Pazar"Halk, halk için çalışan memura ‘manyak’ der"

"Halk, halk için çalışan memura ‘manyak’ der"

23.03.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Halk, halk için çalışan memura ‘manyak’ der"

Halk, halk için çalışan memura ‘manyak’ der





Recep Yazıcıoğlu’nu 1996 yazında, o dönem valisi olduğu Erzincan’ın Kemaliye ilçesinde tanıdım. Halkın; 130 yıldır beklediği, bir türlü yapılamadığı için de önce Fırat’ın sularına sonra silahlı eylemlere (Başbağlar katliamı) açık hedef olduğu bir köprünün ve tünelin inşaatı için her gün sahadaydı. Toza toprağa bulanmış geliyordu Fırat kıyısına; soyunuyor, bu kez de çılgın kahkahalarla kanyonun tadını çıkarıyordu. Su kayağı ya da rafting yaparak.
Recep Yazıcıoğlu; enerjisi ve neşesi kavruk bedenini zorlayan bu sıra dışı bürokrat bana hep Cumhuriyet’in temiz dönemlerini hatırlatır. Devletle halkın onulmaz kopuşundan önceki dönemleri. Anadolu’ya trenle giderken gördüğümde beni hüzünlendiren KİT’leri, Devlet Üretme Çiftlikleri’ni, umut ve başkaldırı binalarını.
Bu yaramaz bürokrat, hınzır memur, şimdi de Denizli’de makamının sınırlarında dans ediyor.

Sayın Vali, sizin için "manyak vali" diye bir manşet atıldı Denizli’de. Size "manyak" denilmesine kızmadınız mı?
Aslında kızdım. Çünkü bunu yazan gazeteci arkadaş bana "Sizin için halk arasında bazı uygulamalarınızdan ötürü ‘manyak’ deniyor. Bunu yazabilir miyim?" diye sordu. Ben de bunu halkın bir övgüsü olarak kabul ettiğim için "Yazabilirsin" dedim. Bu lafı cımbızla çekip manşete taşıyacağını bilemezdim ki.

"Delilik", "manyaklık" sizin için kullanıldığında bir övgü niteliği mi kazanıyor sizce?
Tabii. Halk ağzında bu böyledir. Eğer bir bürokrat, bir mülki amir bir yere gittiğinde oradan rant sağlarsa ona "akıllı adam" denir. Eğer benim gibi gidip sadece halk için çalışırsa, onun adı hemen "manyağa" çıkar.

Çocukken de yaramaz mıydınız, Sayın Vali?
Evet, benim köyde çıkmadığım ağaç kalmamıştı. Ki, biz Karadenizliyiz, bizim oradakiler dev ağaçlardır.

Yaramazlığın bir özgürlük mücadelesi, bir özgürleşme aracı olduğunu o zaman mı fark ettiniz acaba?
O çağlarda yaramazlık kısıtlamalara karşı bir tepki olarak gelişiyor. Tabii öncelikle yaradılıştan gelen bir özellik.

Yaramazlığın bürokrasinin cenderesinden kurtulmaya, mevzuatın sınırlarını genişletmeye yaradığını, meslek hayatınızda bu niteliğinizle prim yapabileceğinizi ne zaman fark ettiniz?
Fakat şunu da unutmamak lazım ki; benimle ilgili anlatılanların çoğu bir masal gibi halk tarafından üretilmiş, kulaktan kulağa yayılan hikayelerdir. Evet, biraz fevri, alışılmamış bir vali tipiyim ama anlatılanlar kadar da değil.

Yani çoğu "şehir efsanesi" demek istiyorsunuz. Bu efsaneler bir vali için anlatıldığında da tam "şehir efsanesi" oluyor. "Erzincan efsaneleri", "Denizli efsaneleri" gibi.
Bir şehirde sorunlar çok olunca efsaneler de çok oluyor. Bu sorunları bir kahramanın gelip tek bir darbeyle çözmesini bekliyorlar. Halbuki benim birinci ilkem katılımdır, katılımcılıktır. Yani ben tam tersine şehir efsanelerinin üretilmeyeceği bir şehir yönetimini tatbik etmeye çalışıyorum.

Bürokratların egosu şişer çünkü itilmiş kakılmışlardır"
Kendinizi özgürlükçü bir mülki amir olarak mı tanımlıyorsunuz?
Benim mücadelem bürokrasiyle. Ve bürokrat tavrıyla. Yıllar önce Alaca kaymakamıyken bir vatandaş beni görmeye gelmişti. Elleri cebinde girdi içeri. "Çıkar ellerini cebinden" dedim. Adam da, "Biz İsviçre’de resmi makamlara elimiz cebimizde gireriz" dedi. O zaman kendime "Önemli olan bu adamın işinin yapılması, elinin cebinde olması değil ki" dedim. Bir de, mesela bizim makamımıza zengin bir vatandaş geldiğinde buyur eder oturturuz. Ama bir gariban geldiğinde ayakta tutarız konuşurken. Şimdi ben artık herkesi oturtuyorum hemen. Bürokratın egosunu frenlemesi lazım. Halbuki bürokratların egosu çok çabuk şişer.

Neden?
Çünkü biz biraz itilmiş kakılmış bir milletiz. Biraz ayrıcalık, yetki verildi mi bizim insanımıza, bunu şahsiyet haline getirir.

