Pazar“Aptal herif, seni sevmiyorlar, onları güldürmeni seviyorlar”

“Aptal herif, seni sevmiyorlar, onları güldürmeni seviyorlar”

27.12.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:

Yeni filmi “Yahşi Batı” 1 Ocak’ta vizyona girecek olan Cem Yılmaz: “Abim arkadaşlarıyla gezmeme olmaz derdi. Ben ‘Onlar beni seviyor, gelmemi istiyorlar’ deyince çekti beni kenara ve ‘Aptal herif, seni değil, onları güldürmeni seviyorlar’ dedi. Ama bu beni durdurmadı. Öyle olsa ne olur? Ben güldürmekten hoşlanıyorum”

“Aptal herif, seni sevmiyorlar, onları güldürmeni seviyorlar”

Kendini bildi bileli komikliğe de, müziğe de, çizime de yatkınlığı oldu. Hikayeler anlatıp komiklikler yaptığı ilk kasedini
5 yaşındayken doldurdu. Sahneye ilk kez ilkokuldayken Nasreddin Hoca rolüyle çıktı. Babası “Oğlum elalemi kendine güldürme”, abisi “İnsanlar seni sevmiyorlar. Onları güldürmeni seviyorlar” dedi; caymak bir yana daha kamçılandı.
Sonuç: O artık Cem Yılmaz. Önüne sıfat koymaya gerek olmayan bir isim ve her yaptığı merak ediliyor. Son filmi “Yahşi Batı” da öyle. Küçükken hiç kovboyculuk oynamamış, western filmlerinde hep Kızılderililer’den yana olmuş bir çocuğun “kovboy” filmi. Yönetmen koltuğunda, “G.O.R.A”daki gibi Ömer Faruk Sorak var. Yanında yine Ozan Güven, Özkan Uğur, Zafer Algöz, kadronun yeni kadın elemanı Demet Evgar ve daha kimler kimler...
“Yahşi Batı” yılın ilk gününde sinemalarda olacak. Cem Yılmaz ile konuşmaya gittiğimizde geri sayım başlamış, şirkette telaş doruğa ulaşmıştı. “İşini bir çocuk saflığıyla yaptığını” söyleyen Cem Yılmaz yeni oyuncağını arkadaşlarıyla paylaşmaya hazırlanır gibiydi gerçekten. Hevesli, heyecanlı, coşkulu ve konuşkan... İlk soruyu sorma zahmetini dahi bırakmadı bana sağ olsun, başladı anlatmaya...



Önceki yaz “A.R.O.G”u çektik, o sırada beraber film yaptığımız arkadaşlara anlattığım bir hikaye olarak başladık. Amma velakin bir sürü de rezervde fikir var, şu filmi mi yapsak, bu filmi mi... O çekimler sırasında biz hep şeyi konuşuyorduk: Bir sonraki işimiz ne olur? Güle oynaya “Bir tane kovboy filmi de güzel olurmuş doğrusu” dedik. Mayısta falan yazmaya başladım.

“Yönetmenlik planım yok; yazmak bana daha uygun”

Siz genelde belli isimlerle tekrar tekrar bir araya geliyorsunuz. Ama kadınlar değişiyor, zaten kadın karakterler de çok baskın değil...
Şu doğru, ben kadın karakter yazma konusunda çok başarılı değilim. Dahil olan arkadaşların öykülerdeki yeri hep sorun çıkaran kişi filan oluyor. “Her Şey Çok Güzel Olacak”ta Ceyda’nın (Düvenci) rolü mesela. Güzel bir rol, Ceyda da iyi bir oyuncu, elbette onun potansiyeli daha yüksek. Ya da Özge Özberk’in “G.O.R.A”daki rolü, daha fazla olabilir miydi, olabilirdi evet ama işte dediğim gibi kadın karakter yazmakla ilgili sorunum oluyor. O formülün içinde o kadar da süs kalmasın diye gayret ediyorum aslında, buna dikkat ediyorum, geliştiriyorum. Ve benim de bu kabiliyetim geliştikçe süsten ziyade daha oyun isteyen kadın karakter yazmayı başardığımı zannediyorum, en azından Demet’in oynadığı bu örnekte. O yazdığım karaktere uygun oyuncu bulmaya yöneldiğim için de oyuncu değişiyor.

