Bir yıl kadar önce ünlü Fransız tasarımcı Philippe Starck Türkiye’ye geldi. Gelen dünyanın en ünlü tasarımcısı olunca sebebi ziyareti de merak konusu oldu. Starck, İstanbul’a, Aksel Goldenberg’in Fransız Trigano Ailesi ile kurmayı planladığı butik otel zincirinin tasarımı konusunda görüşmeler yapmak için gelmişti. Trigano’lar ünlü Club Med zincirini kurarak tatil köyü çılgınlığını tüm dünyaya yayan aile. 1997’de Club Med’i devrederek yenilik peşinde koşmaya başladılar. Ailenin oğlu Jeremie ile Kemer’deki Club Med günlerinden çocukluk arkadaşı olan Goldenberg devreye bu
son dönemde giriyor. Onun da amacı Türkiye’ye yeni bir tatil ve eğlence anlayışı getirmek. Ve Jeremie Trigano ile Goldenberg ortak oluyorlar.
Ortaklığın amacı Mama Shelter adında bir tatil köyü zinciri ve İstanbul’da küçük butik oteller inşa etmek. İlk butik otelin iki yıl kadar sonra Ortaköy’de açılması planlanıyor. Otel, Ortaköy İskelesi’nin hemen yanında ve çok etkileyici bir manzaraya sahip.
Mekanın bu özelliğini kullanmak isteyen ortaklar otelin hemen altındaki yerde yaz boyunca açık olacak Dada adında bir restoran / bar açmaya karar verdi. Üniversite yıllarında okuduğu ABD’de pek çok Türk arkadaş edinen ve Türkiye’yi çok seven Jeremie de bu ortaklık için İstanbul’a taşındı.
Gold Tree Entertainment adında bir şirket kuran ikili bu ortaklığın ardında pek çok rastlantının da yattığını söylüyor. Mesela otelin ve restoranın bulunduğu bina uzun yıllar önce Goldenberg’in anneannesinin oturduğu yer. (Bu binayı Osmanlı’nın son döneminde, ünlü Balyan Ailesi’nden mimar Simon Kalfa kendisi için inşa etti ve uzun yıllar burada oturdu.) Jeremie’nin de anneannesinin ailesi Türk. Bu yüzden Aksel’den bahsederken "Artık bir Türk kardeşim var" diyor.
Dada geçen perşembe sürrealist (gerçeküstücü) etkiler taşıyan değişik iç mekan tasarımı, özel mutfağı ve etkileyici manzarasıyla açıldı. Mekanda duvarlarda dev çerçeveler içinde İzzet Keribar’ın Venedik Karnavalı’nda çektiği iki fotoğrafın yanı sıra Fransız fotoğrafçıların eserleri ve aynalar var. İlginçtir, sponsorlar da mekanın tasarımına uygun olarak bu dev tabloların içinde yapılmış özel tasarımlarla sergiliyorlar markalarını. Dada’da Defne Duna’nın yönetiminde 20 kişilik bir ekip görev alıyor. Trigano ve Goldenberg, Dada’nın diğer mekanlardan farkını anlattılar.
Bu ortaklık nasıl kuruldu?Jeremie Trigano: Aksel tatil ve eğlence işine girmek istiyordu. Benim ailem de 50 yıldır bu işte. Dedem Club Med’i kurdu, babam da dört yıl önce eğlence ve tatil sektörüne odaklanan bir şirket kurarak onun mirasını devam ettirdi. Bu şirketin ana amaçlarından biri Philippe Starck tarafından tasarlanmış tatil köyleri ve oteller kurmak. Aksel bu ortaklığı konuşmak için Paris’e geldi. Birlikte İstanbul’a geldik ve uzun konuşmalar sonunda otel için uygun birkaç yer bulduk. Burayı seçtik. Philippe Starck’la birlikte bir otel kurmaya karar verdik.
Dada fikri kimden çıktı?J.T.: Aksel’den... Boğaz’da çok güzel bir yerdeyiz ve burayı yaz için dört aylığına restoran olarak kullanabiliriz diye düşündü. Fikrimizi Starck’a açtık ve o da bize yardım etmeye karar verdi. Burayı tasarlamadı ama kullandığımız sürrealizm konseptini, burada bu büyük tabloları kullanma fikrini o verdi. Sürrealizm konsepti yüzünden de mekanın adını Dada koyduk.
Dekorasyonu kim yaptı?J.T.: Gisela Trigano. Fransa’nın en ünlü iç mekan tasarımcısı olan Alberto Pinto ve Aman Resorts’un mimarı Jean-Michel Gatti ile çalıştı. Butik otel projesinde de Philippe Starck ile çalışacak. Mimarlık işleri ise Melkan & Murat Tabanlıoğlu’nu ait.
