Pazar "Bir edebiyatçı göklerin bilgeliğine ve mitolojiye sırtını dönemez"

"Bir edebiyatçı göklerin bilgeliğine ve mitolojiye sırtını dönemez"

23.09.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

24 Eylül'de Terazi burcuna gireceğiz... R. Hakan Kırkoğlu'nun bu ayki konuğu da bir Terazi burcu olan Buket Uzuner. Ünlü yazar "İnsanların bilgisiz olduğu ilk çağlarda gökteki yıldızlarla ilişkileri başlıyor, o yıldızlara isim koyuyorlar ve bu da hikayeciliğin, hikaye etmenin bir açıdan başlangıcı oluyor. Bir edebiyatçı göklerin bilgeliğine ve mitolojiye sırtını dönemez" diyor

Bir edebiyatçı göklerin bilgeliğine ve mitolojiye sırtını dönemez

Astroloji aynasında Bir astrolog tavrıyla sorsam da, itiraf etmeliyim, Buket Uzuner'i uzun bir süredir tanıyorum. Onunla Terazi'nin estetik arayışından kırmızı tren tutkusuna, mitolojilerden İstanbul'a ve "İstanbullular" kitabına kadar geniş bir yelpazede konuştuk. İstersen birbirimize "sen" diye hitap edelim çünkü seninle mahalle arkadaşıyız ve şimdi böyle sizli-bizli olmak konuşmamızı yapaylaştıracak sanki... İzin verirsen, arada ben sana hep yaptığım gibi "Müneccimbaşım" diye takılayım mesela. Yazarlar gece doğmayı tercih ediyor galiba. Gece dişildir ve bilinmeyeni içerir. Siz de gece 03.00'te dünyaya merhaba demişsiniz. Sende böyle güçlü bir enerji görüyorum. Terazi burcu olarak bir yanda oldukça feminen, zarif ve ilişkilere yöneliksin ancak Koç da "Ben buradayım" diyen bir çocukluk içinde. Otobiyografinde de "Çocukken güçlü takıntılarım (kırmızı tren gibi) var" diyorsun. Kırmızı, Mars'ın yani Koç burcunun da rengi. Bu güçlü enerjilerle, tutkularla nasıl baş ediyorsun ve nasıl bir sentez peşindesin?Öyle şahane anlattın ki, şimdi hem güzeller güzeli hem güçlü, bir omzunda bilgelik sembolü baykuşuyla güzel sanatların da tanrıçası muhteşem Athena yanı başımızdaymış gibi hissettim. Benzetmen de hoşuma gitmedi desem yalan olur! Üstelik sorunun altı çok güçlü bir metinle desteklenmiş... Hakikaten hoş bir giriş oldu. Tamam. Doğduğunda Ay dolunay aşamasındaymış ve savaşçı Koç burcunda parlıyormuş. Bu bana Athena'yı hatırlatıyor. Savaş Tanrıçası Athena bilgeliğe de sahip. Zaten omzunda her zaman bir baykuş duruyor. Athena güzel sanatlar, şiir ve edebiyatla da ilgili. Sanki sorularını yanıtlamaktan sürekli kaçıyormuşum gibi oluyor ama ben konuyu yine başlangıç noktasına çekeceğim izninle. Çünkü bu konuşmayı okuyanlar, nasıl tanıştığımızı bilirlerse anlattıklarımızdan daha çok keyif alabilirler. Bir astrolog olduğunu bilmeden seninle tanıştım ve arkadaş oldum. Sık sık yazı yazmak, kahve içmek için gittiğim bizim mahallenin kafesinde benzer saatlerde gelip karşı masada oturan, son derece şık, zarif, yakışıklı genç bir adam görüyordum. Sen de kitap okuyordun. Ülkemizde çok nadir, hatta tuhafımsı bir durumdur bu! Bir kafede kitap okuyan erkek çok ender görülen bir profil. Tabii bu durum ilgimi çekiyordu. Sonra selamlaştık, konuştuk, çok uzun zaman sonra senin astrolog olduğunu