“Aptal herif, seni sevmiyorlar, onları güldürmeni seviyorlar”
Kamera arkasında da genelde aynı isimlerle çalışıyorsunuz...
Çok değişmedi ekiplerimiz. İki farklı küme bazı filmlerde kesişiyor, bazılarında uygun olmadığı için kesişmiyor. Ömer Faruk’la işte “G.O.R.A”da çalıştık ama “Hokkabaz”da Taner Baltacı’yla birlikte yönetmenlik yaptım mesela. O “Bütün filmin inisiyatifini alırsam nasıl yapabiliyorum acaba?” diye denemek içindi. Yoksa öyle çok bir yönetmenlik kariyer planım yok. Yazmak, film öyküsü düşünmek, işi organize etmek sanki daha bana uygun gibi geliyor.

“Ortaya ‘Türkler Vahşi Batı’da’ gibi bir şey çıkmasını istemedik”

Bu arada “G.O.R.A” zamanında sizin Ömer Faruk’la aranızın bozulduğunu okumuştuk.
Yok, gerçekten öyle bir şey değil o. Gazetelerde yazdığı gibi bir şey yaşamadım ben onunla, emin ol. Yıllardır görüşüyoruz, herhalde “G.O.R.A”dan sonra birlikte bir şey yapmamış olmamız öyle bir kanıya neden oldu. Öyle bir şey olsa, ne oldu yani barıştık mı? Hayır, küsmemiştik zaten.

“Yahşi Batı” galiba “G.O.R.A.” ile “Hokkabaz” türlerinin birleşimi gibi.
Aslında gerçekten öyle. İki türün harman olduğu bir şey var. Bu çok absürt bir film değil ama macera-komedi formunda bir şey. Ve absürt değil ama izlediğimiz şey fantastik. Aslında gerçek hikaye ama hiç görmediğimiz şeyler göreceğiz. Bu bence sinema perdesinde cazibe yaratmak için iyi bir şey. Ben bizim sinemamızda böyle bir şey görmedim, görmediğim için de keyifli geliyor.

“Aziz ve Lemi karakterlerinin ileride başka maceraları olabilir”
İki Osmanlı’nın vahşi batı serüvenleri...
Çizgi roman karakteri gibi de düşünebiliriz. “Türkler Vahşi Batı’da” gibi bir form çıksın istemedik aslında. İstedik ki kahramanları olsun bu hikayenin, bu onların başından o dönemde geçen bir macera olsun. Birkaç yıl sonra da başka macera yaşarlarsa onu anlatalım. Bu iki adam, Aziz ile Lemi, bir tespit edilsin yaşayan iki adam olarak, ondan sonra etraflarında da maceralar geçsin.

Başka maceraları da olacak yani...
Olabilir, olabilecek bir gerçeklikte çünkü. Bu da büyük bir buluş değil, Laurel Hardy’nin başına aralarındaki zıtlıktan ne geliyorsa bunların da başına öyle şeyler geliyor.



“Sevme-sevilme-güldürme dramı bizim ailede önemlidir”
Babanız gerçekten size “Oğlum milleti kendinize güldürecek şeyler yapmayın” dedi mi?
Dedi. Biz artık ergen olmuştuk ve çok sorun çıkarıyorduk. Babam bize bir gün sanki bir holding sahibi gibi iş yemeği yaptı evde. Misafir odası diye bir şey vardı ya eskiden evlerde, bizi oraya aldı. Tatlı tabakları filan geldi. Babam dedi ki “Oğlum annenizi niye üzüyorsunuz? Yapmayın böyle, artık büyüdünüz, ne yapın edin elalemi bize güldürmeyin”. Bu benim kafama kazındı ama sonra komediyle ilgileneceğimi nereden bileyim? Bir gün sahnede zart diye aklıma geldi sonra, babam izliyor filan. “Ulan adam demişti” dedim ya, kah kah kah 2 bin kişi gülüyor. Abimin de var hikayesi güldürmekle ilgili. Sinemaya gidiyorlar mesela arkadaşlarıyla, beni de götürün diyorum, yok diyor, “Ya götür işte, arkadaşların beni seviyor ” dedim, “Cem de gelsin diyorlar devamlı.” Çekti beni kenara, “Aptal herif, onlar seni sevmiyorlar, onları güldürdüğün için seviyorlar!” dedi. Yani bu sevme-sevilme-güldürme dramı, gerçekten bizim ailede önemlidir.

