Pazar “En tuhaf şeyleri âşıkken yapıyoruz”

“En tuhaf şeyleri âşıkken yapıyoruz”

11.10.2015 - 02:30 | Son Güncellenme:

Onur Saylak bu akşam başlayacak “Hatırla Gönül”de aşkı için tehlikeli şeyler yapan Tekin rolünde. “Aşk sahiden tehlikeli şeyler yaptırır mı insana?” sorusunu ise “Yaptırmaz mı! Aşk zaten tehlikeli bir şey. İnsan en tuhaf şeyleri âşıkken yapıyor” diye yanıtlıyor

“En tuhaf şeyleri âşıkken yapıyoruz”

Bir süredir ekranlarda görmediğimiz Onur Saylak, sezonun iddialı işlerinden biri olan Star TV’deki “Hatırla Gönül”le dönüyor. “Dinamikleri durmuyor, çok merak edeceğiniz unsurlar var. Bu sıradan bir aşk hikayesi değil” diye anlatıyor yeni dizisini. Elindeki setten kalma boya kalıntıları da hareketli sahnelerin habercisi gibi duruyor. Saylak için sinemada da hareketli bir yıl. Senaristlerinden ve yönetmenlerinden biri olduğu kısa filmi “Orman” ve ilk kez eşi Tuba Büyüküstün’le kamera karşısına geçtiği ve “mutlaka izlemelisin” dediği filmi “Rüzgarın Hatıraları” festival festival geziyor. Saylak’la manzarasına bayıldığımız Ravouna 1906’da buluştuk.

-“Hatırla Gönül”ü sizden dinleyelim...

Çok iyi çalışılmış bir senaryo. Yaklaşık bir yıldır üzerinde çalışılıyor. Kaliteli bir drama. Ben Tekin karakterini canlandırıyorum. Bayağı renkli bir karakter. Dramanın, çatışmanın tam ortasında. Çok zeki, çok iyi bir beyin cerrahı. Ama bir kusuru var; öfke kontrolü problemi. Çok karanlık köşeleri var. Hayatta tutkuyla sahip olmak istediği tek şey Gönül.

-Aşkı için tehlikeli şeyler yapabilecek bir karakter olduğu söyleniyor...

Bayağı tehlikeli şeyler yapıyor. Çok anlatamıyorum oralarını ama... Bölümler ilerledikçe Tekin karakterinin ne kadar uç noktalara gidebileceğini göreceğiz.

-Aşk tehlikeli şeyler yaptırıyor mu sizce de insana?

Yaptırmaz mı! Aşk zaten tehlikeli bir şey. Beyin işlemiyor o dakikalarda, mantık ortadan kalkıyor... O yüzden insan en tuhaf şeyleri âşıkken yapıyor.

-Neden yapıyoruz bunu kendimize bilmiyorum...

Neden biliyor musun? Çünkü insanın doğasında var bu, varoluşsal bir şey. Hiçbir zaman aşkı tarif edemiyorsun, anlamlandıramıyorsun. Ama o olayın içine girdiğin zaman da dengeni kaybediyorsun.

“Utangaç bir adamım”

-Karakteriniz beyin cerrahı. Özel bir hazırlık yaptınız mı?

Ön hazırlık için bir cerrahla bir araya geldik. O bize işleyişi anlattı. Çekimlerde de cerrah aramızdaydı. Gökçe (Bahadır) bir ameliyata bile girdi hemşire olarak. Cerrahlara
bir kez daha saygı duydum.

-İlk bölümü izleyebildiniz mi yoksa siz de bu akşam seyircilerle birlikte mi izleyeceksiniz?

Daha izlemedim.

- Planınız ne, evde mi izleyeceksiniz?

Evet, büyük ihtimalle. Çünkü ilk bölümleri izlemek çok stresli oluyor. Diziyle, karakterinle ilk kez karşılaşıyorsun.

-Kendini izlerken zorlanan oyunculardan mısınız?

Ben izleyemem ki... Çok zor. Xanax’larla falan izliyorum!

-Nasıl, “ben bakamıyorum, sen anlat” mı diyorsunuz yanınızdakine?

Kendi gerçekliğinle karşılaşmak çok zor bir şey. Ayna sendromu diye bir şey vardır, bilirsiniz. Oyuncu olmayan insanlar kendi jest, mimikleriyle çok ilgilenmezler, bilmezler de... Bir anda kendi gerçekliğinizle karşılaşınca buna alışmak zaman alıyor. Bir de ben biraz utangaç bir adamım.

-Filmlerinizden bahsedelim.. Biri yönetmen ve senaristlerinden biri olduğunuz kısa film “Orman”...

Uzun yıllardır kafada olan bir şeydi. Doğu Akal ve Hakan Günday’la bir senaryo geliştirdik. Suriye’den göçmüş Omar’ın İstanbul’daki bir günlük serüveni üzerine bir film. Fena da olmadı galiba. Geri dönüşleri çok iyi. New York’ta, San Francisco’da,
Altın Koza’da gösterildi. Los Angeles’ta bir film festivalinde gösterilecek. Fransa’da bir sinemada aralık ayında bizim filmimizi gösterecekler, bu da bizi mutlu etti.

-Nasılmış yönetmenlik, yazarlık?

Hayal ettiğiniz şeyi hayata geçirebilmek ve en önemlisi paylaşabilmek çok keyifli. Kasım ayıyla birlikte üniversite gösterimleri ve söyleşiler başlayacak. Festival süreci bittikten sonra Youtube’a koyup herkesle paylaşacağız.