anladım. Evet, ateşli ve barutlu bir giriş, çok hazırlıklı. "30 yıl nazara inanmadım, anne olunca inanmaya başladım" Olabilir. Benim mistisizm ve mistisizme bağlı olan diğer ilgi alanlarıyla ilişkim zayıf. Oysa özellikle bizim gibi ülkelerde, doğulu ülkelerde mistisizmin, masalların, gökle ilgili mitolojierin hayatın ne kadar içinde olduğunu biliyoruz. Köklerimizde var çünkü Şamanmışız biz. Yani hangi dine geçerse geçsin, o Şamanlık çok güçlü kalıyor. En ateistin bile nazara inandığı bir ülkede yaşıyoruz. Ben de mesela 30 yıl nazara inanmadım ama daha anne olduğum gün inanmaya başladım. Belki astrolog olduğumu daha önce bilseydin, bu kadar rahat yaklaşamayabilirdin. Anneliğin en güçlü güdüsü çocuğunu koruma duygusuyla çatışan korkunla başa çıkamıyorsun ve ninelerin gibi nazara sığınıyorsun. Nazar boncuğunun mavi olması, biliyorsun yabancılıkla ilgili çünkü mavi göz yabancıya ait. Doğuya işgale-yağmaya gelen mavi gözlüler herhalde ve bu bağlamda "Kötülük yabancıdan gelir" diye yorumlanmış olmalı.Her neyse, seninle ilgi alanlarımız çok benziyor. En önemli ilgi alanımız mitoloji. Edebiyatçıların, yazarların beslendikleri en önemli kaynaklardan birisi mitolojidir. Ben de doğal olarak ilgiliyim, hatta çok önemsediğim John Berger'in bir cümlesi var. "İlk hikaye yazarları, ilk edebiyatçılar gökteki yıldızlara isim veren atalarımızdır" diyor. Sonuç olarak şunu söylemek gerekiyor: İnsanların bilgisiz olduğu ilk çağlarda gökteki yıldızlarla ilişkileri başlıyor, o yıldızlara isim koyuyorlar ve bu da hikayeciliğin, hikaye etmenin bir açıdan başlangıcı oluyor. Bir edebiyatçı göklerin bilgeliğine ve mitolojiye sırtını dönemez. Tabii bir koruma güdüsü ile alakalı; gözden ırak tutmak gibi, göz şeklinde, kötü göz... "Ezilenlere, azınlıklara karşı bir koruma güdüsü var bende" Bu ne demek, ben bunları hiç anlamam! Dolunayda doğmuşsun. Neyse ki kendime acımayı sevmiyorum, yoksa bu anlattığın durum hiç de özenilecek gibi değil. Babam benimle hep çok ilgili, bana değer veren bir insandır. Bak doğduğum günle ilgili her türlü bilgiyi yazmış, saklamış. Haritan üzerinde konuşuyorduk. Terazi'nin feminenliği, güzelliği kolay yakalayabilme kapasitesi var. Bir yandan da bir elinde kılıç tutan Athena yönün var. Belli noktalarda çok doğru, çok direkt, kendini alamadığın, sabırsız ve içten davrandığın taraflar da var. Bu kırmızı. Terazi de mavi tarafını yansıtıyor. Dolunayda doğmuş olmak tahterevalli üzerinde sürekli inip çıkmak gibi... Benimle ilgili her şeyi not etmiş ama bu dolunayı yazmamış. Senden duyunca biraz bozuldu, "Benim bilmediğim bir şeyi elin yabancısı nasıl bilir?" diye. Yaşı ne kadar ilerlese de baba-kız ilişkisi böyle bir şey işte. Gece doğmuşsun, Ay da tam tepede parlıyor. Halbuki anne olmaya çok hevesli bir kız çocuğu değildim. 30 yaşında aniden çok istedim ve öyle anne oldum. Annelikten çok, hep astronot ve denizaltı kaptanı olmak istiyordum. Ay anneyi de temsil ediyor. Bugün Astrodatabank'ta bir araştırma yaptım. 