyle korumaya gayret ettik...
     
     1959 senesinde kaynatamlar buraya istida yaptılar. Kırklareli’nden kayınvalidemin ablası çağırdı onları. O zamanlar Bulgaristan’dan gelebilmek için Türkiye’den istek yapılıyordu. Kaynatam (kayınpeder) tuttu bizi de yazdırdı. Onların gelişinin ardından martta ikinci çocuğum Rıdvan dünyaya geldi. Biz de Mayıs’ın 27’sinde çıktık Tutrakan’dan. Vapura pindik, Rusçuk’ta indik, iki gece otelde kaldık. Pazartesi viza (vize) aldık. Akşam dörtte trene bindik, hududa kadar trenle geldik, oradan Türk treniyle Edirne’ye, Karaağaç’a vardık. O trenin sesi de bağırmıyor mu, acı acı. ‘Kara tren ayırdı beni, kara tren ayırdı, kavuştursun o seni...’ Anlıy misin?" Trenlerin, yolların ayırdığı ailesini, doğup büyüdüğü kasabasını geride bırakan Pembe hanım için yepyeni bir hayat başlamaktadır. Borç harç çıktıkları bu yolculuğun ilk durağı olan Edirne’de iki oğlu ve eşiyle 10 gün kadar kalırlar: "İlk olarak muhacirhaneye gittik. Göçmenler orada kayıt oluyordu. Gelenleri yatıriyler, doyuriylerdi. Tabii soyadı aliysın, Türk nüfusuna geçiysın yani. Beyimin ve benim soyadlarımız okundu. Beyim dedi ki, "Ben yumurtacılık yaptım memlekette". Onlar (görevliler) soyadımızı Yumurtacı yazıverdi, ‘Ben Gürtuna istiyom’ dedim, Tuna boyluyuz ya... Sonunda Gürtuna adını aldık. Seviyordum suyu, Edirne’deyken bir resimde İstanbul’u gördüm, ‘Hi ben buradan başka bir yere gitmem’ dedim. Denizi var, evler de yamaçta, bizim kasabaya benziyor. Beş gün de Uzunköprü’de kaldık. Büyük oğlum dört yaşında, küçüğü 40 günlük. İlle de İstanbul, başka bir yere gitmem diyorum. Ama nereye gelecez acaba, tanıdık var mı, bak işte kafa çalışıyor mu?"
     
     "Sakın gelmeyin"
     Pembe hanım eşinin ailesinin tüm ısrarlarına karşın, Kırklareli’ne değil İstanbul’a gitmeye kararlıdır. Ancak hiçbir tanıdıkları yoktur. Bir gün tesadüfen Uzunköprülü birinden bir İstanbul adresi bulurlar: "O adresi aldık, geldik İstanbul’a. Sekiz ay kaldık Paşabahçe’sinde, iş durgunluğu var o zamanlar, 50 senesinde hiç iş yok. Annem, kardeşlerim orda, sonra rahatımız da iyiydi, tarla, bahçe var, hepsiciği var. Ben geldim buraya un, üzüm her şey kesekağıdının içinde. Meyveyi biz sepetle, çuvalla alırdık orada, alışamadım önce. Hemen mektup yazdım onlara ‘Sakın gelmeyin, burada her şey kesekağıdının içinde’ deyi." Benzincide iş bulan eşi Bahir (Bekir) beye araba çarpar. Başka bir geliri olmayan Gürtuna ailesi Bulgaristan’dan gelirken borç aldıkları tanıdıklarının yardımıyla Eyüp semtine taşınırlar. Bir oda, bir mutfak bir ev tutarlar. "Beş hane aynı bahçede yaşıyordu, hepsi Feshane’de çalışıyordu. Ben de çalışmak istedim, beyim yollamadı, ‘Az ekmek getiricem, evde yiycen’ dedi." Bahir bey, Eyüp’teki kahve ve parklarda gündüzleri şam tatlısı, geceleri de kuruyemiş satmaya başlar: "Kuruyemişten iyi para düşüyordu. 500 lira para topladık yani." Ellerine geçen bu parayla bir ev yapmaya karar verirler. Ancak paraları bir süre sonra biter. Yenidoğan’da çadır kurmaktan başka çareleri kalmaz: "Sıfırı tükettik, 30 lira para kaldı. Beyim çalışamıyordu, hazırı yedik. 51 senesinin sonunda çıktık, çadıra. Geldiğimizde ne ev, ne yer, ne yol, ne iz vardı orada. Askerler talim ediydi. Sobayı da kurduk çadıra, soğuklar başladı." O günlerde ilk oğlu Adnan hastalanır.
     