Bürokrasinin hantal bir hal almasının nedeni biraz da bürokratların egolarının şişmesi mi?
Evet. Ve ben bürokrasiyi ortadan kaldırmak için çaba sarf ediyorum. Önce kendimden başlayarak. Bürokrasi bir hastalıktır, bürokratı da hasta eder.

"Eğer Ankara’da orman olmasaydı hapı yutardım"
Yani çabalarınızın hedefi "vali olarak Recep Yazıcıoğlu"nu ortadan kaldırmak mı? Hani, Lenin’in "Devlet ve İhtilal" kitabında proletarya devletinin hedefinin devleti ortadan kaldırmak olduğu söylenir. Yani "devlet olmayan devlet". Siz de "vali olmayan vali" mi olmak istiyorsunuz?
Benzetmeniz hoşuma gitti ama ben bu tavrımı "terbiye, saygı" gibi kavramlarla açıklamak isterim.

Bir de neşelisiniz siz. Görev başında da böyle misiniz?
Tabii. Gülmek ömrü uzatır.

Bizim toplumumuzun "karşı özdeşlik kurma" söylemlerinden biri de "Bizim millete fazla iyi davranmaya gelmezödir. Bu kadar özgürlükçü olmanız sebebiyle insanlara lafınızı dinletemediğiniz oluyor mu?
Ama beni de yumuşak bir insan sanmayın. Benim için "tatlı sert" lafı daha uygundur.

Siz görev yaptığınız şehirlerle çok özdeşleşiyorsunuz. Ve sahada olmayı seviyorsunuz. Sizi merkeze çektiklerinde ne hissediyorsunuz?
Erzincan’dan Ankara’ya gelince, cezaevine gelmiş gibi hissettim. F tipi cezaevi gibi geldi bana. ODTÜ’nün ormanına gidiyordum her gün 45 dakika yürüyerek. İki saat de ormanın içinde dolanıyordum. Orman olmasaydı orada yanmıştım. Gerçi Ankara’da da paslanmadık yani, Anadolu’nun her yerinden panel, konferans gibi etkinliklere davet edildik, biz de durumdan vazife çıkarıp oralara gittik. Aksi takdirde hapı yutardık biz Ankara’da.

Ayşe Kulin’in sizi anlattığı "Köprü" adlı romanını, oğluna sizin Erzincan’da bir kayak merkezi yapması için kredi vermeniz karşılığında yazdığı iddia edildi. Bu doğru mu?
Hayır. Biz Selim Kemahlı’ya, yani Ayşe Kulin’in oğluna iki iş verdik. Biri ilin tanıtımıyla ilgili posterlerin, broşürlerin üretimi. Bir de Ergen Dağı Kayak Projesi. Bunu da bir yabancı firma yaptı, Selim Kemahlı aracılık yaptı. Ödemeyi de biz özel idare ve belediye olarak yüzde 50 yüzde 50 yaptık. Tamam, şimdi benim için bir roman yazıldı. O zaman şimdi bu iddiayı ortaya atan belediye başkanı için de bir roman yazılmalı. Ayşe Kulin bu konuda "Ben üç koca boşadım, tazminat bile almadım, ben para için roman yazacak karakterde bir insan değilim" diye cevabını verdi. O kitabı yazılan köprü de tam bir toplumsal kalkınma örneğidir. Halk katılımına bir örnektir.

Neydi o bir dönem, Erzincan’da her fırsatta kameraların önünde soyunup Fırat’ın sularına girmeniz?
Valinin "hobisi", "fobisi" diyorlardı benim rafting ya da su kayağı yapmama ama bugün bu sayede Erzincan dünyanın dördüncü büyük yamaç paraşütü ve rafting merkezi oldu. Eskiden Fırat’a düşen boğuluyordu, şimdi raftingci gençler orada yardım ekibi olarak çalışıyor.

"Arkeologlara kazı yaparken bile kravat taktırılıyor"
Şimdi de Denizli’de kravat zorunluluğunu kaldırmışsınız memurlarda.
Arkeologlar gelip "Biz sahada çalışırken kravat zorunluluğu bizi perişan ediyor" dediler. Ben de "Sahada çalışanın kravat zorunluluğu olur mu kardeşim?" dedim. Yaz döneminde kıyafet zorunluluğunu kaldırıyorum.

Erzincan’da halk daha çetin sorunlarla mücadele ediyordu. Ben de gelip çalışmalarınızı izlemiştim. Denizli ekonomik olarak iyi durumda. Erzincan’da insanlar sizin müdahalelerinizden memnundu ama Denizli’deki Anadolu burjuvazisi sizin, yani devletin müdahalesinden rahatsız olabilir.
Evet, Denizli ekonomide büyük patlama yapmış bir şehir. Özellikle tekstil alanında. Denizli’deki sanayiyi gezmek insanın iki veya üç ayını alır. Ama diğer taraftan Denizli’de 600 bin SSK’lı olmasına rağmen kentin sigorta hastanesi, yatak kapasitesi açısından Türkiye’de sonuncu sırada. Yani Denizli’de sorunlar çok. Mesela eğitimde de daha bin derslik gerekiyor. Yani sanayinin gelişimiyle toplumsal hayatın gelişimi paralel değil.