“Tuba filmimizin en önemli parçalarından”

-Eşiniz Tuba Büyüküstün’ün rol almasına nasıl karar verdiniz?

Bunlar profesyonel işler. Sonuçta o role uygun olduğunu düşündük. Kendisine senaryoyu verdik, o da kabul etti. Gayet profesyonel bir şekilde de çalıştık. Filmimizin en önemli parçalarından biri kendisi.

-Yönetmen koltuğunda oturup eşinizi yönetmek nasılmış?

Çok abartılacak bir şey yok. Gayet rahat, gayet güzel çalıştık.

-Şunu hayal edemiyorum ben; sevgilimle çalışıyor olsam “senin yazı n’oldu, o başlığı değiştir” gibi şeyler söylerken zorlanırdım...

Yok, bizde öyle bir şey olmadı. Biz iki profesyonel gibi çalıştık. Herkes yıllardır setlerde, ne yapılması gerektiğini gayet iyi biliyor.

-“Rüzgarın Hatıraları”nda da ikinci kez Özcan Alper’le çalıştınız. Eşinizle birlikte oynadığınız ilk sinema filminiz...

Seyirciyle buluşmasını bekliyoruz, aralıkta vizyonda. Biz de geçen hafta Hamburg Film Festivali’nde izledik.

-Nasıl tepkiler aldı?

Gayet iyi. Gösterimden sonra Münih Film Festivali’nin yöneticilerinden biri filmi, aktörü beğendiğini anlattı. Bana dönüp “Siz kimi oynadınız?” diye sordu, dedim ki “o aktör benim işte”. Tekin karakteri için geçirdiğim değişiklikten dolayı tanıyamadılar.

“Kim rahat ki şu an ülkede?”

-Baba olarak endişelerinizden bahsediyordunuz bir sene önceki röportajınızda, çok haklı olarak. “Çocuklarımı bu ülkede büyüteceğim ama ciddi soru işaretlerim” var diyorsunuz. Bugün geldiğimiz noktada anlıyoruz ki onlar iyi günlerimizmiş aslında...

Bu sadece benimle ilgili değildir herhalde, şu anda Türkiye’deki her aile, her baba endişelidir. Çok umutla baktığını sanmıyorum kimsenin uzun vadede. Baba olmaya da gerek yok, insan olarak endişeliyiz. Bu konuyla ilgili sadece bir cümle söyleyeceğim; barış için uğraşmadığımız sürece bu tuhaf, kaotik atmosfer devam edecek.

-Bu sizin günlük hayatınızı nasıl etkiliyor peki? Bir yandan da hayat devam ediyor, işe gidiyorsunuz siz de herkes gibi ama akşam eve gidip...

Akşam eve gidip oturmayı bırak sabah kalktığında haberlerde ne göreceğini az çok tahmin ettiğin için ve artık bir rutine dönüştüğü için hepimiz stresliyiz. Kim rahat ki şu an ülkede? Dibimizde bir savaş var. Her gün ölüm haberleri geliyor.

-Hayat zaten zor ama bu coğrafyada çok daha zor sanırım...

Hayatta şöyle bir şey var, herhalde yaş ilerledikçe ve bir aileye sahip oldukça bunları anlıyorsun, huzur ve mutluluk her şeyden önemli.

-Size mutluyum, huzurluyum dedirten şey nedir?

Akşam eve gittiğinizde ailenizin, çocuklarınızın gülüyor olması.

“Çocuğun için uykusuz kalmak nedir ki?”

-40’a 2 kaldı sanırım...

Yaşla ilgili problemim olmadı hiç. Her geçen yıl olgunlaşıyorsunuz, deneyimleriniz artıyor. Düşünceniz değişiyor, evriliyor, ilerliyor.
O yüzden mutluyum. Beş yıl öncesiyle şimdi arasında dağlar kadar fark var.

-Ya öyle mi?

Evet. Kaç yaşındasın?

-27.

30’dan sonra konuşalım seninle. Ve şunu anlıyorsun, bir sürü atasözü, anne-babanın söyledikleri gerçekmiş.

-Mesela?

Gençken takıldığınız şeyler daha başka; arkadaşınıza takılıyorsunuz, aşklara takılıyorsunuz. Hayat ne uzun diyorsunuz... 30’dan sonra tam tersi oluyor. Bana soruyorlar mesela, “İki çocuğunuz var, zaman nasıl geçiyor, uykusuz kalıyorsunuz falan”... Ben de şunu söylüyorum: Gençken ne dertler için, ne aşklar için uykusuz kaldık... Çocuğun için uykusuz kalmak nedir ki? Bir de şöyle bir şey var 20’li yaşlarda biri bana “30 yaşında” deyince “Oha” derdim “Adama bak kocaman”... 20’lerde 30’lar gelmeyecek gibiydi, 30’dan sonra 40 bir anda geldi. Aslında zaman ne kadar kısıtlıymış anlıyorsunuz ve şunu fark ediyorsunuz; “ben yaşamalıyım”.

-Zaman ne kadar hızlı geçiyor durumu bir kaygı yarattı mı sizde?

Yoo. Tam tersi başka bir disipline soktu. Mesela ben eskiden çok geç uyanırdım, çok geç yatardım falan. Şimdi günü yaşamak istiyorum, bu hoşuma gidiyor. Arkadaşlarıma, anne-babama, aileme zaman ayırmaya çalışıyorum. Sevdiğim şeyleri daha sık yapmaya çalışıyorum.