Pazar - Bu ders neye yarıyor? - Hiiiiç!

- Bu ders neye yarıyor? - Hiiiiç!

05.09.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

Ben kütüphanede aradığımı nasıl bulacağımı 21 yaşında, üstelik mecburi bir derste öğrendim. Eğer o günlerde bana "Bu ders bir işe yarıyor" deseydiniz, "Git işine" diye cevap verirdim

- Bu ders neye yarıyor - Hiiiiç

Fakat işte derse devam mecburiyetimiz vardı. Hocalarımız için bu ders çok mühimdi. Çünkü bize bir şey ezberletmiyorlardı. Bize bir yöntem öğretiyorlardı. Mezun olduktan sonra da bize lazım olacak bilgilere ulaşabilelim diye. Kendi alanımızdaki gelişmeleri takip edebilelim diye. Biz tüm o utanç ve utandığımız belli olmasın diye yaptığımız türlü çeşitli maskaralıklar arasında araştırmayı ve bulmayı öğrendik. Ve bir sene sonra da, eğer o dersin devam mecburiyeti olmasaydı, hiçbirimizin dördüncü sınıf derslerini veremeyeceğimizi öğrendik.Elbette o günlerde bana "Bu ders neye yarıyor" diye sorsaydınız, "Hiiçç!" derdim. "Bu ders bir işe yarıyor" deseniz, "Git işine" diye cevap verirdim. Bizim üniversitede üçüncü sınıfta bir dersimiz vardı. Kütüphane dersi. Sınıfça kütüphaneye gidiyorduk. Başımızda bir hoca. Kabus gibi. Hani ilkokul çocuklarını böyle sürü sepet gezdirirler ya. Bizimki de aynen öyle. Fakat bir farkla. Biz eşşek kadarız. İşi komikliğe vurmaya çalışıyorduk ama ölesiye utanıyorduk. Ve elbette o esnada kütüphanede olan herkes tarafından da acayip aşağılanıyorduk: "A aa, şunlara bak. Hah hah!" Geçenlerde bir arkadaş; yaşça benden çok küçük, dil desen pabuç kadar olanlarından bir tanesi "Ünsal Oskayı niye böyle abartıyorlar, anlamıyorum" dedi. "Ben iki tane dersine girdim, oradan oraya zıplayıp kafayı çorba kıvamına getirmekten başka bir şey yapmıyor. O daha net hiçbir şey söylememişken, ders bitiyor."Masada Ebru Çapa da vardı. "Pardon!" dedi, hakikaten çok şaşkın: "Sen az evvel ne dedin? Ben yalnızca onun derslerine girmek için giderdim okula." Ben Ünsal Oskayın hiç dersine girmedim. Çünkü iletişim fakültesinde okumadım. İletişim okusaydım, en sevdiğim hocalardan biri olacağına eminim. Zira Ünsal Oskayın çok saygı duyduğum kimseler tarafından çok saygı duyulan bir hoca olduğunu bilirim. Yazdıklarını da bilirim. Ama bunları bilmiyor olsaydım bile; "malımı biliyorum" derler ya, işte o hesap, Ünsal hocadan haz etmeyen arkadaşımı iyi tanıyorum. Onun için ders; lisede olsun, üniversitede olsun fark etmez, mezun olmak için verilmesi gereken sınavlarda sorulacak soruların cevaplarının hap şeklinde sunulduğu bir 45-50 dakika manasına geliyor. "Bunlar böyle" dedim Ebruya. Ünsal hoca eğer hap cevaplar vermek yerine o cevapları bulmak için izlenmesi gereken yöntemi anlatıyorsa, ki bildiğim kadarıyla öyle yapıyor, bu çocukların buna sabrı yok. Öğrenmek değil, ezberlemek ve ezberledikleriyle sınavları geçmek istiyorlar.Sonra çocuğu pinpon topuna çevirdik; bir Ebru vurdu, bir ben. Ünsal hocanın derslerini takip etmediğini söylediğine onu bin pişman ettik. Ama niye o dersleri takip etmesi gerektiğine ikna edebildik mi? Hiç sanmam! Derste sınavda sorulacak soruların cevapları mı anlatılır? Ama bir yandan da çocuk haksız mı? Biz o kütüphanede kıvrım kıvrım kıvranmakta haksız mıydık? İlkokuldan itibaren dayayacaksın çocukların burnuna ezberi, ezberlemeyeni sınıfta bırakacaksın, her dersten ezberleyip ezberleyip geçmeye alıştıracaksın... Artık 20 yaşına geldiğinde de biri çıkacak, bambaşka bir ders ya da bir dersi bambaşka bir şekilde anlatıp seni beynini kullanmaya zorlayacak.