Pazar “Erdoğan’ın 28 Şubat anılarını okumak isterim”

“Erdoğan’ın 28 Şubat anılarını okumak isterim”

17.03.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

Gazeteci Nazlı Ilıcak’ın son kitabı “Demokrasiye İnce Ayar”, 28 Şubat’ı konu alıyor. Kitapta o dönemde kendi yaşadıklarına da yer veren Ilıcak: “Tayyip Erdoğan’ın ve Ertuğrul Özkök’ün de 28 Şubat’ta yaşadıklarını kişiselleştirerek anlatmalarını isterim”

“Erdoğan’ın 28 Şubat anılarını okumak isterim”

Refahyol, Kudüs Gecesi, Sincan’da yürüyen tanklar, Libya gezisi, irtica tehlikesi, Fadime Şahin-Müslüm Gündüz-Ali Kalkancı, MİT brifingi, 28 Şubat kararları, Batı Çalışma Grubu, Merve Kavakçı... Türkiye’nin yaşadığı en sıkıntılı dönemlerden biri olan 28 Şubat sürecini anlatan anahtar kelimelerden birkaçı bunlar...
28 Şubat 1997’de Türkiye sonu gelmeyen demokrasi sınavlarından birine daha girdi. Milli Güvenlik Kurulu’ndan, sonradan dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın da imzalayacağı bir dizi karar çıktı. Bugün iki karşıt görüş tarafından “postmodern darbe” ya da “demokrasiye ince ayar” olarak anılan bu kararlar ile ilgili yargı süreci devam ederken dönemin tanıkları da yaşananları kitap ve belgesel çalışmalarına konu ediyor. Geçtiğimiz yıl Doğan Kitap’tan çıkan Mehmet Ali Birand ve Reyhan Yıldız‘ın “Son Darbe: 28 Şubat” belgesel-kitap çalışmasına geçtiğimiz ay yine Doğan Kitap’tan çıkan iki kitap daha eklendi. Saygı Öztürk’ün “Belgelerle, Dünden Bugüne 28 Şubat” kitabı ve Nazlı Ilıcak imzalı “Demokrasiye İnce Ayar”.
Dönemin yakın tanıklarından Ilıcak’la kitabını konuşmak üzere Beylerbeyi’ndeki evinde bir araya geldik.

Zamanı gelince bunları kaleme alacağınızı tahmin ediyor muydunuz?

Ediyordum. Arşive meraklıyım ben. Her zaman not tutarım. Öteden beri gazete kupürlerini biriktiririm. Arşiv hafızayı canlı tutar. İnsan da hatıralarından oluşan bir yapı. Özel hayatımda da fotoğraflara, hatıralara çok dikkat ederim. O zor günlerin geçeceğini ve bir gün bunları yazacağımızı biliyordum.

Haberin Devamı

O “bir gün”, bugün oldu...

Evet, 28 Şubat’ın yargılandığı döneme denk geldi, aktüel oldu. Kitabın çıkış tarihini 28 Şubat’a denk getirdik.

Girişte diyorsunuz ki; amacım bilgi vermek, medyanın tavrını gözler önüne sermek, genç nesillerin ders almasını sağlamak, halkın iradesinin er geç galebe çaldığını göstermek... Kitapta “Aile boyu mağduriyet” başlıklı bir bölüm var. O bölümde de ailenizin yaşadıklarına yer veriyorsunuz. Girişte sıraladıklarınıza ek olarak daha kişisel bir sebebi de var mı bu kitabı yazmanızın?

Kitapta bana dokunan noktaları da belirtmekte fayda buldum. Ben de o dönemde mağdur oldum çünkü.
Milli görüş geleneğinden gelmediğim çok iyi bilindiği halde irtica odağı olduğum gerekçesiyle milletvekilliğime son verildi. Oğlum (Mehmet Ali Ilıcak) da çeşitli sebeplerden mağdur oldu. Ama bugün bunları yazarken insanlara mağduriyetlerin kalıcı olmadığını da göstermek istedim. Doğru bildiğiniz yolda mücadeleye devam ederseniz zor dönemler mutlaka geçiyor. Allah sağlık versin, her şeyin başında.

Haberin Devamı

11 yıllık bir Ak Parti iktidarı söz konusuyken, uzun tutukluluk süreleri gibi daha güncel mağduriyetler varken, hâlâ 28 Şubat mağduriyetlerinden söz edilmesini anlamsız bulanlar var...

Mağduriyetler geçse de arada hatırlatılmalı. Mazimizi bilmezsek nasıl tedbirli davranacağız? Ama her fırsatta “Ben mağdur oldum” diye yakınmayı da makul bulmuyorum. Bugünün mağduriyetlerini de dinlemek lazım tabii. Ben iktidara yakın duran bir gazeteci olduğum için elbette artık mağduriyet yaşamıyorum. Ama ben yaşamıyorum
diye de her şey yolunda diyemem tabii.

