Pazar Bir canlı yayın sihirbazı

Bir canlı yayın sihirbazı

06.05.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

Geçen pazar onun kablosunu kestiler. O ise "Televizyonculukta bir kara pazar yaşadık" diye gösterdi tepkisini... Onu tanıyanlar, neler çektiğini ve ne tepki verdiğini tahmin edebilirler

Bir canlı yayın sihirbazı

Türkiye'nin en deneyimli naklen yayın yönetmeni: Musa Çözen can.dundar@e-kolay.net Şükrü Saracoğlu'nda Fenerbahçe-Denizlispor maçını yönetiyordu. Karşılaşmanın ikinci yarısında, yayın sırasında önce pilot kamerası yayından düştü. Sonra pilot altı kameralar yayın dışı kaldı. Ardından yanlardaki ofsayt kameraları kesildi.Stadın hemen yanındaki naklen yayın aracının içinde, cephede birer birer ordularını kaybeden bir komutan gibi çaresiz çırpınıyordu, O araçtan sahadaki kameralara uzanan metrelerce kablo, demir makasıyla kesilmişti.Karşılaşmanın sonuna geldiğinde sekiz kameranın altısı devre dışı bırakılmış, elinde sadece kale arkası kameraları kalmıştı. Yayını onlarla tamamladı.Çelik kabloları kesen profesyonel el hâlâ bulunamadı ama Lig TV'nin maçlarını yöneten Musa Çözen, o gün hayatının en zor canlı yayınını yaşadı.Çıkışta dedi ki: "Mesleğe 34 senemi verdim, ilk defa böyle şey gördüm. Televizyonculukta bir kara pazar yaşadık. Yayıncılık adına utandım."O 34 yılın son 20'sine tanığım ben...Musa Çözen'i 1988 yazında tanıdım. TRT'de yeni işe başlamıştım. Haber Dairesi'ni vekaleten yöneten Ali Kırca ile çalışacaktım. "Açık Oturum" adlı tartışma programında yapım sorumluluğu alacaktım.Ali Kırca beni programın yönetmeni Musa Çözen'le tanıştırdı. Tanıştığımız an, 40 yıldır tanışıyormuşuz gibi yakın davrandı.TRT'nin ağır kutularda 1 inçlik bantları vardı. Onlardan birini elime verdi, "Haydi şunu kap da işe başlayalım" dedi. Çekim nedir, montaj nedir, yayın nasıl yapılır, ondan öğrendim; yayıncılık dünyasında az rastlanan dostluğu, güven duygusunu, içtenliği de...Ali Kırca'nın "Açık Oturum"unda, Mehmet Ali Birand'ın "32. Gün"ünde, Güneri Cıvaoğlu'nun "Basın Kulübü"nde çalıştık birlikte...Birand'la birlikte sunduğumuz "Çapraz Ateş"in de yönetmeniydi, benim hazırlayıp sunduğum "40 Dakika"nın ve kimi belgesellerimin de... Geçen pazar, ekranda ağlamaklıydı: "Ömrümden 10 yıl gitti. Ağlayacak hale geldim. Çıldıracağım" diyordu. Kırşehirlidir. En tanınmış Kırşehirliler listesinde Uğur Mumcu'dan sonra gelir. Bir fırıncının oğludur. Gazetecilik mezunudur. Doğuştan gelen bir sempatikliği vardır.TRT'de Hüseyin Karakaş'ın yanında yönetmenliğe meyletmiş ve kısa zamanda kendini herkese kabul ettirmiştir. Görünüşü, aksanı, hal ve tavırlarından dolayı ilk bakışta yadırgayanlar olmuştur. Birand'a göre "köylü"dür; Cıvaoğlu'nun deyişiyle "kebapçı"... Ama işini gördüklerinde hepsi şapka çıkarmışlardır.Yanılmıyorsam, canlı yayında gerçekleştirdiği ilk mucize, TRT'nin tek kanallı döneminde, yayın kesildiğinde ekrana getirilen akvaryumda kımıldamadan duran balıkları hareketlendirmek için akvaryuma daldırılan eli görüntülemesidir.O günden sonra