     "Kerpiç kestim"
     Her şeye karşın Pembe hanım ve eşi başlarını sokacakları bir ev yapmaya karar verirler: "Her yer mısır ve bostanlıktı. Evi yaparken sen de nesin, kimsin deyen olmadı. Başkaları da geldi, yedi hane olduk. Onlar da bizim gibi züğürt. Komşu yardım etti, çamurunu kardık, harcını getirdik, briketini koyduk, bir mutfak, bir de oda için kerpiç kestim. Yamuk mu doğru mu, anliy misin, ölçerek dört duvar yaptık. Bir haftada bitti. Göçmen sandıklarından kapı yaptık, e camı yok, üç-dört gün öyle kilim koyduk cama, e sonbahar da tabii. Aynam vardı büyük, cam yerine kodum, oh güneş içeri doğdu. O sırada Yenidoğan Sinema’nın sahibi, nur içinde yatsın, bize para gönderdi, evin üstünü kapatsınlar deyi. Kara muşamba çektik üstüne. Toprakla sıvadık." Bir süre sonra aynı yere göçmen evleri yapılır. Pembe hanımın yaptığı kondu, bu evlerin arasında kalır. Kırklareli’nde tutunamayan eşinin ailesi de onların yanına taşınırlar. "Allah’ım, bir odanın içine, kayınpederim geldi, bir odada yatıyoruz böyle. Sonra kayınpederim elektrik idaresine girdi. Kaynım da Alamanya’ya gitti." Bu arada bronşit ve kızamığa yakalanan Adnan için hastanede 30 günlük bir ömür biçer hekimler. Hemşerisi olan yaşlı bir doktor, Pembe hanımı hemşire olarak almak ister hastaneye. ‘Seni hemşire, beyini de kapıcı alıyım kızım’ dedi. Anliy misin? Yollamadı beyim, ‘Ne işin var senin? Doktor sana bakmıştır’ dedi. 33 gün sonra benim evladım öldü. O gece para topladı da beyim, çocuğa ölüm parası yaptık. Kaldırdık, Eyüp’te gömüldü ama yerini alamadık, ta iki sene sonra yerine gömüldü."
     
     "Bizim de hakkımız var"
     Tamamlanan göçmen evlerine komşuları yavaş yavaş taşınmaya başlarlar. Gürtuna ailesinin gecekondusu olduğu için ev verilmez: "Eyüp kaymakamlığına başvurdum. İkinci kurada verilecek 21 ev vardı. ‘Biz de istiyoruz, hakkımız var’ dedim. Sonra geldim buradaki şantiyeye, evlerle ilgileniyordu. Dedim ‘Çadırda oturuyom’, konduda oturuyom demedim, ‘Bak kış da’ dedim, ‘çocuğum da var’. ‘Hadi bu evi vereyim’ dedi. 580 numara mı ne bu ev, verdi bize bu evi, ‘Kuraya kadar otur’ dedi. Benim de hoşuma gitti, kıbleye karşı dedim, Eyüp Sultan’a da yakın, ben her cuma Eyüp Sultan’a inerim. Neyse öyleliğine aldık bu evi de. Konduda bir sene kaldık. Sonra da oraya kiracı koyduk. Konu komşunun şahidiyle her ay, 25 (lira) ödedi. Çıkmayıverdi evden. Sonra yakamız genişledi bir gecekondu daha yaptık başka bir yere bu kez, üstelik tuğladan. Dört dene gecekondu yaptık. Küçük bir bakkal açtım ben, beyim de çalışıyor, yakamız iyice genişledi. Şimdi bakkal dükkanını kapamak zorunda kaldık. O parayla oraya gecekondu yaptık, yaptık ama tapusu yok, kiracı koyamıyosun, birine koyduk, çıkaramıyoz. Epey boş durdu. Trakyalı birine sattık, bin 500’ e sattık. Beşbinevler yapılınca, plana girdi her şey, yani yollar yapıldı, çeşmeler ve elektriğimiz geldi, o zaman iş yoluna girdi. Aa, biz öyle Menderes, Demirel filan bilmezdik ya, kendi karnımızı doyurmaya düşmüştük. Beyim İngiliz Fabrikası’na torpille işe girmek için Demirel’in partisine kayıt oldu. Gitti oradan bi kaat aldı da, o kaatlan şak diye girdi (işe). Oylarımızı Demirel’e, Özal’a verdik. Kim baştaysa ona (oy) veriyiz işte."
     
