30.03.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:
ASU MARO - asu.maro@milliyet.com.tr
Film platosuna dönüştürülen Beykoz Kundura Fabrikası’nın dolambaçlı sokaklarında dolaşırken birden zaman değişiyor sanki... Osmanlı döneminden kalma dükkanlar, evler, faytonlar, şık şık insanlar... “Hah” diyoruz, “Geldik. ‘Yasak’ın seti burası olmalı.”
Geçmişiyle bağını koparamamış
Calibe ile tuttuğunu koparan Nazım’ın Osmanlı’nın son dönemlerinde geçen hikayesini anlatan dizi nisan başında
atv’de başlıyor. Biz de “Yasak”ın başrollerini paylaşan Fikret Kuşkan ve Deniz Çakır’la buluşuyoruz...
Nasıl bir adam bu dizide oynadığınız Nazım Bey?
Fikret Kuşkan: Demir tüccarı. Dönemin sayılı zenginlerinden biri, saraya yakın ve aristokrat. Oğlunun doğumunda eşini kaybetmiş, iki çocuğunu büyütmüş. Yıllar sonra karşısına çıkan bir hanımla, Calibe karakteriyle yeniden bir izdivaç yapmak ister. Tutulur ve vurgun yer.
Dizinin adı neden “Yasak”?
Fikret K.: Çünkü inişli çıkışlı bir ilişkiler yumağını anlatıyoruz. Calibe’nin geçmişi karanlık. O geçmişle uğraşmak zorunda kalır Nazım. Çok dişli, kendi kuralları olan, belirlediği hedef üzerine giden biri. Bir şeyi kafasına taktı mı mutlaka elde eder. Olabildiğince romantik bir adam. Ve dönemin kurallarını elinin tersiyle itebilecek kadar da güçlü. Ben çok iyi yazıldığını düşünüyorum Nazım karakterinin. Üzerine çok kafa patlattım.
Sizin için Calibe’nin cazibesi nereden geliyor?
Deniz Çakır: Calibe bence çocuksu bir kadın. Senaryoda daha dişiliği üzerinden gidilmiş ama benim algıladığım ve sevdiğim Calibe, hayata hevesli ve çocuksu bir Calibe. Çünkü öbürleri çok oynandı. Ben de çok oynadım. Ne bileyim seksi olmaya çalışarak ya da “Her şey benim olsun” diye hırsından değil, hakikaten hayatında konfor görmemiş, konforun içine konduğu zaman da “Bir dakika ya, bunlar benim” diye heyecanlanıyor. Yokluktan gelen bir insanın bunu kanırta kanırta yaşama isteği, bu çok anlaşılır bir şey. Oradan yanaşmaya çalıştım, öyle olunca da Calibe bana çok eğlenceli geldi.
“Bana geçerli bir neden sunulmadan asla karakterimi değiştirmem”
Neden istediniz bu dizide oynamayı?
Deniz Ç.: Çok sevdim Calibe’yi ben.
Bir de TMC ile daha önce çalışmadım ama hep duyduğum, setlerin ne kadar güzel olduğu, iyi insanlar oldukları. Güler yüzlü, güzel insanlarla, işini seven insanlarla çalışmak öncelikli benim için. Tabii ki senaryodan sonra. Takıldığım şeyleri söylediğimde çok güzel karşılıklar aldım, senaryo ekibiyle o paslaşmayı kurabilmek de çok önemli. Çünkü bir karaktere
hayat veriyorsun ama bir bölümde
bir şey yapıyorsun, öbür bölümde ona
çok tezat bir şey olduğunda ona inandırması gerekiyor, en azından beni. Yoksa sevmem bu işi, sevmediğim zaman da memuriyet gibi yapamam.
Ama televizyonda karakter birden yön değiştirebiliyor...
Deniz Ç.: İşte ben daha önce öyle bir şey yaşadım ve çok mutsuz oldum.
Bir kadın yaratıyorum ben şimdi, inanmadığım bir durum olursa o benim mesleğime çok büyük ihanet olur.
Benim bu mesleği yapış amacım bu değil, ben hakikaten üstüne para verip oyunculuk yapabilirim. Bu benim hobim, bunun kirlenmemesi gerekiyor.
Fikret K.: Ben geçerli bir neden bana sunulmadan asla karakterimi değiştirmem. Gerekçesini bana senaristlerim ve yönetmenim izah edecekler. Yoksa asla çalışmış olduğum karakterin birdenbire manyağa dönmesini kabul edemem.
Bu seyirciye de hakarettir.
Yapımcı diretirse ne olacak?
Fikret K.: Karakterimin nedensiz bir şekilde 180 derece değişmesi beni zedeler, oyunculuğumdan soğutur ve ben artık
o sete gitmek istemem. Bunlar başıma geldi. Bırakın beni, bu seyirciye karşı saygısızlıktır. Zaten böyle bir şeye benden önce Erol Bey (Avcı) izin vermez.
“Ellerim oyunculuğumdan daha yetenekli, ben aşçı sülalesinden geliyorum”
Yıllar heyecanınızı hiç azaltmamış gördüğüm kadarıyla...
Fikret K.: Yok, azaltmadı. Azaldığı
an ben giderim, ya Türkiye’de ya da Avrupa’nın bir yerinde otururum, inzivaya çekilirim, çok da fazla yaşamam. Bu heyecandır beni ayakta tutan.
Televizyona karşı da mı aynı heyecanı duyuyorsunuz?
Fikret K.: Bir oyuncu olarak “Ben televizyonda şöyle oynarım, sinemada da başka türlü bakarım” diye bir şey yok benim için. Bu saygısızlığı önce kendime yapmam, yaparsam da anında o işi bırakırım, giderim balığımı tutarım.
