Dilde sadeleşmeSadeleşmenin ölçüsü ayıklama değil, dili zenginleştirmek olmalıdır. Türkçe "anlam" kelimesini kazandı diye "mana"yı dışlamamalıdırO n sekizinci yüzyıl Avrupa’sındaki en önemli gelişmelerden biri dil ve tarihin birlikte düşünülmesidir. Ünlü Macar dilcisi Giarmathy, Fin diliyle Macar dilinin akrabalığını keşfetti. Slav dillerinin akrabalığı zaten biliniyordu. Tarihin derinliklerinde halkın kökünü aramak, dil akrabalığı ile bir ırktan ulusların ortak tarihi geçmişini anlamak, Avrupa ulusları için heyecanlı bir dönem başlatmıştı; adeta dini bir huşu içindeydiler. Herkes dili dikkatle kullanıyordu. Derken 19. yüzyıl Almanya’sı, aşırı bir Cermenlik bilinci içinde anadilini Fransızca ve Latin kökenli kelimelerden ayıklamaya başladı. Ayıkladı da; ancak bu ne getirdi? Alman dilinin zenginliği filozofların ve tarihçilerin ortaya koyduğu, çıkardığı eşsiz yeni kavramlarladır. Bu dil ayıklaması ile Almanca, Avrupa dillerine yabancılaştı ve monotonlaştı. Faydası olmadı; bugün Almanca, Avrupa dilleri içinde en çok İngilizce kullanılan bir dile dönüştü. Dil ayıklama cezbesi Almanlar ve Macarlar gibi diğer uluslarda da başladı. Balkanlar’da Türk hakimiyeti dönemini tamamen silmek isteyen Yunanlılar, Dimotiki denen halkın konuştuğu ve hemen herkesin yazdığı dili silmek istediler, çünkü içi Arapça, Farsça, Türkçe ve Slav dillerinden kelimelerle doluydu. İlk Yunan Kralı Otto bir Alman Bavyera prensiydi; elinde kırmızı kalem Yunanlı nazırların yazdığı layıhalardaki yerli kelime ve deyimleri çizerdi, hızlı bir Katharevusa’cıydı. Okullarda Katharevusa denen, eski Yunanca’dan uyarlanmış dil öğretilmek istendi; yaşamayan dil ve vurgulamaları okuldaki küçük Yanakidis ve Yunanlı gençler öğrenemediler, iki dil taraftarları arasındaki münakaşa sürdü gitti; nihayet Papandreu devrinde Dimotiki lehine çözüme bağlandı. Eğer çözüme bağlandıysa tabii... Sadeleşmenin ölçüsü ayıklama değil, dili zenginleştirmek olmalıdır. Türkçe "anlam" kelimesini kazandı diye "mana"yı dışlamamalıdır. "Manidar" olanı "anlamlı" diye çevirsen de "manevi"yi "anlamlı" diye çeviremezsin; "gerçek" ve "hakikat" birbirinden farklıdır. Liste uzar... Yeni kelimeler dile zenginlik getirmeli ve eskileriyle bir arada yaşamalıdır. Arapça ve Farsça kelimelerin bir sürüsü de bizim dilimizde anlam değiştirmiştir.
Siyaset, iktisat ve sosyoloji ilgili olan birçoğunu Araplar ve İranlılar bizden almıştır. "Vatan"ın kullanılış biçimi, "cumhuriyet", "mali buhran", "kanun-u esasi", "tefrik-i kuvva = kuvvetler ayrımı", vs. gibi...
İtalyanlar, Fransızlar ve İngilizler gibi Avrupa edebiyatının öncüsü ulusların böyle ayıklamaları yoktur. Bu uluslar öz lügatlarıyla; önce Roma Latin, Rönesans’tan beri de Yunan mirasını pek güzel bir arada değerlendirmişlerdir. Öte yandan da köy diline kadar inen en ücra lügat ve deyimleri sindire sindire milli edebiyata maleden bir yazar zümresine sahiptirler. Puşkin ve izleyicisi büyük yazarlar da Rusça için aynı şeyi yapmışlardır. Dil devrimi eskiyi kovarak, kırsal dili de unutup dışlayarak yapılmaz. Hiçbir ulusun aydın ve bilginleri masada dil yaratacak kadar dahi değildir. Elli yıl önce Bakülü ve İstanbullu bir ortalama okumuş rahat anlaşıyorlardı. Bugün de gayret edilse anlaşmaları mümkündür, anlaşmaktan da kazançlı çıkarlar; bunun dil ırkçılığı ile alakası yoktur. Ama beş yüz kelimelik bir günlük dille konuşan toplumlar için bu şans yoktur. Bizim gençlerimiz hiçbir eski kelime bilmiyor, yenilerini yanlış kullanıyor, argo denebilecek bir düzine sözcükle yetiniyorlar. "Takılmak", "olay", "hikaye" gibi her derde deva sözcükler... Maalesef eski Sovyet dünyası da lüzumsuz bir Rusça lugat kalabalığıyla konuşuyor. Bu onların dil ahengini de bozuyor. Ortak lugata doğru gitmelidir. Gelecek yazımızda İstanbul Türkçesi denen dilin ne olduğu üzerinde durabilirz.
PAZAR