“Erbakan korktu, askeri yumuşatabilirim sandı”

Kitapta 28 Şubat’ın medya ayağı da anlatılıyor. Ama gazetecilerin 28 Şubat’tan yargılanmasından yana değilsiniz...

Medya ayağının ne kadar işin içinde olduğunun tespiti kolay değil çünkü. Ancak somut bir işbirliği varsa bir gazeteciyi suçlayabilirsiniz. Gizli bir toplantıya katılmışsa, bir askerden emir ya da para almışsa... Abartılı bir tutumu basın ahlakı açısından eleştirebilirsiniz ama esas sorumlu askerdir. Asker böyle bir şeye tevessül etmese sivillerin gayretiyle, falanca gazete üç manşet attı diye iktidar devrilir miydi? Ayrıca 28 Şubat’ı yargılama sürecine gazetecileri katmak çok büyük mağduriyetler de yaratır. Yurt dışında Türkiye için bir karalama kampanyası doğabilir. KCK’dan tutuklu basın mensuplarından terör eylemine karışmış olanları bile yurt dışında izah edemiyoruz.

Haberin Devamı

Mehmet Ali Birand’ın ve Saygı Öztürk’ün kitaplarını nasıl buldunuz?

Saygı Öztürk değerli bir araştırmacı fakat 28 Şubat’ı meşru bir çizgide göstermek istiyor. Diyor ki; Erbakan kararları imzaladı. Bakanlıklara tebliğ etti. Yeni hükümet güvenoyu aldı. Hepsi kayıt altında. Evet, bakınca her şey meşru gibi görünüyor ama öyle değil. Erbakan imzaladı ama hangi şartlarda imzaladı? Mehmet Ali Birand ise daha ziyade
28 Şubat’ın tanıklıklarına yer veriyor. Onun 28 Şubat’ı aklama gayreti yok.

Başka kimler yazmalı o dönemi?

Tayyip Erdoğan’dan okumak isterim. Darbe Komisyonu’na ifade verdi ama daha teferruatlı olarak, daha kişiselleştirerek anlatmasını isterim. Ertuğrul Özkök’ten de madalyonun diğer yüzünü okumak isterim. Fatih Çekirge, Emin Çölaşan, Tuncay Özkan... Onlar da kendi yaşadıklarını yazsalar keşke. Ama kişisel ayrıntılarla...

Haberin Devamı

28 Şubat’ta kim, neyi farklı yapsaydı bu süreci daha az hasarla atlatırdık?

Mesut Yılmaz, Muhsin Yazıcıoğlu gibi Erbakan’ın yanında yer alabilirdi. Demirel, Erbakan’a “Dayanışma içinde olalım” diyebilirdi. Parlamentodan seçim kararı çıkarılabilirdi. Ya da Erbakan istifa ederken “Bu kararlar dayatılmıştır, ben siyasi iradeyi temsil ediyorum” diye açıklama yapıp bir kahraman olabilirdi.

Neden böyle yapmadı?

Korktu, askeri yumuşatabilirim sandı.

O dönemde Başbakan olan Erbakan değil de Erdoğan olsaydı...

Daha farklı olurdu. Erbakan çok temkinli biriydi. Son derece nazikti, beyefendi bir tavrı, yumuşak bir üslubu vardı. Erdoğan’ın daha öfkeli, daha Kasımpaşalı bir duruşu var. Bir de Erdoğan tek başına iktidarda, geniş bir tabanı var. Erbakan’ın aldığı oy oranı belli. Batı da Refahyol’u hiç tutmuyordu. Ama Amerika baştan beri AK Parti’yi tuttu. AK Parti’nin sahiplendiği değerler de halkla çok bütünleşti. Ekonomik olarak kalkınıyor olmanın da etkisi var tabii.

Haberin Devamı

Bunca zamandan sonra Merve Kavakçı olayına nasıl bakıyorsunuz?

Tamamen tesadüfen gerçekleşmiş bir olay. Merve bana telefon etti. “Salona seninle girelim mi?” diye. Ben de eşlik ettim, bu kadar. Seçilmiş bir milletvekili yemin etti diye darbe ihtimalinin gündeme geleceği aklıma bile gelmezdi.

Siz olsaydınız yemin eder miydiniz?

Ona imkan yoktu. Recai Kutan, Erbakan’a rağmen yemin etmemesini telkin etmişti. Ben de Merve’ye “Hakikaten darbe olursa bunun mesuliyetini taşıyamayız, herkes bizi lanetler” demiştim.

Görüşüyor musunuz Merve Hanım’la?

Evet. Şimdi Amerika’da. Mastırlarını yaptı, öğretim üyesi olarak çalışıyor, seminerler tertip ediyor, çok faal. Önümüzdeki seçimlerde milletvekili olmayı arzu eder diye düşünüyorum. Bence de olmalı. Ona yapılan o haksızlık giderilmeli. Merve Kavakçı olayı başörtüsü özgürlüğünü geciktirdi diyen de var; bu bir ilk adımdı, bu mücadelenin bir parçasıydı diyen de... Ama genel olarak herkes çok büyük sempati duyuyor ona. Benim de o gün orada bulunmam bir itibar konusu oluyor.