Ama sizi durdurmamış...
Durdurur mu, bilakis kamçıladı. Güldürdüğüm için sevseler ne olur ki? Ben güldürmekten hoşlanıyorum. Ben güldürdüm diye beni seven insanlar da işin bonusu, beni ilgilendirmez ki.

“Kemal Sunal ile tanışma fırsatım oldu, gösterime geldi”
Komedyenler gerçek hayatlarında çok ciddi ve asık suratlı insanlardır gibi bir inanç vardır halbuki... Örnek de Kemal Sunal’dır üstelik.
Ben gerçekte öyle olduğunu düşünmüyorum, bu mümkün değil. Benim kendisiyle tanışma fırsatım oldu, benim gösterimi izlemişti, çok da mutlu olmuştum. Şöyle olabilir en fazla, onun kendi arkadaş çevresinde filmlerinin dışında paylaştığı özel bir mizah olduğu aşikar. Bu sokakta rastlayıp “Hiç de o kadar komik görünmüyor” demek gibi bir şey. “Gerçek hayatta çok ciddi adamdır”la “esprili değildir”, ikisi aynı şeyler değil. Ciddi olmanın komik olmaya bir engeli yok. Bunla ilgili çok böyle konuşuluyor, saçma.

Çünkü mizah soytarılık gibi görünüyor belli bir bakış açısına göre değil mi?
O en son çare. İşine gelmeyen espri üreteni reddetmenin son çaresi, hafif gösterme çabası. Kaldı ki soytarılığın da kelime anlamı olarak anlam kaymasına uğradığı için böyle bir şey. “Kralın soytarısı”nı gözlemlemiş biri mi var? “Hadi beni güldür”le bizim gerçekte anladığımız mizah üretimi aynı şey değil ki. Ben mesela birini güldürmek için hiçbir zaman parayla kiralanmadım ki aynı hissiyatta olayım. Kaldı ki olsam ne olur, ona da benim panzehirim var. Kralın poposundan minderi çekiyor herif, sen çekebilir misin? Ama benim şu yaşıma kadarki gözlemim, mizahla uğraşan adamın seveni kadar sevmeyeninin olmasının nedeni aslında kimsenin işine gelmeyecek şeyleri söylemesi. Sevmeyenin neden sevmediğini açıklayan bir şey bu. Yoksa ben insan sevme üzerine o kadar çok düşünen, “Bunları sevmeliyim, bunlar beni sevmeli” gibi düşünceleri olan bir kimse değilim. İçimde olan şey insan sevgisi ama adam da kendini sevdirecek yani. Bizim annemizden babamızdan öğrendiğimiz şey, “İnsanları sevin. Ama o kadar da sevmeyin yani. Ne kadar sevilecek özellikleri varsa sizin kıstaslarınıza göre, o kadar sevin. Fuzuli bir sebepten bir bağlılık hissetmeyin insanlara.” Bu iyi bir duruş bence.


