18.12.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:
Özgü Namal ekibe yeni katılmasına rağmen konuşkan görünüyordu. Ama o da filmle ilgili tüm lafları Erdoğan'a bıraktı. Bizimle karşılaştığında çok esprili, hareketli, bir adam olan Tolga Çevik büyüklerinin yanında Erdoğan'ın dediğine göre "pusuya geçti", oturdu. Altan Erkekli ise gördüğünüz gibi. Zaten çok konuşmuyor, bir de Demet Akbağ ve Yılmaz Erdoğan hızında lafa giremeyince, cevaplamaya başladığında o sorunun üzerinden öyle sular akmış oluyor ki. Bir de tam bir şeye cevap verirken Yılmaz Erdoğan parmağını, böğrüne saplar gibi yapınca... Meğerse tiki varmış. Parmağınızı uzattığınızda fırlıyor.Yılmaz Erdoğan da durumu kabul ediyor: "Bizim Erdal Tosun'da soru işareti tiki vardır. Soru sor, tak diye cevap verir. O varsa, biz konuşamayız. Sonra farkına vardım aynı tik bende de var. Hiçbir soru hayatta cevapsız kalmasın! Bir soru sorulduğunda gereğinden fazla konuşuyorum ama dilimde yara çıktı yani. Şu iş bittikten sonra uzuuun süre çenemi kapatacağım."Kısaca, Türk sinemasında seyirci rekoru kırmaya alışık bir ekibin, BKM (Beşiktaş Kültür Merkezi) ekibinin, yazarın, yönetmenin yani Yılmaz Erdoğan'ın "Vizontele" ve "Vizontele Tuuba"dan sonra bir filmi daha geliyor. Bu cuma vizyona girecek olan "Organize İşler"de bu beşliden başka her filmlerinde olduğu gibi konuk oyuncu olarak Cem Yılmaz da rol alıyor. Türkiye'de 23 Aralık'ta 440 salonda seyircinin karşısına çıkacak olan "Organize İşler" aynı zamanda Almanya, İsviçre, Hollanda, Belçika, Fransa, İngiltere ve Avusturya'da da gösterime girecek. Tolga Çevik'in dayak yiyen bir Süpermen'i canlandırdığı filmde araklayanlarla araklananların hikayesi anlatılıyor. Bir de "çok romantik, saf" bir aşk. Biz beş kişiyle buluştuk. Şu her yerde adını duymaya başladığımız "Organize İşler" filmi için. Başroldeki beş kişi yani Yılmaz Erdoğan -ki kendisi yazan ve yöneten aynı zamanda-, Demet Akbağ, Altan Erkekli, Tolga Çevik ve Özgü Namal ile. Ancak sorularımızı genel olarak Yılmaz Erdoğan cevapladı. Hele onunla beraber sohbete katılan, atışan tek kişi olan Demet Akbağ da röportajın bir yerinde reklam çekimleri için aramızdan ayrılınca... Yılmaz Erdoğan: Vallahi şimdiye kadarki işlerimizde Yılmaz Erdoğan'sızını yaptık, Demet Akbağ'sızını yapmadık. BKM imzası hepimizi kapsayan bir şey. Tabii kadrosuyla tartışmıyoruz filmi. Ben olmayabilirim, Demet olmayabilir. Ama şunu açıklığa kavuşturmak gerekir. Demet Akbağ gibi bir oyuncuyu sen olsan oynatmaz mısın? Oynatmıyorsan hasta mısın? Demet Akbağ: Yılmaz önce fikri bulur. Ne yapmak istediğini bulur. Ama bana göre rol yazmaz. Yazar, sonra "Demet niye olmasın?" der. Allahtan ben de henüz birkaç yaşı halledebilen bir oyuncuyum. Onun senaryolarında da oynayabileceğim yaşların rolleriyle karşılaşıyorum. Yılmaz E.: Ama Özgü gibi ekip dışından insanları da katıyoruz. Bir daha film yaptığımızda niye Özgü olmasın ki? Demet Akbağ'dan daimi partneriniz olarak söz ediyorsunuz. Onun olmadığı bir film çekme ihtimaliniz var mı? Yılmaz E.: Şöyle bir yanlış anlama oluyor. Biz zaten iki senede bir film yapabiliyoruz. Her filmin de belli sayıda rolü var. Biz bir oyuncuyu