Pazar “Çok sabahladık yarasa gibiydik”

“Çok sabahladık yarasa gibiydik”

05.03.2017 - 02:30 | Son Güncellenme:

Ferzan Özpetek’in “İlk Türk filmim” dediği “İstanbul Kırmızısı” gösterime girdi. Başrol oyuncularından Tuba Büyüküstün “Çok keyifli bir setti. Daha çok gece çalıştık, çok sabahladık. Yarasa gibiydik o dönem hepimiz” diyor. Özpetek de çok prova yaptıklarını söylüyor

“Çok sabahladık  yarasa gibiydik”

Kendisi “İtalyan yönetmen” dendiğinde de bir burukluk hissediyor, “Türk yönetmen” dendiğinde de. İşin aslı, Ferzan Özpetek iki dile, iki ülkeye ait, hayatının ilk 17 yılında Türkiye’de, 40’ını İtalya’da yaşamış, kalbini de iki vatanı arasında bölmüş bir yönetmen.

Haberin Devamı

Ama şu anda, yönetmenliğinin 20. yılında“İstanbul Kırmızısı” ile doğduğu kente dönüyor. Bu ismi onun ilk romanından hatırlayacaksınız. Ama bu kitabın sinemaya uyarlanması değil; ondan esinlenmiş yepyeni bir senaryo, başka bir öykü. Müthiş bir oyuncu kadrosu var; Halit Ergenç, Tuba Büyüküstün, Nejat İşler, Mehmet Günsür, Çiğdem Onat, Zerrin Tekindor, Selim Bayraktar, Reha Özcan, Serra Yılmaz bir nefeste sayabildiklerimiz. Daha birçok sürpriz oyuncu bir araya gelmiş film için. Biz de Ferzan Özpetek ve “görür görmez çarpıldığı” oyuncusu Tuba Büyüküstün ile bir araya geldik.

“Çok sabahladık  yarasa gibiydik”

“İstanbul Kırmızısı” için “İlk Türk filmim” diyorsunuz.

Ferzan Özpetek: İlk Türk filmim hakikaten. “Hamam” yüzde 60 İtalyan, yüzde 10 İspanyol, yüzde 30 Türk bir filmdi ve hem Türkçe hem İtalyanca konuşuluyordu. Burada tamamıyla Türkçe konuşuluyor. Filmi İtalyanca yazdık, Türkçeye çevrildi, Yıldırım Türker editörlük yaptı bize, bir hata olmasın diye. İlk günlerde; oyuncularla hep İtalyanca konuşmak geliyordu içimden. İtalyanca düşünüp onu kafamda Türkçeye çevirip söylüyordum sonra alıştım.

Haberin Devamı

Sizin için nasıl bir deneyimdi?

Tuba Büyüküstün: Ferzan benim çok beğendiğim bir yönetmendi. Her oyuncuya nasip olmaz bu kadar takip ettiği bir yönetmenle çalışmak, çok şanslıyım. Onun haricinde, bir bekleme süreci geçirdik ve benim için çok gergindi o bekleyiş. Çünkü benim başka planlarım vardı hayatla ilgili, onları erteledim, İstanbul’da kaldım ve bekledim. Sonra senaryo çıktı, ekip tamamlandı. Çok güzel geçti, çok keyifli bir setti. Daha çok gece çalıştık, çok sabahladık. Yarasa gibiydik o dönem hepimiz

Demek ki sete kafanız çok net çıkıyorsunuz, fazla denemeye gerek kalmıyor.

Ferzan Ö.: Ama biz çok prova yapıyoruz, beraber okuyoruz öncesinde; senaryoda, karakterde değişiklikler yapıyoruz. Sinema tamamen içgüdüsel ve hayvani bir durum. Ben Tuba’yı isim olarak biliyordum da ne kadar meşhur olduğunu bilmiyordum. Bu karakter için birkaç oyuncu gördüm, sonra bir arkadaşım Tuba’dan bahsetti. “Yok o Paris’e yerleşti” dediler. Buradaymış. Görür görmez “Kafamdaki Neval bu” dedim, bakışları oydu. İnsanın bir yere girdiği zaman bir varlık göstermesi sonradan yaratılabilen bir şey değil, içinde olması lazım. Halit’le de çok mutlu oldum, Mehmet Günsür’le yıllar sonra tekrar çalıştık, o çok güzel oldu, Nejat İşler çok hoştu.

Haberin Devamı

“Çok sabahladık  yarasa gibiydik”

Gerçek bir rüya takım...

Ferzan Ö.: Milli takım diyorlar. Ama ben bunun farkında değildim.

“Oyuncularıma âşık olmam lazım” dersiniz. Tuba Büyüküstün için de “Görür görmez çarpıldım” diyorsunuz.

