21.10.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:
Bağımsız Tunceli milletvekili Kamer Genç: Bu dönem bağımsız milletvekili olarak Meclis'e girmeyi nasıl başardınız? İnsanlar bu dönem çok işsiz, o kadar büyük yoksulluk var ki. Yıllarca hükümet edenler Tunceli'ye dost gözüyle bakmamışlar. AKP zamanında da Erdoğan iki kere gitti, ne tesis temeli attı ne tesis açtı... Bizim köye içme suyu gelmiş diyorlar, gidiyoruz su yok, adamlar bakmadan teslim almış. İşler düzgün kontrol edilmiyor, müteahhitler parayı alıyor.Altı bağımsız vardı benimle beraber. DTP'liler büyük güç. PKK'lılar zaman zaman köylüleri tehdit etti, "Oy vermeyin bizim adayımız dışında" diye. AKP büyük iktidar olanakları kullandı. Mülki idare amirlerinin bir kısmı AKP'ye bir kısmı MHP'ye çalıştı. Çok güç şartlarda seçildim. Tunceli halkına şükran borçluyum. Bu kadar güç karşısında beni seçip gönderdiler. Benim Danıştay'dan beri insanlarla diyaloğum, halkla ilişkilerim vardır. Parlamentoya girdiğimden beri insanların kişisel sorunlarıyla, hastalarıyla ilgilenirim. Bu dönem millet bana "Yahu kardeşim, biz senden bir şey beklemiyoruz, gür sesin Meclis'te çıksın, biz onu istiyoruz" dedi. "Bizi tehdit eden güçler PKK-MKK değil aslında" Tepki gelmedi. Zaten düşüncelerim belli, Tunceli'de PKK'nın eylem göstermesinin bir nedeni yok. Bunlar ne istiyorlar, işte her karşılaştıklarıma soruyorum: "Ne istiyorsunuz, Kürdistan'ın mı kurulmasını?" "Yok" diyor. Bu dağdaki silahlı eylemlerin en fazla zarar verdiği il bizim Tunceli'ydi. Bunların orada kalmasının bir mantığı da yok. Bir an önce oradan gitmeleri lazım. Kabul oyu vermemin nedenine gelince. Elbette Türkiye bu konuda ciddi bir tehdit altında. Bizi tehdit eden güçler PKK-MKK değil esas Amerika ve Avrupa bu işin arkasında. Biz bu topraklarda asırlarca kardeşçe yaşadık. Bütünlüğü korursak herkes beraber yaşar. Silahlı eylemlere harcanan paralar oranın yatırımına, imarına gitseydi, Türkiye dünyada ileri bir ülke olacaktı. Son tezkereye kabul oyu verdiniz, tepki geldi mi? Ben Danışma Meclisi üyesiyken 160 üye vardı. İdamlara, anayasaya ret verdikten sonra o kürsüye çıktığım zaman yüzüne bakacak bir arkadaş yoktu. O kadar yalnızlık içindeydim. Bugün de kürsüye çıktığım zaman AKP'nin ön sıralarında oturanlar işaret ediyor, kimi başına sanki tabanca çekiyor gibi işaret yapıyor. "Gür ses" olmanız istenmiş ama Meclis'te bu dönem konuşmalarınız tepki alıyor... "Kürsüye çıktığımda AKP'liler acayip hareketler yapıyor" Anlamıyorum ki, çok acayip hareketler yapıyorlar. Kanunlar gelir gelmez dilekçe verip tüm maddeler üzerinde konuşmaları kapatıyorlar. İçtüzük değişikliğinde söz istedim, "Hiç söz sırası kalmadı" dediler. Yerime gittim, "Söz isteyen yok" denildi. Meclis Başkanlık Divanı dürüst davranmıyor. Ne demek o? Çünkü ben bunların geçmişlerini biliyorum. Tayyip Erdoğan ve bakanlarının ne yaptıklarını çok iyi bilen bir insanım. Hangi şirketlerin ortakları olduğunu, hangi ihalelerin bunların çocukları