hakkındaki efsaneler, dilden dile anlatılmıştır. Fırıncının oğlu Tanıştığınızda sıcak, samimi, canlı, coşkulu bir yayıncıdır. Sonra yayın saati gelir. Yönetmen koltuğuna oturur. O "deli dolu" adam, "dolu"luğunu göstermek için "deli"liğini devreye sokar; dişleri, tırnakları uzar, içindeki canlı yayın canavarı ortaya çıkar. O andan itibaren en iyisi ses etmeden olup bitecekleri beklemektir.Olup bitecek ise şudur: Canlı yayın aracı denilen TIR'ın yönetmen koltuğu önünde bir mikrofon vardır. O mikrofondan kameramanların kulaklıklarına ulaşır. Onlara çekim için talimatlar verir. Her bir kameramanın yakaladığı görüntü, yönetmenin karşısındaki monitörlere gelir. O monitörlere yansıyan, bazen farklı parti liderlerinin görüntüleridir, bazen bir derbi maçının futbolcuları, bazen bir caz grubunun sanatçıları...Musa için hiç fark etmez. O, en iyi görüntüyü seçip o anda yayına vermenin telaşındadır. İki ruhludur Normalde hangi kameranın görüntüye verileceğine yönetmen karar verir, bunu yanında oturan "resim seçici"ye bildirir. Ama Musa o kadar aculdur ki, söyleyerek vakit kaybetmek istemez; kendi resmini kendi seçer.Onu canlı yayında kameramanlarıyla konuşurken izlemelisiniz; fırtınalı bir denizde kadırgasının yelkenine tırmanmış bir kaptan gibidir. "Haydi yiğitlerim" diye yayına girer.10 gözlü bir dev edasıyla, aynı anda 10 kameraya bakar, talimat çakar. Seyirciden, hakemden, yedek kulübesinden detaylar seçer. Bir yandan da maçı izler, futbolculara taktik verir. Birçok tartışmalı pozisyon, ceza getiren tezahürat, sahaya atılan madde, onun görüntüleri sayesinde belgelenmiştir.Maç gerginse o da gerginleşir. Kendi deyimiyle "poşetli küfürler" savurur. Maç sıkıcıysa bir Kırşehir türküsü tutturur, kameramanlara Neşet Ertaş'tan türküler okur. "Haydi yiğitlerim!" Ya da muzipliği üstündedir; stadyumun çevresindeki evlerden birine zoom yapar. Salondaki televizyonundan maçı izleyen adamın, birden ekranda kendisini görünce ne yapacağına bakıp eğlenir.Sahada ofsayt pozisyonlarını o yakalar; bazen bilerek, bazen bilmeden tribünde görüntülediği çiftleri de "ofsayt"a düşürdüğü olmuştur.Yayın esnasında kullandığı jargon, pek yabancıların anlayacağı cinsten değildir: "Hamam tası gümüşten" diye gürler; kameramanlar hatalarını anlarlar.Defalarca yaşadığım için bunun ne anlama geldiğini iyi bilirim. Canlı yayında karşınızda ciddi bir konukla son derece ciddi bir mevzu konuşurken kulağınızda onun sesini duyarsınız: "Mal batıya kayıyor; topa gir!"Bu, "Adam uzattı, seyirci kaçıyor. Lafını kes" demektir. Gülmeden yayına devam etmek de ayrı maharettir. Poşetli küfürler Meclis'ten yaptığı canlı yayınlarda Genel Kurul salonunda mışıl mışıl uyuyan milletvekillerini görüntüleyerek ününe ün katmıştır.Ustalığı, olayları yakalamak kadar, aynı anda muhatapların tepkilerini yansıtmaktaki becerisindendir.Bu yönüyle ideal bir açık oturum yöneticisidir. O konudaki başyapıtı da 1983'te TRT'de yönettiği liderler zirvesidir.