Pazar78 kuşağı şarkılarından kopunca kirlendi

78 kuşağı şarkılarından kopunca kirlendi

25.03.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

Eski televizyoncu Mert Özmen, 70li yılların siyasi olaylarını dönemin pop şarkıları eşliğinde anlatan bir roman yazdı: "Karşımda Buruk Acı"

78 kuşağı şarkılarından kopunca kirlendi

Mert Özmen: "78 kuşağının cinselliği hatırladığını sanmıyorum" Mertin adına sonraki yıllarda televizyonlardaki müzik eğlence programlarının jeneriklerinde yönetmen olarak rastladım.Önümüzdeki hafta piyasaya çıkacak olan "Karşımda Buruk Acı", Mertin ilk romanı. 78 kuşağının, 70li yılların pop şarkıları eşliğinde anlatılan hikayesi. Bursalı Selçukun, Kenanın, Alinin, Çiğdemin hikayesi.O yılların politik hareketlerinden uzak durmuş yazarların kulak dolgunluğuyla yazdıkları 78 kuşağı romanlarından farklı bir kitap. İçeriden ve o yüzden de affedici.Nilüferin ya da Ajda Pekkanın bir şarkısının gencecik yaşta vatan kurtarmaya soyunmuş bir insan için neler ifade ettiğini, neler ifade edebileceğini; 25 yıldır suçlanan bir gençlik kuşağının nasıl bir masumiyet ikliminden geldiğini anlatan bu kitap Türkçe edebiyata hoş bir sürpriz. Mert Özmenle 1984 yılının ocak ayında İstanbul Emniyet Müdürlüğü Siyasi Şube hücrelerinde tanıştım. İşkenceden hücreye inenlerin iniltilerine şarkılar karışırdı. Birçoğumuz o karanlık hücrelerde vaktin geçişini hissetmek için bildiğimiz bütün şarkıları birbiri ardına mırıldanırdık. Her şarkının yaklaşık iki dakika sürdüğünü kabul edersek, 40 şarkıda bir saat 20 dakika daha geçmiş olurdu. Tatlı tatlı söylenen Leonard Cohen şarkılarını duyunca kendi iç konserime ara vermiş, onun hücresine bağırıp adını sormuştum. 12 Martta Füruzan, Tomris Uyar, Leyla Erbil gibi isimler hemen dönemlerinin politik olaylarını anlatan romanlar yazdılar. 78 kuşağı neden bu kadar uzun süre bekledi kendi edebiyatına girişmek için? Şiddetin yoğunluğu kilitlenmeyi artırır. 68 kuşağının karşılaştığı şiddetle 78 kuşağının karşılaştığı aynı derecede bir şiddet değildi. Kitabınızda siyaset ve müzik zaman zaman birleşip zaman zaman birbirini dışlıyor. Selçukun duvarındaki pop posterlerini indirip Che posteri astığı sahne çok tanıdık. 78liler hayatlarından popu dışlayarak ne kaybettiler sizce? 78 kuşağı masumiyetiyle değil kirlenmesiyle hatırlanır. Bense romanımda onların da hepimiz gibi olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Onlar da bir masumiyet çağından geçtiler. Henüz popla siyasetin bu gençler için ayrışmadığı dönemde bu masumiyetleri sürdü. Sonra kirlendiler. Neden kitle kültüründen kopuş, belki de yeni bir estetik kurmaya yol açabilecek bu kopuş kirlenmeye neden olsun ki? Çok mu önemliydi yani bütün bu aranjmanlar, adaptasyonlar? Ama o şarkılarla o kuşak benim "masumiyet" dediğim sevgi, şefkat gibi duyguları tanıdılar. O şarkılar hayatın dışına itilince yerine benim "kirli" dediğim öfke, kin gibi duygular geldi. "Aydınlar kalplerindeki şarkılarla dalga geçiyor" Peki, o çocuklar Cheyi, Ajda Pekkan ya da David Bowie posterlerinin yanına assalardı her şey daha mı iyi olurdu? Tabii. Çünkü bir insanın duygularını bir yerden bir yere kolayca transfer etmesi tehlikeli bir şeydir. Şimdi o yılların şarkılarını çalan kulüplerin sol entelektüel kesimde çok revaçta olmasının nedeni de bu mu? Evet, hâlâ biraz utangaçça olsa da, ancak biraz içki içtikten sonra olsa da, 78liler şarkılarıyla tekrar buluşuyorlar. Ancak dikkat ederseniz; 78liler bugün o şarkılarla dans eder ya da o şarkıları söylerken biraz da dalga geçer gibiler. Evet ama bana bir entelektüelin sırf entelektüel kaygılarla kalbinde yer etmiş bir şarkıyla dalga geçmesi hoş gelmiyor. Peki şöyle de olamaz mı: Belki de Türk solu kendi estetiğini oluşturamadığı için o dönemin popüler kültürüyle nostaljik bir sevgi ve öfke ilişkisi içinde? Bence bu çok daha doğru oldu. Unutulmamalı ki, yeni estetik ancak