Ferzan Ö.: Kesinlikle. Oyuncuyla öyle bir ilişkin oluyor. Ben Halit’e de, Mehmet’e de, hepsine âşığım. Mesela Zerrin Tekindor’la da çok hoş bir ilişkim oldu. Ne bileyim, Şerif Sezer mesela geldi, küçücük bir rol oynadı. Eski oyuncum orada fark ediyorsun ki hiç unutmamışsın. Hani biriyle beraber olur ayrılırsın, sonra o hep senin içinde kalır ya, benim oyuncularımla aramda öyle bir duygu var. Zaten filmden çok oyuncularımın beğenilmesi benim hoşuma gider ki bu filmin de beğenilmesini getirir beraberinde.

Haberin Devamı

“Çok sabahladık  yarasa gibiydik”
Sizin için nasıl bir farkı var diğer Ferzan Özpetek filmlerinden?

Tuba B.: Ben ilk senaryoyu okuduğumda “Bugüne kadar izlediğim Ferzan Özpetek senaryoları gibi değil” dedim, Başka bir “mood”u var. Bir de Ferzan’ın şöyle bir özelliği var; bir şey görüyor oyuncuda, sen onu saklıyorsun, içeride bir yerde tutuyorsun, onu istiyor. Ben öyle bir şey yaşadım. Hakikaten içimde olan ama sakladığım, gerçekten sadece beni çok yakından tanıyanların bildiği bir şey var. Onu gördü, istedi ve aldı. Bu bir oyuncu için büyük şans.

Siz gerçek hayattaki Neval’le tanıştınız, değil mi? Nasıldı o karşılaşma?

Tuba B.: Çok heyecanlandım. Çok etkileyici bir kadın. Biraz o, biraz kitapta yazanlar, biraz senaryodakiler, biraz Ferzan’ın anlattıkları, biraz ben, hepsi bir karışım oluşturdu.

Kitapta yönetmenin ikinci büyük aşkı olarak geçiyor.

Ferzan Ö.: Ben en büyük dostlukların aynı zamanda en büyük aşklar olduğuna inanıyorum. Hayatımda da öyle büyük dostluklar, aşklar vardır.

İstanbul’un rengi kırmızı mı sizin için?

Ferzan Ö.: Bir kere İstanbul’da gördüğüm bir kırmızı var; günbatımındaki kırmızı, sonra annemin benden istediği ojenin kırmızısı var; Chanel kırmızısı, simitçilerin kırmızısı var, yani İstanbul’u düşündüğüm zaman ilk aklıma gelen renk kırmızı. Bir de bunun üzerine hep gri, bej tonları giyen annem kalkıp “Bana gelirken kırmızı eşofman getirir misin?” deyince “İstanbul Kırmızısı” çıktı ortaya. Orhan Pamuk İstanbul’u siyah - beyaz düşünüyor ya, ben şehri düşündüğüm zaman aklıma gelen renk Chanel kırmızısı.

Haberin Devamı

Tuba B.: Kırmızı düşünüyorum. Çünkü kırmızı benim için yüksek duyguların rengidir; aşk, nefret, ihanet; pozitifte ve negatifte çok yüksek yaşanan duygular bana kırmızı gelir. İstanbul’da da her şey yüksek geliyor.

Tuba Büyüküstün: “Dizi yaparken hayatı donduruyorsun”

Şimdi film İtalya’da da gösterime girecek. Acaba sizin için Avrupa sinemasına bir adım olabilir mi, öyle bir düşünceniz var mı?

Hayat. Ben hep aynısını söylüyorum, hayat bu, belli olmaz, hiçbir şey insanın düşündüğü gibi olmuyor. Ben oyuncu olmayı da düşünmüyordum, şimdi buradayız. Yarın ne olur bilinmez. O yüzden plan yapmıyorum, daha anda kalıp yapmak istediğim şeyleri olabildiğince iyi yapmaya çalışıyorum.

Bu teklif geldiğinde başka hayat planlarınız olduğunu söylediniz. Belki gerçekten Paris’e gidecektiniz...

İşte sen plan yaparken hayat senin için başka plan yapar derler ya, öyle. Kırk yılda bir bir şey düşüneyim dedim, bu oldu. Tabii ki insanın aklında bir şeyler oluyor ama ben gerçekten daha spontan yaşıyorum.

Şu an dizi olduğu için zaten başka plan zor olur değil mi?

Tabii, dizi yaparken zaten hayatı donduruyorsun. Çok yorucu. İnsanlar 60 dakikalık, 45 dakikalık diziler yapıyor, 140 dakika çok yorucu. Yoksa tabii ki dizi yapmak çok güzel, ciddi pratik kazanıyorsun, hızlı düşünüyorsun, adaptasyonun çok gelişiyor ama hakikaten çok fazla.

Yazarlar