Özal, Sunalp ve Calp'in katıldığı o oturumda Çözen'e yayın öncesi "Askerlerin Sunalp Paşa'nın öne çıkarılması yönündeki ricası" iletilir. İyi de Sunalp Paşa, Çözen'in deyimiyle ekran için "iyi malzeme" değildir. Durgundur. Sinirlenince tikleri atar. Çözen ne kadar kaçmaya çalışsa da bu tikler göze batar.Asıl "iyi malzeme" olan Özal ise, Fenerbahçe maçındakini andıran bir sabotajla bir spot "arıza"sına kurban gitmiş, yüzü biraz karartılmıştır. Ama tartışma başlayınca Özal, konuşmalarıyla yayının kaderini belirler. Calp "Köprüyü sattırmam" diye masayı yumruklayınca yayın tam Musa'lık hal alır. O da askeri, talimatı, ricaları filan unutup Özal-Calp ikilisinin tartışmasına odaklanır. Sonuçta Sunalp ekrandaki gibi sandıkta da silinip gider. Seçim yarışı ekrandaki ikili arasında geçer ve Özal, yine Musa'nın tabiriyle "malı götürür".Liderler, Türkiye'yi yönetir; Musa ise liderleri... Liderleri yöneten adam Mehmet Ali Birand, 1985'te Musa Çözen'le tanıştığı günü "32. Gün" (Milliyet, 1995) kitabında şöyle anlatıyor:"32. Gün başladığında programın stüdyo bölümlerini Brüksel'de çekmek zorundaydık. Ali Kırca Brüksel'e gelirken yanında yönetmen Musa Çözen'i de getirdi. Çözen'i karşımda ilk gördüğümde irkildim. Ali'ye yavaşça yanaştım:- Sen emin misin bizim işi bu adamla götürebileceğimizden?- Neden?- Neden olacak! Tek kelime yabancı dil bilmiyor. Sanki Anadolu'nun en ücra köşesinden dün kopup gelmiş gibi bir hali var. Konuşması bile doğru düzgün anlaşılmıyor. Nasıl bu işin altından kalkacak, bu programı nasıl yönetecek?Ali hiçbir şey söylemedi. Yalnızca güldü.Musa da bu fısıldaşmalardan bir şeyler döndüğünü anlamış olacak ki, bir punduna getirip benim yanıma geldi:- 'Baba' dedi, 'sen hiç merak etme. Ben dangul dungul konuşurum ama bu işi de çok iyi yaparım.'Haklıymış, hem de nasıl haklıymış! O Anadolu'nun bağrından kopup gelen Musa, tek kelime yabancı dil bilmeyen Musa, söyledikleri pek iyi anlaşılmayan Musa, bizim Belçikalı prodüktör Philip Delmot'a el kol hareketleri aracılığıyla hangi görüntülerin bulunacağını, nelerin yapılması gerektiğini, neyin ne zaman gireceğini bir bir anlattı.Hem konusuna son derece hakim, hem sadık, dürüst, işine bağlı bir adamdı. Benimle birlikte '32. Gün'de aralıksız 10 yıl boyunca çalışan tek adam oldu. Yolumuz hiç ayrılmadı." "Musa'yı ilk gördüğümde irkilmiştim" "Latife" oyununu çekerken sahnedeki Dilek Türker'in kol hareketlerinden detay vermesi için onu çeken kameramana "Avradın koluna gir" dediği, bunu Türker'in duyduğu ve "Kameraman neden koluma giriyor?" diye sorduğu sıkça anlatılır.Bir başka efsane olay Chris de Burgh konseridir. Hiç dinlemediği bu sanatçının konserini çekmek için geldiğinde "Hangisi bu herif?" diye sormuş, "Şu boynunda gitar olan" cevabını alınca işe koyulmuştur.Kameramanlar "Gıygıyı ver" komutuyla viyolonsele, "Zurnacıyı ver" komutuyla saksofona dönmüş ve konser kusursuz kaydedilmiştir.Bunu nasıl başarabildiğini sorarsanız, atkuyruğu ve küpesi olmayan yönetmenlere yönetmen demeyenlere dokundurarak yanıt verir:"Babam fırında hep Pavarotti dinlerdi." Avradın kolu