10.11.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:
Sen, Viki ve Feryalle geçirdiğimiz o güzel gece sonrasında seni aramaya çalıştım ama Fransız televizyonuyla ilgili meşguliyetlerin sebebiyle tahmin ettiğim gibi telefonun kapalıydı.Eee tabii, benimki de tahmin edebileceğin sebeplerden dolayı kapalıydı. Eveet, tamam sabırsız arkadaşım; sadede geliyorum. Biliyorum ki misafirimin o ünlü hafta sonunu nasıl geçirdiğini merak ediyorsun.Bildiğin gibi yabancı misafirlerimiz geldiğinde günlük hayatta asla yapmayacağımız şeyleri yapmak durumunda kalıyoruz. Hele de misafir İtalyansa şehrimizdeki hayatın "otantikliğinden" mutlaka etkileniyor. İşte o zaman yandın!Kendisininki hariç bütün dinlerle aşırı ilgili saygın misafirim, şehrimizin tüm camilerini -hepsini diyorum Mineciğim- ziyaret etmeyi planlamıştı."Bazı derslerimi silemeyecek oluşum" bahanesiyle artık ezbere bildiğim turistik geziye katılmaktan kurtuldum ama seçimlerin olduğu pazar, nazik bir kararlılıkla yalvararak "otantik camilerin olduğu ve onları gezmenin, fotoğraflarını çekmenin çoooook hoşuna gittiğini" söyleyerek beni Eyüp, Fatih, Haliç, Cankurtaran bölgelerini gezmeye razı etti. Trafiği, seçimleri, karışıklığı bahane ederek bunu Boğazda Aşşk Cafede bir kahvaltı organizasyonuna çevirmeye çalıştım ama nafile. O tüm inatçılığıyla ne olursa olsun oraya gitmek istiyordu. Ne yapalım?... Ben de güzelim bahçelerle, dükkanlarla, restoran ve pastanelerle süslü, şık insanlarla dolu "mutlu gettomuzdan" çıkıp vapura bindim ve başka bir dünya içinde bulduk kendimizi. Biliyorsun; fakir ve gri insanların, seyyar satıcıların, göğüslerine kadar uzun sakallı garip adamlar tarafından kullanılan minibüslerin, sadaka isteyen yalandan sakat ve körlerin, tiner bağımlısı sokak çocuklarının olduğu gerçeğini deve kuşları gibi özenle görmezden gelmeye çalışıyoruz. O ise nedenini hiç anlayamadığım şekilde bütün ayrıntılarla öylesine ilgiliydi ki... Bana cevabını bilmediğim bir sürü soru soruyor, şehrin bu kısmını bilmiyor olmamı hayretle karşılıyordu.Tüm sabrımla ona İstanbulun farklı dünyalardan oluşan koskoca bir evren olduğunu anlatmaya çalıştım. Mineciğim biliyorsun, bir Avrupalıya bizim tuhaf evrenimizi anlatmaya çalışmak öyle zor ki... Nitekim beni tam olarak anlamadığına inanıyorum. Misafirim tüm merakını giderdikten ve yolda bulabildiği, küçük arabalarda satılan her türlü gıda maddesini "Nefis, nefis..." diyerek yedikten sonra sonunda onu bir taksiye koyup "pembe dünyama" geri dönebildim.İşte her tarafından dualar ve boncuklar sallanan o takside radyo kanalıyla, her detayını tercüme etmek zorunda kaldığım seçim haberlerini aldım. Beni gözleri ve ağzı açık, hayretle izliyordu. Nihayet sessizleşmişti ve onu eve götürüp, televizyonu açıp birkaç telefon edebilme olanağına kavuştum.O akşam, güzeller güzeli bir balık restoranında lezzetli lüferini yerken ciddi ve iştahsızca, (E tabii, gün boyunca o kadar fazla pislik yedi ki...) bana endişelerinden bahsetti: "Bu olaylar karşısında nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun? Dinciler kadınlara karşı ciddiler. Lütfen Donatella, her şeyden vazgeç ve benimle İtalyaya gel." Ona, bizim ülkemizde sürekli tekrarlanan, ani ve kararlı metamorfozlara alıştığımı anlatmaya çalıştım. Esneklik, adaptasyon ruhu, Türklerin kaderciliği gibi kavramların benim de bir parçam haline geldiğini söyleyerek avuttum. Nasıl olsa Türkiye her zamanki gibi tüm özelliklerini ve farklılıklarını ayrı ayrı yaşatmaya devam edecek ve ülkenin geleceği kesinlikle tehlike arz etmiyor!Eee, işte bu kadar... Haklıymışım değil mi sevgili arkadaşım?Şimdi ders vermek üzere kaçıyorum.Çok öptüm. Donatella Yazara e-mail Mineciğim,