oynattığımız zaman Sosyal Sigortalar Kurumu gibi onu kendimize bağlamıyoruz ki. BKM'lilik bizde bir şey oynamayla başlar ama oynamamayla bitmez. Tuba Ünsal ne oldu peki? Tolga Çevik: Benim gördüğüm kadarıyla burada insanların gerçekten inandıkları şeyleri yapıyor olmaları bu başarının sebebi. Biraz yağ çekme sorusu. Türk sinemasında rekorlar kıran filmler... Tiyatrolara gidilmiyor denirken BKM doluyordu. Bu işin büyüsü ne? Yılmaz E.: Ama bizim yazdıklarımız hep seyirciyi ilgilendiren konular. Seyirci empatisiyle iş yapıyoruz. Seyirciyi sıkmaya hakkım olmadığını düşünüyorum. Demet A.: Bence ikinci nokta da şu; biz seyircinin zeka seviyesini küçümsemiyoruz. "Bunu seyirci anlamaz", "Bu fazla popüler, ticari değil" gibi derdimiz yok. Biz kendi gülmediğimiz bir şeyi yapmıyoruz. Altan Erkekli: Bir de bizim dostluğumuz, sevgimiz bambaşka. Artık sahnede gözlerimizle birbirimizi yönlendirebiliyoruz. Ama inanarak yapanlar da var ve bu kadar gişe başarısı yakalayamıyorlar. "Kötü espri yapan ceza alır" Demet A.: Hiç de uyduruyor gibi olmadı.Özgü Namal: Hayır, bana niye muzip düştü onu anlamadım.Yılmaz E.: Benim sette sinirli olduğuma dair bir laf çıktı, bundan hoşlanmıyorum. Sette öyle bir gerginlik yok. Ama 150 kişiyi yönetiyorum. Bir otorite kurmalıyım. Herkes konuştuğunu bilmeli. Bizim sette kötü espri, saçma bir hareket yaparsan cezalandırılırsın. Demet A.: Senin adının sinirliye çıkması fazla dürüst bir adam olmandan. O kadar düşündüğünü söyler ki. "Kendini daha iyi hissetmek için git bir dinlen" demez. "Yapamıyorsun bunu" der. Nasılsınız sette, birbirinizi anlatsanıza. Uyduruyorum, Yılmaz sinirli, Altan sakin, Demet dengeleyici, Tolga çalışkan, Özgü muzip... Yılmaz E.: O bana fırça attı be. Yalan mı? Şahitler de var. Özgü N.: İlk gün, bir sahnede, ben bir şey yaptım provada. Onun üzerine 50 tane şey konuştuk. Denedik. Sonunda ilk yaptığım şeyi yaptım tekrar. "Oldu" dedi. Ben de "Bunu yapmıştım zaten" dedim. Bu kadar. Özgü Namal böyle bir tepkiyle ilk karşılaştığında, yani bir şeyi yapamadıysa bağırdığınızda ne hissetti? Yılmaz E.: Ben de herkes gibi başta Özgü'yü "Kurtlar Vadisi"nden biliyordum. Ama o dizi, yapısı gereği hiçbir komedi unsuru ortaya koymuyor. Tiyatroda, sahnede seyrettikten sonra Özgü'nün oyunculuk çapının daha geniş olduğunu, bizim için çok uygun olacağını düşündüm. Özgü Namal nasıl ekibe katıldı? Demet A.: Özgü söyle bakalım kızım. Öğrettiğim gibi her şeyi anlat. Özgü N.: O aile olmuşlukları bu tarafa yansıyor, önce bir ürkütüyor. Onların aralarına girmek ve kabul görmek... İki kat çaba harcıyorsunuz. Siz oraya gittiğiniz zaman oturuşunuz, kalkışınız, zeka düzeyiniz bile etkili oluyor. Demet Akbağ'ın, Yılmaz Erdoğan'ın olduğu bir yere gidiyorsunuz. Anladınız mı? "Kurtlar Vadisi"ndeki bilmem kimle oynamıyorsunuz. Ne kadar donanımlı olursanız o kadar çabuk kurtarırsınız. Onlar da şükür ki çabucak kabul ettiler beni. Bunların dışında diğer setlerden farklı olan, insanların komplekssiz olması. Çünkü ben öyle insanlar biliyorum ki, daha oyuncu olmadan o şekilde gelip duran... "Ne oldu ki abi şimdi sana? Oldun mu sen yani?" Ondan sonra bu kadar "olan" insanın -daha ne olacaklar ki