“Benim istediğim, ‘G.O.R.A’ ile ‘Hokkabaz’ın ortak paydasını anlayacak seyircinin oluşması”
Şimdi ben bir sürü üniversiteye gidiyorum, oradaki sohbetlerde ortaya çıkıyor ki farklı türlerde olmalarına rağmen “Hokkabaz”ın da “Her Şey Çok Güzel Olacak”ın da seveni var. Bazısı öyle film izlemek istiyor senden, bazısı da “G.O.R.A’ ve ‘A.R.O.G’un devamı olacak mı?” diye soruyor. İkisi bambaşka adamlar yapmış kadar farklı değil belki ama tür olarak başka filmler. Benim ikisi arasında bir tercihim yok. İstediğim, ikisinin ortak paydasını anlayacak seyirci kalabalığının oluşması. Temenni olarak. Biz nasıl birçok türde film izliyorsak, seyircimizin de öyle yapmasını istiyoruz, birçok türde de film yapmaya eğilimimiz var. Ama hepsinin bir ortak özelliği olması lazım, o da ne? İyi film olması.

“Aptal herif, seni sevmiyorlar, onları güldürmeni seviyorlar”



“Ben sana film yapıyorum, sen bana hakaret ediyorsun”
Şimdi insanı bezdirebilecek bir süreç başlıyor değil mi sizin için? Siz bunu sunacaksınız ve birden bir sürü kafadan ses çıkacak...
Güzel, kötü değil. Ama bu konuyla ilgili akıl verenleri anlamıyorum, “Bence takma” gibi. Ben reaksiyonla ilgilenmiyor olabilir miyim? Bu da “Yaptığın işten emin değil misin?” gibi bir tepki uyandırıyor insanlarda. Yaptığım işten eminim de, biz kendi beğendiğimiz bir şey olarak sunuyoruz, herkes beğenecek duygusuyla kim yapabilir işini? Yanlış anlama oradan geliyor. Adam zannediyor ki ben onun beğenmesini istiyorum illa ki. Konu o değil. Konu şu: Ben sana film yapıyorum, sen bana beğenmediğini kızarak söylüyorsun, hakaret ediyorsun.
Ben Türk filmlerini beğenme isteğiyle izliyorum. Çünkü altyazıyla izlemiyorum, benim dünyamda geçiyor, o karakterleri anlamaya çalışıyorum ve istiyorum ki hayatımızdan filmler olsun. Günümüzü, küçük insan, büyük insan hikayesi, sıcacık film, korku, gençlik, macera, bunların Türk filmi olması benim için çok önemli.

“Biz seyirciye beğeni yavşaklığı yapmıyoruz”

Ünlü bir köşe yazarımız Türklere film yapmanın yasaklanmasını istiyor.
Bravo. Ama işte bu öğretiliyor insanlara. Eğer 10 sene boyunca film eleştirmenliği ya da bir filmle ilgili magazinel haber yapma yöntemi bu olursa, 10 yaşında olan çocuk bugün
20 yaşında oluyor ve böyle öğrenmiş oluyor. Film böyle izlenir, böyle yorum yapılır sanıyor. Seyirciden merhamet dilenmiyoruz ya da beğeni yavşaklığı yapmıyoruz ki biz. Beğenini ben senin geliştirmeye çalışıyorum en fazla, “Bu da komedi filmi, bu da komedi filmi” demen için. Ya da diyelim ki benim yaptığım komedi 10 sene evvel en ucuzlardan biri olarak değerlendiriliyordu. Bunu duydum ben, bu bir sır değil, bakma üzerinden zaman geçti. Bir sürü komedyen abi, “Ne ki bu?” filan diyordu, “Bu kim ki?” Şimdi “Bu kim ki?”den, “Sen koskoca Cem Yılmaz’sın, böyle şeylere aldırma” noktasına geldi. Hangisi yani, o mu, o mu? Benim hafızam iyi, ben hatırlıyorum. Şimdi bütün her şeyi de benim direnmem üzerine kurmamak lazım, birazcık da insanların topyekunluktan kurtulması lazım. “Türklere film çekmek yasaklansın”. İsim zikretse, fikre dönüşür, bu ahkama giriyor.