31 bin 700 kurgu yazarının yüzde 60'a yakını gece doğmuş. Sence bu bir rastlantı olabilir mi? Gece doğmuş olmak... Gece dişi olduğu için daha yaratıcı, daha hayal gücüne açık, daha kolay hayal kurabiliyor; diğeri aksiyona ve eyleme dayalı, erkil ilke olarak. Bu anneyi de temsil ediyor; anne figürü, anne olmak... Evet, denizaltıyla dalan ilk sivil Türk kadını olduğumda üzerimde kırmızı jean tulum vardı zaten! Aslında öğretilmiş rol modellerine hep karşı durmuşum. Bebeklerle pek oynamadım mesela. Serüven severdim ben. Bebekle serüven olmaz! Mesela çocuk masallarında hep erkek kahraman vardır ama hiç kadın kahraman yoktur. Kırmızı ayakkabılarınla mı? Ama sadece kadın için değil; ezilenlere, azınlıklara karşı bir koruma güdüsü var bende. Kadına karşı demek ki sürekli bir dengeleme ve adil olma hali. İşte Athena'nın kılıcı, Terazi burcunun denge arayışı gibi. "Renklerle oynamayı seviyorum" Yıllardır balık resimleri yapıyorum gizli gizli ama onları bir sergiye koyacak kadar önemsemiyorum. Kendi adıma renklerle oynamayı çok seviyorum. Renklerle ve tasarımla çok ilgiliyim; tasarım sergilerini, yarışmalarını takip ederim. Venüs de Terazi'de, Neptün de Terazi'de, Merkür de Terazi'de... Bu kadar Terazisi olan bir insanın modayla da alakası olabilirdi. Zaten onları da taşıyorsun üzerinde; renklerle, çizmekle ve bunları da sürekli olarak yapıyorsun sanırım. Beş yılda bir roman yazabilmek burada ortaya çıkıyor belki de. Bazen roman araştırma ve yazma aşamasının şöyle üçüncü yılında falan öyle bunalıyorum ki, o zaman öyle özeniyorum ki o her yıl bir roman yazan arkadaşlara... Ama her konuda biraz titizim galiba. Mesela "İstanbullular"ı iki yılda çıkarabilirdim, hazırdı ama araştırma yapmamı gerektiren, içime sinmesi gereken yerler vardı, o yüzden dört yıl sürdü. Başak yükselenden gelen daha ince eleyip sık dokuyan tarafın da var; daha sabırlı ve işçi bir tarafın da... Bunlar birleşiyor, bir zanaatkar ortaya çıkıyor. Daha doğrusu, didiklediğim. Hayat çizgin açısından bakınca sen Terazi'de doğmuşsun. Yaklaşık olarak 20-21 yaşlarında, hayatında yeni bir kesişim var. Yeni bir kulvarın ortaya çıkmış olması lazım. Bu bizi 1973-76'ya götürüyor. Güneş Akrep burcuna girmiş, zaten Satürn de burada. Bilinçli olarak kendini daha fazla analiz ettiğin, daha fazla kazıdığın ve mahvettiğin bir dönem. "Asıl gençliğimi tek başıma yollara düşünce yaşadım" Ben o sırada üniversite öğrencisiydim. Ortalık toz duman. Birkaç yıl sonra okulu bitirdim ve her şeyi bırakıp yollara düştüm. Haritanda su zayıflığı olduğu için tabii (sağaltan bir enerji su), sen burada yaralar açmaya başlamışsın. 