yani- bu kadar mütevazı, bu kadar insan olmaları şaşırtıyor. Tolga Ç.: Başladı mı, durmuyor.Yılmaz E.: Hakikaten ya. Röportajı seninle yapsınlar. Özgü Namal'a sorayım. Bu ekipte ne gibi farklılıklar yaşadınız? Süpermen olma hayali Demet A.: Teknik bilgisi çok arttı. Yılmaz E.: Bu benim en sakin filmim oldu. "Vizontele"lerde çok gergindim. Ben sinemayla ilgili aletleri ilk kez "Vizontele"nin setinde gördüm. Bir de rekor kıramazsak batacağız üzerinden bir riske girmiştik... Demet A.: Bu set en az sesini yükselttiği set oldu. Kendiyle olan meselesini hallettiğinden... Şu üç filmde üçer beşer atladı merdivenleri. "Vizontele"den beri Yılmaz Erdoğan'ın yönetmenliğinde bir değişim, bir gelişim görüyor musunuz? Tolga Ç.: Evet, baba olduğum gündü. Yılmaz'ın belki bir gün önce verdiği bir karardı ve bana söyledi. O ana denk geldi ve orada açıkladı. Çok güzel bir anı oldu. Yılmaz E.: Hastaneye eli boş gitmedik. Bu filmin başrolünde Tolga Çevik var. Galiba çocuğunuz olduğu gün bu başrol size hediye gibi verilmiş. Tolga Ç.: Süpermen olmak benim yaşımdaki bütün gençlerin hayalidir. Biz onunla ve Christopher Reeves'le büyüdük. Siz "Süpermen Samet"siniz filmde. Süpermen'i sever miydiniz? Tolga Ç.: Çok temiz bir adam. Ben de Tolga olarak kötü değilimdir ama yeri geldiğinde kötü oluyorsun. Samet öyle değil. Yılmaz E.: En düzgün adam Altan yine. Samet "Böyle adam kaldı mı?" dedirtecek cinste bir karaktermiş galiba. Altan E.: Tiyatroda öyle bir rol oynadım. Sahtekar, işbirlikçi... Ama bu televizyondaki dizilerden ve sinemadaki rollerden sonra temiz adam hali üzerime yapıştı. Benzer teklifler geliyor. Ama öbür türlü teklif gelse neden kabul etmeyeyim, ben bir aktörüm. Yaa, öyle bir şey var. Sizi hep düzgün adam olarak görüyoruz. Gerçekten de öylesiniz belki ama rolleriniz de öyle. Size sahtekar, kötü adam rolü gelmiyor mu? Yılmaz E.: Şu kadarını söyleyeyim, Münih'teki stüdyolarda bizim filmle ilgili çalışanların hepsi de ant içtiler, İstanbul'a gelecekler. Bu film bunu başaracak. Tolga Ç.: Ben de internette, Ekşi Sözlük'te şöyle bir şey gördüm: "Yılmaz Erdoğan, Uğur İçbak (görüntü yönetmeni) ikilisinin yine başarılı bir şey yaptığına inanıyorum. Seneye Türkiye'nin tanıtımını da bu ikili çekmeli." Helikopterle gece ve gündüz İstanbul'u çekmişsiniz. Film birçok ülkede vizyona girecek. Herkes de İstanbul'u sizin anlattığınız şekilde görecek, tanıyacak. Yılmaz E.: Orada şöyle bir yanlış yapılıyor. Biz bize ait olan bir şeyleri anlatırken onların bakış açısını tahmin etmeye çalışıyoruz. Onların bakış açısından da uçan halı gibi şeyler çıkıyor, onları da koyuyoruz. Biz ise şöyle bakıyoruz: İstanbul bizim için dünyadaki en güzel şehir. İstanbul da bu! Yerseniz! Biz de İstanbul'u tanıtalım diye bir film çekmedik ki. Ama filmde en büyük rol İstanbul'da. Bütün starlarımıza olduğu gibi ona çok iyi muamele ettik. "Asıl başrol İstanbul'un" Yılmaz E.: Bizim filmimizde merkez Beşiktaş'tır. Boğaz'dan baktığında sağ taraf daha gelir seviyesi iyi olanların, sosyete tarafıdır. Sol taraf ise tarihi yarımada, eski İstanbul'dur. Gizemleri, daha derin hikayeleri barındıran... Biz ikisini de aldık. Sizin İstanbul'unuz nasıl