“Yahşi Batı”nın afişindeki gibi “Burada yabancıları sevmezler. Yerlileri hiç sevmezler”.
Eee, kardeşin onu oraya boşu boşuna yazmadı. Eğer bir fırsat varsa kıvılcımı çakmak için, elimden geleni yaparım. “Burada yabancıları sevmezler” bir kovboy filmi kasaba klasiğidir. “Yabancıları sevmezsiniz de be adam, yerlileri seviyor musunuz?” diye bir Kızılderili katliamına da gönderme yapabilecekken aynı zamanda “Evet, biz yerlileri sevmiyoruz galiba” diye birine de bir şey gönderebiliyorsak ne mutlu.

“Tek dileğim: En kötü filmimiz böyle olsun”

Orası Vahşi Batı olduğu kadar Doğu da tabii...
Tabii canım, Doğu-Batı yok ki zaten, nereden, Greenwich’e göre bunların hepsi. Bizim İngiliz bir oyuncumuz vardı mesela, arkadaşlarını inandıramamış, Doğu’ya gidiyor adam western çekmeye. Doğu-batı yok bizim için. Hani bir laf vardır ya “En kötü günümüz böyle olsun” diye, benim de Türk sinemasıyla ilgili tek istediğim bu, seyirci olarak. En kötü filmimiz böyle olsun. Diğer hepsi iyi olsun, en kötü filmimiz bizimki olsun, ben razıyım.

Can Yılmaz: “Ben de komiğim ama Cem’in yaptığı tercihi yapmadım. Pişmanım!”
Bir röportajda “Asıl şöhret abimden bekleniyordu” gibi bir cümle etmişsiniz. Abiniz daha mı popüler bir çocuktu?
Hayır, o anlamda değil, ailemizin öyle şöhretle alakası yoktu. Ama teatral eğilimi olan abimdi. Abi! Gel, gel! Geçen gün dedi ki “Kardeşim, en komik sen değilsin. Biz de komiğiz. Ama tenezzül etmiyoruz sahneye çıkmaya.” (Cem Yılmaz’ın abisi Can Yılmaz sohbete dahil olur)
Can Yılmaz: Tam olarak şöyle dedim: Sen daha komik olabilirsin ama ben de komiğim. Ama sen bir tercih yapmışsın, ben o tercihi yapmadım. Ha, pişman mıyım? Evet. Geç kalınmış mıdır? Evet.

Kaç yaş var aranızda?
Can Y.: İki.
Cem Y.: Ne sahtekar adamsın ya. Kaç yaşında bu arkadaş sence? Ben 37 yaşındayım. Birader 42 yaşında ablacım.
Can Y.: Bilinmez 120 milyon yıl evvelki çağlardan söz etmiyoruz. Hesap var, kitap var: 69’dan hesap edin.
Cem Y.: Niye 69’dan hesap ediyoruz 68’li olmana rağmen?
Can Y.: Çünkü, 68 aralık. Tamam, dört yaş olsun, 36-40. 42 ne yani?
Cem Y: Abim Maya takvimini kullanıyor.

“Kovboyculuk oynamazdım”
Siz kovboy filmi sever miydiniz çocukken?
Valla ben ne bilimkurgu çok severim, ne kovboy filmi çok severim, ben film severim. Kovboy filmlerine özel bir ilgim olduğunu söyleyemem. Sergio Leone’nin bir-iki filmini severim mesela, bir-iki tane de mizahi olanlar vardır; mesela Jack Nicholson’ın bir tane vardır, onu çok severim. Onun dışında bir kovboy filmleri ilhamım yok. Zaten film de “Kovboy filmleri klişelerine Türkçe bir bakış” filan değil.

Erkek çocuklar “kovboyculuk” oynar..
Evet işte “kovboyculuk”la ilgili bir film. Ben oynamıyordum. Çünkü Kızılderililere yapılan zulüm benim çok dikkatimi
çekiyordu. Dolayısıyla kovboyculuk denen şeye
çok sempatim yok.
KEŞFETYENİ
Survivor Efecan ve eşi Duygu Dianzenza boşandı!
Survivor Efecan ve eşi Duygu Dianzenza boşandı!

Cadde | 31.05.2025 - 14:53

Survivor 2025'teki yasak aşk iddiası 8 yıllık evliliği bitirdi.

Yazarlar