tarafından alındığını, belediyelerde ne biçim suiistimaller yapıldığını... Neden size tahammül edemiyorlar? Selam vermiyorlar, ben de vermiyorum. Bazen yaklaşıyorlar; "Yahu Kamer bey, senin memleketinde hizmet yok, hiç konuşma, git Tayyip Erdoğan'a söyle, şu şu hizmetleri getirsin sana" diyorlar. Ben niye konuşmayayım? "Hizmet getirecekse yine getirsin, bana rüşvet mi veriyorsunuz?" diyorum.Aslında Peltek'te bir köprü yapılması lazım. O köprüyü yapacaklarını bilsem, gerçekten konuşmayacağım. AKP milletvekilleri koridorda karşılaştığınızda nasıl tepki veriyor? Bunlarda en büyük sıkıntı din gücünü arkasına alarak siyaset yapmaları. Çok kötü ve Türkiye'nin geleceği için çok karanlık. Erdoğan gitmiş torununun kulağına Kuran okuyor, ismini söylüyor. Türk geleneklerinde bu var ama madem yapıyorsun, sen başbakansın, televizyonlara verme, basına verme.Geçen gün Abdullah Gül ile Çankaya'da cuma namazı kıldılar, naklen yayımlandı. Bu, "Artık Çankaya'yı aldık, bu iş bitmiştir" demektir. Suriye Devlet Başkanı geldi, hanımının kıyafetine bakın, Abdullah Gül'ün hanımının kıyafetine bakın. Şimdi o fotoğrafı gören yabancı, "Türkiye Cumhuriyeti Arap devleti, Suriye çağdaş bir devlet" der. Kadını kara çarşaf içine sokarsan, ikinci sınıf vatandaş haline getirirsen Avrupa camiası içinde yerin olamaz. Bunun kavramıyorlar. O gün birine dedim: "Bu türban sizi iktidara getirdi, başbakan yaptı, cumhurbaşkanlığı da verdi. Bu türbanları çıkarın, bir müzeye koyun, yeter artık." Bu dönemin Meclis'i geçen dönemlere göre nasıl? Doğrusu o zaten. Literatüre "çiçek sulamak" diye bir laf girdi. Oran'da oğlunuzun eviymiş, anahtar sizde olduğu için gidip çiçekleri sulamışsınız. "Evde çiçek var tabii, hanım da suluyor ben de" Hayır, sonradan çocuk geldi, bizimle oturdu. Orayı kiraya verdik. Sonra Oran'daki oğlunuzun evinde çiçeklere ne oldu, kim suluyor, yoksa söküp attırdınız mı onları? Niye çekinelim, olmayan bir iftira. Çekinme oldu mu bu konuda? Espri konusu oldu canım. Tabii yani... Olmayan iftira da, bu artık yerleşti. Evin içinde çekiniyorlar mı bu çiçek lafından, yoksa siz de espri konusu olarak tiye mi alıyorsunuz? Yok canım, benim hanım çağdaş bir hanım, İngilizce öğretmeni. Hoşlanmıyor ama. Tabii hanım onuruna düşkün. Hanıma karşı saygısızlık oldu. Hanımı çiçek lafı kızdırıyor mu? Yok hayır, kriz olur mu? Yani aranızda bir kriz olmuyor mu? Var tabii canım. Evde çiçek var mı? Hanım da suluyor ben de. Kim suluyor? Yahu bunlar gayet normal şeyler. Öyle bir espri oluyor mu? Atasözü gibi literatüre geçti, bizim de irademiz dışında gelişti. Artık bu deyim bir çapkınlık meselesi gibi algılandığı için... Şimdi artık o konulara girmeyelim, hanım çok üzülüyor çünkü, bu gibi konuları konuşmayayım. n Hanım ne diyor, "Artık çiçek sulamak diye bir şey yok" dedi mi? "Hanıma ilkokul son sınıfta aşık oldum" Aynı köylüyüz. Hanımla nasıl tanıştınız? Yok yok, hanım okuyordu, ben de okuyordum. Daha ilkokul son sınıfta aşık oldum. Kışın havyanlara yedirilirdi