filmde? Yılmaz E.: Seninle ilgili ne söylendiğini bilirsen şaşırtmak da kolay olur. Yılmaz Erdoğan ancak Hakkari'yi, Anadolu'yu anlatır derken şehre geldiniz, bir de o şehre başrolü verdiniz. Yılmaz E.: Neden Harry Potter'ı merak etmek normal de bizim filmi merak etmek komik? Biletler 10 Aralık'ta çıktı ya. Ben de "Yüzüklerin Efendisi" mi zannediyorlar kendilerini dedim. Harry Potter mı bu? Filminizi ilk gün görmek için ölecekler mi? Yılmaz E.: Bizim biletler de alınıyor. "Vizontele Tuuba"da asrın kar yağışı oldu ilk gün. 137 bin kişi gitti. Daha önce yaşadığımız bir şey. Yani bir ihtiyaç olduğu için biletleri iki hafta önceden çıktı. Vallahi bizim filmimizi "Yüzüklerin Efendisi"nden daha çok merak eden var. Çünkü o bir seri. Kitapları okunuyor. Fanatikleri var. Sizin biletler deli gibi satılıyor mu yani şimdi? "İdealimiz 'Vizontele'yi geçmek" Yılmaz E.: İki tane film yapmışız. Film başına ortalama 3,5 milyon kişi gelmiş. Demek ki bizi "Bunlar ne yapmışlar?" diye merak eden 3 milyon civarında insan var. Böyle baktığımda bu film için 3 milyon dolaylarında her şey normaldir, üstü performansa bağlı. Benim idealim "Vizontele"yi, 3 milyon 300 bini geçmesidir. Bu seferki gişe hesaplarınız nasıl? Yılmaz E.: Şimdiye kadar yaptığımız en pahalı proje. 4 milyon doları geçti. Daha ucuza halledebilirdik, niye bu kadar oldu, anlamıyorum. Çok para harcadınız mı yine? Yılmaz E.: Baktığınızda birileri birilerinden dayak yiyor bu filmde. Kolaylıkla bu dayağın intikamı alınabilir ikincisinde. Ama bilmiyorum. Seyircinin enerjisine bağlı. Bunun devamı olacak mı? "Filmde yaşadığımız gibi bir aşk kalmadı artık" Tolga Ç.: Fazlasıyla romantik bir aşk. Özgü N.: Naif ve sıra dışı bir aşk.Tolga Ç.: Aslında olması gerektiği gibi insanlık dolu bir aşk. Özgü N.: Böyle bir aşk kaldı mı hakikaten? O kadar zor ki, böyle aşklar yaşanmıyor artık. Filmde nasıl bir aşk yaşıyorsunuz? Özgü N.: Aslında filmi izlediğinizde anlayacaksınız ki böyle bir durum yok. Yani bir kabul durumu yaşanmıyor. Tolga Ç.: Yaşanan çok daha farklı bir durum ve bu durumun ne olduğu da filmin en büyük sürprizi. Kız bir hırsıza aşık oluyor. Ya da en azından hırsızlık çetesindeki bir oğlana. Tolga Ç.: Büyük konuşmamak lazım.Özgü N.: Eğer hırsız olduğunu bilmiyorsam ilişki başlayabilir. Sonra öğrendiğimde terk eder miyim, bilmiyorum. Aşk bu, belli olmaz. Gerçek hayatta bir hırsıza aşık olursanız onunla ilişkinizi sürdürür müsünüz? Atatürk'ün hayatı, Çanakkale Savaşı çekilecekse öyle bir filmi Hollywood'dan önce biz yapmalıyız. Sen öyküyü yaz, senaryoyu hazırla, iş projeye geldi mi para bulunur. Kolaylıkla yapılamayacak bir proje olduğunu biliyorum. 75-100 milyon dolarlık bütçelerden bahsediyorum. Bu da Amerikasız zor olur ama zaten onlarsız yapmaya da gerek yoktur çünkü onların teknolojisine ihtiyacınız var. Bu çok uzak bir proje ama ölmeden mutlaka yapılacak bir iş benim için. Çanakkale Savaşı; Avusturyalıların, Yeni Zelandalıların, İngilizlerin, Almanların, bizlerin ortak hikayesidir. Dolayısıyla ortak bir proje yapılabilir. Mel Gibson'a da teklif götürülebilir, o da oynayabilir. Yılmaz Erdoğan: "Çanakkale Savaşı'nı çekebilir, Mel Gibson'ı oynatabiliriz"