1975'te de Merkür'ün düze dönmüş, bu da alakalı. Burada bir dönem başlıyor olmalı. Burslu mastır için iki ülkeye başvurdum, biri hemen çağırdı. Norveç'ti. Bu kadar Akdenizli ve doğulu sıcak bir ülkeden sonra o sırada, hele 80 öncesinde, birdenbire hayatıma hiç tanımadığım bir Viking ülkesi girdi. Bergen kentine sırtımda bir çanta, cebimde bir pasaportla, 100 dolarla gittim. Hayatım tamamen değişti ama bu benim çok istediğim bir değişiklikti. Çocukluk ve ilkgençlik bitti. Asıl gençliğimi tek başıma yollara düştükten sonra yaşadım diyebilirim. Bir yaşamsal dönüm noktası oldu sanki. Fakat bundan önce, 18-19 yaşlarında da Attilâ İlhan'la karşılaşmam var, o da önemli. Edebi dönüm noktası denebilir pekâlâ. Liseden beri hep yazıyordum zaten. Ama üniversitede fen okuyordum. "Bilim insanı olacağım" diyordum. O sırada Attilâ İlhan'a gittim. O Bilgi Yayınevi'nin editörüydü. Destekledi beni ve iyi okur olmam için yön göstermeye başladı. 1980 öncesi... "İstanbul'dan umudumu asla kesmem, fanatik İstanbulluyum!" Eğer farklılıklarımızdan zenginlik üretmeyi yeniden denersek İstanbul geleceğin başkenti olabilir. Bereketi ve güzelliği kadar dikkafalılığıyla da ünlü bir şehir İstanbul. Eğer onu şimdiki gibi çok üzer, yakıp yıkarsak, kaba saba yaşamlara zorlarsak o da ya depremlerle sallayıp sarsacak bizi ya da belki sonunda intihar edecek! Zaten şimdi küresel ısınma ve denizlerin yükselmesi tehlikesi de var. Her iki halde de kaybeden biz olacağız çünkü İstanbul küllerinden yeniden doğar.İstanbul 24 saat uyumayan enerjisiyle ve sanat aktiviteleriyle son 10 yıldır büyük bir dönüşüm yaşıyor. Bunun altında yatan büyük bir geçmişin varlığı İstanbul'a "vintage" bir güzellik katıyor. Göç konusu da önemli. Göçler büyük şehirleri kozmopolit yapan etkenlerden biri. Göçler enerji, yenilik, işgücü, kültürel ve sanatsal zenginlik katıyor İstanbul'a. Elbette sorunlar, zıtların çatışması, kültürel zorlanmalar yaşanıyor, yaşanacak da... Bütün mesele göçenlerin kültürlerine de şehirliliğin kriterlerine de evet denmesi gerekliliği. Demokrasi, başkalarına, azınlıklara, kadınlara eşitlik... Yani İstanbul'u köye dönüştürmek yerine yeni gelenleri kendi renkleriyle kentlileştirebilmek. Ben İstanbul'dan umudumu asla kesmem, fanatik İstanbulluyum! Sen aynı zamanda bir gezi yazarısın. Biyografinde "Şimdi İstanbulludur" sözü geçiyor, son romanın "İstanbullular" adını taşıyor ve çok değişik eksenlerde yeniden kimlik meselesi üzerine odaklanıyor. Geçtiğimiz günlerde bir Fransız astrolog bana "İstanbul geleceğin kenti olacak, Paris öldü" dedi. Sen ne düşünüyorsun? "Hayatımın en önemli ilişkisini bitirme cesaretini gösterdim" Mükemmeliyetçilik ve kararlılık gibi beni yoran iki berbat özelliğim konusunda son yıllarda beni çok mutlu eden daha bir esneklik, olgunluk halleri yaşamaktayım. Her halde yanlışlarımdan ve deneyimlerimden bir şeyler öğrenmeye başladım diyorum ama sen Yay burcuyla açıklıyorsun bunu. Sonuçta aynı yere geliyoruz seninle ama yöntemlerimiz farklı. 2006'da Yay'a terfi ettin. Dört yıl önce mi? O sıralar özel hayatımda çok önemli bir dönüşüm yaşadım. Tam 2003'te. Uzun zamandır bitirilmesi gerektiğini anladığım, artık beni yıpratan ama bir türlü bitirmeye gönlümün elvermediği hayatımın en önemli ilişkisini, beraberliğini nihayet bitirme gücünü ve cesaretini gösterdim. Peki son dört-beş yıldaki Akrep'ten Yay'a geçişine bakalım.

Yazarlar