eski estetiğin mirasından yararlanarak kurulur. Ancak 78 kuşağı döneminin estetiğini bir savaş alanı olarak gördü. Yıktı, vazgeçti. "Kahramanım seks değil, şefkat ihtiyacı içinde" Romanınızda ne solcu ne de sağcı kahramanlar yüceltiliyor. Yüceltilen şarkılar. Şarkılar sayesinde mi sol gelenekten gelmenize rağmen aşırı sağcı kahramanınıza da sevgiyle yaklaşabildiniz? Orhan Pamukun "Sessiz Ev"indeki ülkücü bana çok karikatür gelmişti. Bazı şeyleri yazabilmek için içinde bulunmuş olmak gerekiyor. Şimdi artık içeriden gelen yazarların romanlarında solcular da sağcılar da daha gerçekçi anlatılıyor. Kendisini 70lerin ünlü mankeni "Twiggy" lakaplı Haldun Güvana benzeten Selçuk, sanki siyasi harekete katılmasa gay olacaktı gibi anlatılmış. Bu tür cinsel kaçışlarla siyasi harekete katılanlar da olmuş mudur sizce? Duygularını sert bir ideolojinin ve sert örgüt yapılarının baskısına teslim eden ya da baskın bir siyasi kimlikle diğer kimliklerini örtmeyi deneyen gençler... Ben hiçbir şeyin tek nedeni olduğunu düşünmüyorum. Ben cinselliği şefkat, sevgi ihtiyacı ile açıklıyorum. İster gay ister heteroseksüel cinselliği olsun. Selçuk da sevgi, şefkat istiyor. Sevgi ve şefkatin çok olduğu ortamlarda cinsellik ihtiyacı hatırlanmaz bile. Gençler, o dönemin siyasi hareketlerinde bu ihtiyaçlarını da tatmin ediyorlardı. Ben 78 kuşağının cinselliği çok hatırladıklarını düşünmüyorum. Twiggy Selçukun bir Behçet Nacar filmi sırasında mastürbasyon yapan iki erkek izleyicinin ortasında kaldığı kısmı da çok ilginç kitabın. Sizce solcuların bu filmlere gizli gizli gitmeleri, vicdan azabı ile çıkmaları kötü bir şey miydi? Eğer o dönem yasaklanan cinsellik değil de, sadece bu seks filmleri olsaydı sorun olmazdı. Ama cinsellik yasaklanmıştı. Bu yüzden de solcular kendi cinsel estetiklerini oluşturamadıkları için gencecik çocuklar kirletilmiş bir cinselliği temsil eden bu filmlere gittiler. Solun yasakçı tavrının şöyle bir etkisi de oldu. 70li yılların sonunda Türkiyede her şey hızla kirleniyordu. Solcular o kadar steril kaldılar ki hayatın dışında kalmaya başladılar. Aynı çok çalışkan bir öğrencinin teneffüse çıktığında bahçede doğru dürüst oynayamaması gibi. Romanınızda "Nerede bir kalp kırılsa, orada sınıf duygusu başlar" diyorsunuz. Neden Marksist "sınıf bilinci" kavramı yerine "sınıf duygusu" kavramını kullanıyorsunuz? Ben sınıfın, ekonomik bir kavram olmadığı iddiasındayım. Bence burjuva, Irakta ölen çocukları görüp yine de daha fazla paradan söz eden kişidir. Ama bu savaş yüzünden kalbi kırılan bir burjuva ile kalbi kırık bir işçi aynı sınıftandır. Nerede Nilüferin, Ajdanın eski şarkıları? Romanınız tam da 70li yılların şarkılarının, estetiğinin tekrar gündemde olduğu bir dönemde çıkıyor. Bu bir çakışma mı, planlanmış bir şey mi? Çakışma. Ben bu romanı yazmayı çok uzun süredir planlıyordum. 80lerin sonunda denedim de. Başladım ama olmadı. Bir şey beni kilitlemiş. Bu kez yazarken ise kendimle de yüzleşiyordum ve yüzleştikçe kilidim açılıyordu. Ne kilitlemiş sizi? İşte o anlattığım dönem, 70li yıllar, o yıllarda yaşadıklarım kilitlemiş. Sizce günümüzün pop şarkıları günümüz gençliği için romanınızın kahramanları kadar çok şey ifade ediyor mu? Türkçe pop için bunu söylemek zor. Ama herhalde bugün Nilüfere ya da Ajda Pekkana sorsanız onlar da 70lerdeki şarkıları kadar içten şarkılar yapamadıklarını itiraf ederler. Ama mesela Perihan Mağdenin "İki Genç Kızın Romanı"nın kahramanı Behiye, bütün o dinlediği Linkin Park gibi Batı pop gruplarının şarkı sözleriyle yönlendirmeye çalışıyordu eylemlerini. Siyasi Şubedeki hücrede neden Leonard Cohen söylüyordunuz? Çünkü insanlar kötü bir durumda, kötü bir yerdeyken güzel şeyleri hatırlamak, hissetmek isterler. Leonard Cohen de benim için hep güzel şeyler ifade etmiştir. Zaten bu roman biraz da bizim ikimizin Leonard Cohen şarkıları yoluyla tanışmamızın anısına yazılmıştır.