Şimdi müfredat değişikliği, eğitimde reform, "öğrenmeyi öğrenme sistemi" falan konuşuluyor. Bir şey çıkar mı? Kim bilir? Zaten eğitim de öyle bir günde, bir yılda, hele bu öğretmenlerle 10 yılda, 20 yılda düzelmez.Ama bunların konuşulması bile kütüphanede aradığını bulmayı 21 yaşında, üstelik mecburi bir dersle öğrenen bana... Acayip iyi geliyor. Ezbere alışan çocuk 20 yaşında öğrenmeyi öğrenir mi? Hadi itiraf edin. Ehliyet sınavı için kursa gider gibi yapıp aslında gitmediniz, her şeyi kitaptan ezberlediniz, değil mi?Kursa gittiyseniz eğer, sanki o kursta öğretilenler araba kullanırken karşılaşacağınız şeyler değilmiş gibiydi, değil mi?Sanki trafik dersinde öğretilen trafik işaretleri yollarda yok. Sanki arabalar o derslerde öğretilen motorlar sayesinde hareket etmiyor. Sanki siz hiç kaza yapmazsınız, asla ilkyardıma ihtiyaç duymazsınız. Ehliyet için sürücü kursuna gitmek mecburi de... Kim gidiyor? Giden ne öğreniyor? Tek zevkiniz direksiyon dersleriydi, tek derdiniz diğer derslerdeki bilgileri ezberleyip ehliyeti kapmaktı değil mi?İşte bu yüzden Türkiyede trafik salt altyapı değil, aynı zamanda insan sorunu. Trafikte, sadece öküzlükten değil, hakikaten kimse doğrusunu bilmediği için de bir dolu şoför bir dolu hata yapıyor. Sadece trafik kazaları yüzünden değil, en basit ilkyardımı kimse bilmediği için de insanlar ölüyor. Ölüyor! Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Asla hiçbir işinizi son dakikaya bırakmayacaksınız. Peki bunu bilmek, bu bilgiyi hayata geçirmek anlamına mı geliyor? Katiyen. Abi, kırk yılda bir, bir şey öğreniyorum, onu da işime yarayacak şekilde kullanamıyorum iyi mi? Yine depresyona girdim şimdi. manik depresif köşe Tuhaf bir öğrenciydim ben. İlkokulda başarılıydım. Ortaokulda çok tembeldim. Hep zayıf alırdım. Hiç bütünlemeye kalmadıysam, sadece ve sadece tüm kompozisyon yarışmalarında il çapında ödül alıp durduğum, hatta bir kere Türkiye birincisi olduğum içindir. Polis haftası mı, "kahraman polislerle" ilgili döşeniyordum bir yazı. Öğretmenler Günü mü, "fedakar öğretmenleri" benden daha çok takdir eden yoktu. Orman haftasında en hakiki çevreci bendim. Enerji tasarrufunun savunucusuydum. Gelsin dolmakalemler, gitsin plaketler... Bir de tabii o kadar da düşük notlar almama rağmen, sözlü mözlü bir şekilde kurtarılıp bütünlemeye bırakılmıyordum. Sonra sıkıldım... Tüm bu yazılardan, bunca yalandan öyle bir yoruldum ki pat diye bir gün "özel gün ve haftalar" için kompozisyon yazmayı bırakmakla kalmadım, bu yazmak denen hadisenin topyekun sahtekarlık olduğuna da karar verip, yazı yazmayı tamamen bıraktım. Ve liseden okul birincisi olarak mezun oldum. "Ben Tuba Akyol değilim, bu bir şov" Ben bir daha hiç yazı yazmazdım esasında ama kader diye de bir şey var. Neyse... Şunu diyeceğim: İşte bizim eğitim sistemimiz böyle. 11-12 yaşında bir çocuğun minicik kabiliyetini bile saçma sapan mevzularla ilgili, üstelik o çocuğun hiç de inanmadığı övgüler düzmesine alet eden bir eğitim sistemi... Sadece gösteriş! Yalan dolan. İyi bişi değil.Bu arada yazının sahtekar olduğunu hiç unutmadım. Yazıyı yazan ben bile olsam ve samimiyetten çatlamak üzere olsam bile. Yazı, doğası gereği sahtekar. Çünkü yazı bir şeyi; bir hissi, düşünceyi, olayı tarif etmek için var. Ve tarif ettikçe gerçeklikten uzaklaşıyor insan.O yüzden "Ben Tuba Akyol değilim". Zagada Okan Bayülgenin söylediği gibi. O Zaga ama Zagada Okan Bayülgen, Okan Bayülgen değil. O bir şov. Eğlence programı.Köşe yazısı -kimseyi kızdırmayalım- benim yazdıklarım TVdeki eğlence programlarının gazete versiyonu gibi. Burası İdrak Yolları ama ben Tuba Akyol değilim! tubakyol@yahoo.com