     Tapular Özal’dan
     "O tuğladan yaptığımız evi satınca onunla Singer’den 550 bin liraya dikiş makinesi aldık. Ne yapayım, dikiş dikmeyi öğrendim. Çocukların ellerine harçlığını veriyodum, okula gidiyo ikisi de. (1955 yılında ikinci çocuğu Reyhan doğar.) Çocuklara, ne lazımsa onların eksiklerine harcıyordum. Beyim makara fabrikasına elini kaptırınca, Şişli Elektrik İdaresi’ne girdi, uzun zaman çalıştı orada. 1978 yılında mutemetlik yaparken kanser oldu, malulen emekliye ayırdılar. Bir maaşını yemeden öldü. Ben 25 senedir yiyorum, nur içinde yatsın. Onun parasınla da hacca gittim, çocuklarımdan beş kuruş almadım. Altı bileziğim vardı, bozdurdum onları, hacca gittim." Her yeni gelen iktidarın gecekondulara tapu dağıttığı yıllarda evlerinin tapularını alır Pembe hanım: "(Turgut) Özal’ın zamanında imara geçti de, tapularını aldık. Ondan sonra göçmen evleri de yükselmeye başladı. Tapuları alınca herkes evlerini büyüttü. Oğlum da müteahhitliğe başladı, 20’nin üzerinde ev yaptı. İstanbul’a geleli tam 53 yıl oldu. 53 yıl bir ‘istorya’ gibi, istorya dedim ama tarih, anlıy misin? Bazen oturuyom bakıyom şimdi sofrada zeytin, peynir, kaşar, yumurta var. İlk geldiğimizde alırsak 200 gram, 100 gram peynir alırdık. Allah nasip ederse, mezarımı aldım, taşını diktirdim, çok şükür... Allah bana da kabir rahatlığı, size de sıhhat, afiyet versin. Hayırlı işler, hayırlı evlatlar, hayırlı eşler, Allah gönlünüze göre versin her şeyi."
     
     "Gizli gizli gelirdi"
     "Tutrakan’da doğdum 1925’te. Yedi yaşından sonra okula başladık. Roman Kız Okulu’nda ilkokulu bitirdik, altı kişi Türk’tü okulda. Hepsi Roman’dı. Çok iyiydi aramız. Çavuşesku’nun kızları Rodika, Veronika ile ilkokulda arkadaştık. Sık sık onlara giderdik... Annem ve babam eski Türkçe bilirlerdi. Camiye giderlerdi. Oruç tutardık. İlkokuldan sonra ortaokula gittim. 15 yaşına geldim, Romanlar gitti, Bulgarlar geldi. Yasaklandı Romence, hadi gittik Bulgar okullarına. Bulgarca öğrendik. ‘40’ta öldü babam. Bulgarların geldiği sene, babamın tüm işini ben yüklendim. Dört kardeşiz ama ablam minyon tipli, diğer kardeşlerim küçüktüler. Evin işi, bağ, bahçe, tarla işleri bana kaldı. 1946’da evlendim. Üç aylık evliyim, askere gitti beyim. Üvey kaynanam istemedi beni, istemeyince kaynatam ‘Al çocuğunu kızım git, nereye gidersen git’ dedi. Aldım kendimi annemlere geldim. Çocuk kucağımda. Üç ay sonra terhis oldu geldi beyim, e benim üstüme bir tane kız götürdüler. Neyse demiş ki ‘Çocuğum var, evlenmem, ille eşimi isterim’. Gece gizli gizli gelirdi. Sonra annemin evinde oturduk, 1950 senesine kadar..."
     
     Tarih Dostu Olun!
     İçinizdeki tarihçiyi uyandırmak, bin yılların bilincini paylaşmak, barışa ve karşılıklı anlayışa katkıda bulunmak için tarih dostu olun! www.tarihvakfi.org.tr
     
•  Danışmanlar: Doç. Dr. Aynur İlyasoğlu/ Doç. Dr. Esra Danacıoğlu
•  Proje koordinatörü: Ceren Lordoğlu
•  Görüşmeyi yapan: Hakan Koçak
•  Deşifre ve redaksiyon: Sevil Üzrek
•  Görüntü kaydı: Tamer Üstel
•  Görüşme süresi: 5 saat
•  Görüşmeyi yayına hazırlayan: Tuba Çameli
     
     
     Projeye katkılarınızı bekliyoruz:
     Telefon: (0212) 327 86 58
     Faks: (0212) 227 37 32
     e-posta:mailto:tbct@tarihvakfi.org.tr
     
     www.tarihvakfi.org.tr