O güne gelebileceğimi düşünmüyorum. Yoksa yapılabilecek çok iş var, ne olacak? Arkadaşlarımızın çoğu bar açıyor, daireler alıp onları kiraya veriyorlar. Çok basit, benim ellerim oyunculuğumdan daha yetenekli. Hemen ya Etiler’de ya da Bebek’te bir lokanta açarım, kuyruk
olur herkes. Bu kadar da iddialıyım.
Çünkü ben aşçı sülalesinden geliyorum.
Yok mu böyle bir hevesiniz?
Fikret K.: Hayır yok efendim.
Ben istiyorum ki kendi seçtiğim mesleğimde yüceleyim. Hep bana söylenmiştir, “Ya Fikret, ya oyunculuk biterse, bir yerde tıkanırsan?” Sebep?
Niye tıkanıyorum? Hiçbir zaman aklımdan böyle bir şey geçmedi. “Yaşlanacaksın” tamam, yaşlanacağız... “Emekli olacaksın”, niye emekli oluyorum? Oyunculuk, sanat, bir gün oturduğumuz yerde tık diye düşünceye kadar devam edebilecek ve büyüyebilecek bir şey. Tuncel babamın (Kurtiz) cenazesini hepiniz gördünüz.
O 45 yaşında vefat etmiş olsaydı, o cenaze bu kadar büyük olmayacaktı. Ve sapasağlam ayakta, işini yaparken gitti. Kafasından hiçbir zaman “Apartman alalım, kiraya verelim” geçmedi.
Deniz Çakır
“Aşk için bir şeylerden vazgeçerim, aşktan vazgeçmem ama”
Dizi Fatma Aliye’nin romanından esinlenmiş ve illa kadının ilk aşkına saplanıp kalması gerekmediği gibi bir iddiası var. Aslında dönemine göre epey aykırı bir durum...
Evet, dönem itibarıyla bir kadının yapacağı şeyler değil. Biraz cesur ve kendini düşünüyor, “Ben” diyor önce, “ben seni çok bekledim, artık kendimi seçiyorum”. Tamamen anı yaşayan bir kadın. Hayat felsefesi “Hayat bir gündür, o da bugündür”. Yarın bir şey olup değişebilir, biraz hoyrat tarafları da var ama dönem itibarıyla cüretkar ve bir cümlesi
olan bir kadın.
Siz aşk için çok şeyden vazgeçebilir misiniz?
Hayatın merkezine tek bir şeyi koymamayı öğrendim. Eskiden oyunculuk da benim için çok başka, çok tapındığım bir şeydi. Şimdi öyle değil. Çok seviyorum ama vazgeçemeyeceğim bir şey değil. Yarın dansçı olmaya karar verebilirim ya da “Şarkı söyleyeyim artık” diyebilirim, bir kreş açabilirim. Yani hayatın merkezine tek bir şey koyup tapınırcasına onun için her şeyden vazgeçmek duygusunu çok doğru bulmuyorum. Aşk yine de birçok şeyin çok üstünde. Gerekiyorsa aşk için bir şeylerden vazgeçerim, aşktan vazgeçmem ama.
Neler mutlu ediyor sizi peki?
Gerçekten iyi insan görmek çok mutlu ediyor, yüreğini görebildiğim güzel insanlar... Şu an siyaset, dünya, hayat bize çok pozitif bir tablo sunmuyor ama art niyetsiz ve iyi bakan, iyi bir cümle kuran bir insan bana umut veriyor. Gerçekten bir günde değişebilir her şey.
FİKRET KUŞKAN
“Sanat ağlak, donanımsız ve yetersiz insanların yeri değildir”
Oyunculuğun er meydanı tiyatrodur inanışı yaygındır...
Aman, yıllardır aynı terane. Artık bu bitti, böyle bir şey yok. O büyük bir zavallılık. O 1990’ların cümlesiydi.
Siz niye tiyatro yapmıyorsunuz, benim sorum o...
Tiyatro, resim, heykel, çamur, cam, sinema, kendi filmimi çekmek, şiir kitaplarımı çıkarmak için 10 yıllık bir zamanımı satın almam lazım. Böyle bir boş zamanımı satın aldığım an, ilk yapmak istediğim şeylerden biri tiyatro. Ama ben yıllardır sahnede oyunculuk yapmıyorum ve bunun beklentisi var Türkiye’de.
O beklentiyle o galaya gelecek insanları hayal kırıklığına uğratamam. Bir de kendime hakaret edemem. Çok iyi seçilmiş, üzerine çok kafa patlatılmış bir oyunla sahneye çıkarım ben. “Boş zamanlarımda tiyatro yaparım” cümlesi benim için koca bir yalan. Bütün bunları yapabilecek yeterli boş zamanımın olmasını çok isterdim. Keşke Sabancı’nın torunlarından biri olsaydım. Bana düşen bütün serveti çatır çatır film çekerek yerdim. Belki böyle olmaması benim için daha iyi olmuş olabilir. Onu da bilemeyiz. Yaptığım her hata bende büyük travmaya yol açar çünkü mükemmeliyetçi bir yanım var.
O yüzden hep baştan temkinliyimdir. Bir yığın hikayem, anlatacak derdim, senaryolarım var, ben de çekerdim
bir film, ne olacak ki? Hayır, eğer
o film doğru bir film değilse, çatır çatır yakarım ben o filmi, yanında da kendimi. Benim bakış açım bu. Çünkü uğraştığınız alan, kendi içinde faşist bir alan. Sanat faşizandır, sanat serttir. Ağlak, donanımsız ve yetersiz insanların yeri değildir.
Röportajın tamamını Milliyet Sanat dergisinin nisan sayısında okuyabilirsiniz.