Sizin diğer mekanlardan farkınız ne olacak?Aksel Goldenberg: İstanbul’da gece eğlencesi deyince alışveriş merkezi gibi yerler geliyor akla. Yan yana kebapçı, suşi ve diğer her şey var. Bunların ortasında da insanlar dans ediyor. Bu önce enteresan gelebilir ama artık pek çok insan çekici bulmuyor. Bu kadar şeyi, çeşitli insanı bir arada görmek istemiyor. Bizimki kendi içinde bir konsept. Ama en önemli farkımız çok kaliteli işbirliklerine girmemiz. Mesela müziği Power FM DJ’leri yapacak. Hatta şu anda giydiğimiz gömlekleri de Beymen bizim için hazırladı. Çalışanların ayakkabılarını bile temin etti. Özel tasarım pek çok dekorasyon malzemesi gönderdi.
J.T.: Gerçeküstü, hem modern hem de otantik bir yer. Üstelik yemekler de gerçeküstü.
Nasıl bir mutfağınız var?J.T.: Mutfak Carlo Bernardini’nin kontrolünde. İstanbul’un en iyi şeflerinden birini aldık. Yemekler dekorla da uyum içinde. "Tapas" konseptiyle tanıştıracağız insanları. İnsanlara, barda içkilerini içerken sucuk, hellim peyniri ve belki suşi servis edilecek. Restoran kısmı yüz kişilik. Belli bir saatten sonra restoranı daraltıp barı genişleteceğiz.
A.G.:
Dünya mutfağı olacak. Çok değişik şeyler hazırladık. Çilekli ve Şampanyalı Rizotto gibi enteresan şeyler var. Sunumları da dekora uyacak.
J.T.: Tatlılar öldürücü lezzette. Ama her yerde bulabileceğiniz Ceasar Salatası gibi şeyler de var. Çok değişik şekillerde kesilen, üç çeşit modern saşimi sunacağız. Sunumumuz gösterişçi değil ama ilginç ve konseptimizle iyi gidecek. İstanbul’da çok yere gittim ama hiç bizimkine benzer yemekler yemedim. Bunlar bizim kendi yemeğimiz olacak.
Pahalı olacak mı?J.T.: Rakiplerimizle kıyaslarsak hayır. Başlangıçlar, ana
yemek ve tatlıdan oluşan şarapsız bir yemek 40 milyon lira.
Dada’nın mutfağı İspanyolların ünlü "tapas" konseptini de İstanbul’a getiriyor. 100 yıl kadar önce İspanya’da daha doğrusu Sherry’nin vatanı olan Endülüs’te barlarda müşterilere bu içkiyle birlikte ekmek verilirdi. Ardından bar ve han sahipleri bu ekmeğin arasına sosis, salam, deniz ürünleri ve peynir koymaya başladılar. Bugün İspanya’da "tapa"lar pub’larda şarap, bira ve hatta alkolsüz içeceklerle birlikte ücretsiz olarak servis edilen çok daha sofistike, küçük yemek tabaklarına dönüştüler. Her "tapa" birbirinden farklı ve başka malzemelerle yapılıyor. Gecenin ve günün her saatinde yenebiliyorlar. Dada’da da müşterilere içkinin yannda tapa servisi yapılacak.
1916’da Jean Arp, Richard Hülsenbeck, Tristan Tzara, Marcel Janco ve Emmy Hennings’in başını çektiği bir grup sanatçı ve savaş karşıtı genç, Zürih’te Hugo Ball’in açtığı bir kafede toplandı. Fransızcada "oyuncak tahta at" anlamına gelen "Dada"yı isim olarak aldılar. I. Dünya Savaşı sırasında dünyanın yıkılışından umutsuzluğa düşmüş,, hiçbir şeyin sağlamlığına ve devamlılığına inanmıyorlardı.
Savaşın getirdiği depresyon sonucu çıkmış bir akım olan dadaizmi benimseyen sanatçıların alışılmış estetiğe ve burjuva değerlerine karşı çıkışındaki amaç toplumu şaşırtmak ve sarsmaktı. En önemli yayın organları 1919-1924 arasında çıkan ve Andre Breton, Louis Aragon, Philippe Soupauld, Paul Eluard ve Georges Ribemont-Dessaignes’nin de yazılarının yer aldığı Litterature’dü. Dadaistler 1922’den sonra sürrealizme yöneldiler. Bu akımın babası ise 1924’te "Manifeste du Surrealisme" adlı gerçeküstücü bildirgeyi hazırlayan şair Andre Breton’dur.