meşe yaprakları, onları toplamak için gittiğimizde hanıma içimde bir sevgi belirmişti. O öyle devam etti. Görücü usulü, beşik kertmesi falan mı? 1968'de. Çok geç evlendik. Fakülteyi bitirdim, hanım da öğretmen oldu, ben Danıştay'da tetkik hakimi iken evlendik. Önce aşk sonra mantık evliliği oldu. Hanımın ailesi biraz karşıydı, onun ailesinde ağalık var, bizim aile maraba, köyün en fakir ailesiydik. Ne kadar okursan oku o değişmiyor. Ne zaman evlendiniz? Yok onlara girme, bunlar sorulacak konular değil. "Çapkınlık yapar mısınız?" diye sorulunca bunun mümkün olmadığını, çok ortada olduğunuzu söylüyorsunuz. Yok, hayır. Size potansiyel çapkın gözüyle bakılmıyor yani... Yedi sene sonra kim öle kim kala. Bu dönem için dedim ben. Referandum kabul edilirse, YSK "11'inci cumhurbaşkanı yeniden seçilmeli" demeli. Cumhurbaşkanını halk seçerse aday olacak mısınız? Tabii. Derse aday olacak mısınız? Ben yüzde 90 görüyorum. Çünkü girdiğim her sokakta insanlar büyük saygı duyuyor bana. Hatta geçen gün "Eğer seçime girer de kazanmazsam intihar ederim. Kazanırsam siz intihar etmiş olursunuz" dedim. Üç-dört kişi bana geldi, "Yahu Kamer bey, biz senin intihar etmeni istemeyiz, oyu sana vereceğiz" dediler. Seçilme ihtimalinizi nasıl görüyorsunuz? "Fakru zaruret içinde büyüdük" Doğru, çok çileli bir çocukluk geçirdim. Kar kış öyle tehlikeler atlattık ki, en azından 10 kilometre kar fırtınası altında okula gidiyorduk. İki defa o fırtınada boğulma tehlikesi geçirdim. Öyle bir rüzgar esiyor ki, bir yandan kar yağıyor bir taraftan rüzgar nefesinizi kesiyor, yolu bulamıyorsunuz. Büyüklerimiz tehlikeyi görünce, babamlar geldiler, yolda bizi buldular. Ortaokulu da Nazımiye ilçesinde okuduk. 20 kilometre vardı. Kışın bir tanıdığın evinde kalıyorduk, haftada bir gün kuru ekmek geliyordu evimizden, onunla geçiriyorduk haftayı. Fakru zaruret içinde büyüdük.Üç yıl üst üste iftiharla geçince Maliye Okulu bizi sınavsız aldı. Sefalet içinde 25 lira parayla geldim, hem yol hem okuma parası.Tunceli'de inşaatta çalışıyordum yazları. Sabah erken gidiyordum inşaata. Büyük taşların dört tarafı bağlanıyor, her tarafından biri tutuyor, omuzda taşıyorduk. Ben küçüktüm, ötekiler büyüktü. O taş, benim omuzlarıma biniyordu.O kadar fakir öğrenciler gelmişti ki Maliye Okulu'na. Mektup pulları, paralar açıkta. Müdür "Maliyecisiniz, bu pullara el uzatan yarın devlet hazinesine el uzatır" diyordu. Öyle bir terbiyeyle yetiştik. Maliye Okulu'nu bitirenler olarak gerçekten çok geniş bir kadro oluşturduk. Bakanlığı ayakta tutan o okuldur. Maliye Okulu'nu bitirdikten sonra Bingöl'de vergi denetmenliği yaptım. Sonra Ankara'da akademiyi bitirince Danıştay imtihan açtı. 75'te Fransız danıştayına gittik, staj gibi bir şey yaptık. 1,5 sene kaldık.1980'de Danışma Meclisi'ne geldiğimde ciddi çalışmalar yaptım. Askeri yönetim benimle bayağı takıştı. Çok çileli bir çocukluk geçirmişsiniz. O zaman çektiklerinizi hatırlıyor musunuz, yoksa kötü hatıralar geride mi kaldı?