“O davette Hayrünnisa Gül, Hülya Avşar’ı çok sevdi”

Kitapta o dönemde verdiğiniz davetlerden de bahsediyorsunuz. Necmettin Erbakan’dan Mehmet Emin Karamehmet’e, Abdullah Gül’den Jak Kamhi’ye, Recai Kutan’dan Hülya Avşar’a, Tayyip Erdoğan’dan Erol Evgin’e... Türkiye gerçeğini yansıtan bir karma tabloyu bir araya getirmek istediğinizi anlatıyorsunuz... Neler yaşanıyordu o davetlerde?

O kadar uzak ki o iki dünya... Öyle olmasa, insanlar birbirini tanısa pek de korkulacak bir şey olmadığını görecekler. O davette Hülya’yı (Avşar) çok sevdi Hayrünnisa Gül. Hülya ilk orada söyledi, “Çocuğum olacak, adını Zehra koyacağım” diye. Bilirsin Zehra da mukaddes bir isim. Onlar da memnun oldular. Bir işadamının eşi Hayrünnisa Hanım’ın başörtüsüne laf atar gibi olmuştu, ben çok rahatsız olmuştum. O bir kaynaştırma yemeğiydi çünkü. Tabii sonra bu ekip iktidar olduktan sonra o işadamları çok güzel kaynaştılar. Kim çıkıp Hayrünnisa Hanım’ın başörtüsüne bir şey diyebiliyor şimdi? Davet ediliyorlar Çankaya’ya, hepsi koştura
koştura gidiyor.

“Tutanaklarda manipülasyon olduğunu düşünmüyorum”

Milliyet’te yayımlanan İmralı tutanaklarının asıl tutanaklardan farklı olduğunu iddia edenler var...

Ona inanmıyorum. Editör elden geçirirken, özel hayatla ilgili bir bölümü çıkarmış olabilir. Burada bir manipülasyon olduğunu düşünmüyorum. Andıç var diyenlere de katılmıyorum. Andıç karalama amaçlı yapılan askeri operasyondur, burada öyle bir durum yok.

“Herkes Twitter’ı biraz tavsattı, sadece duyuru amaçlı kullanılıyor”

Twitter’dan sıkıldınız mı?

Eskisi kadar vakit bulamıyorum. Ama herkes biraz tavsattı. Daha çok duyuru gibi kullanılıyor artık. Bir de artık gözlerim yoruluyor. Sadece bazı olaylar hakkında kanaatimi yazıyorum. Ama takipçi olmak çok faydalı. Çok değişik şeyler öğrenebiliyorsun. Sosyal medyayı bir propaganda aracı olarak kullanıp da herkesin kendi sorununu gündeme getirmesinden bezdim. Atanamayanlar, bedelli askerlik isteyenler... Çok sıkıcı. Bir fayda da sağlamıyor. Benim bir yazımla da hallolacak şeyler değil bunlar.

Nasıl geçiyor bir gününüz?

Dokuz gibi başlarım güne. Kahvaltımı yapar, gazetelerimi okurum. Daha ziyade evde çalışıyorum. Gündüze pek program koymam, yazımı rahat yetiştirebilmek için. Sadece pazartesileri briç oynuyorum. Bazen arkadaşlarla Kıbrıs’taki ya da Bodrum’daki evimde toplanır, bir hafta oynarız. Salı ve perşembe günleri CNNTürk’teki programımız için beş gibi çıkıyorum evden. Yayından önce saç yaptırmak gerekiyor. Bir de ben makyaj için Oya Tolga’ya gidiyorum. O da epey vakit alıyor. Çarşamba, cuma, cumartesi akşamları arkadaşlarımla bir araya geliyorum. Pazarları sinemaya ya da tiyatroya giderim. Çocuklarımla, torunlarımla geçiyor zaman. Üç torunum var. Mehmet Ali’den bir, Aslı’dan (Ilıcak Sarrafgil) iki... Şimdi program partnerlerimden Nagehan’ın (Alçı) da bir bebeği olacak, onun da müjdesini verdik programda.

Beslenme, spor, estetik... Bunlarla aranız nasıl?

Haftada iki gün jimnastik yapıyorum. Beslenmeme dikkat ediyorum. Zeytinyağlı yemeklerle besleniyorum. Sebzelerin çoğunu çiğ yiyorum. Davetlerde diyeti bozuyorum. Hamurişi, tatlı severim. Estetik olduk, bitti. Botoks ve mezoterapi yaptırıyorum arada. Ama herkes yaptırıyor. Ben estetikten hemen sonra ekrana çıktığım için bu kadar çok konuşuldu. Konuşulsun... Twitter’dan kızanlar da “Botokslu Nazlı” falan diyorlar, desinler...

Yeni kitap projesi belli mi?

Yargılama süreçleri bitsin, bu dönemle ilgili çok şey yazılacak. Cezaevlerindekiler yazıyor zaten. Hakimlerin, savcıların gözünden
bir şeyler yazmak lazım.