Pazar "Hiçbir zaman bağnaz Stalinci olmadım"

"Hiçbir zaman bağnaz Stalinci olmadım"

12.03.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

Türkiye'nin en eski komünistlerinden, TKP Merkez Komitesi üyesi Mihri Belli 90 yıla sığan anılarını anlattı. Bu anılarda hücreler, cezaevleri, sürgünler, sol mücadele, Yunanistan'da gerilla savaşı, 1968'ler, Deniz'ler ve daha nice nice insan ve olay var...

Hiçbir zaman bağnaz Stalinci olmadım

axpaz011.jpg 12 Eylül'ün hemen öncesinde kendisine yönelik suikast girişimi... Mihri Belli geçen hafta 90 yaşını devirdi. Arkadaşları, ona bir kutlama gecesi düzenledi. Kutlamaya hayat arkadaşı, onun gibi komünist 80 yaşındaki Sevim Belli (Tarı) ile geldi. Belli çifti Göztepe'de bir binanın 14'üncü katında oturuyor. Evleri son derece mütevazı. Duvarda yakın tanıdıklardan hediye, iddiasız birkaç tablo. Halbuki Türkiye'nin ünlü ressamlarından birçoğuyla yakın arkadaştılar. Evde mobilya olarak fazla bir şey yok. En dikkat çeken mobilya, basit bir çalışma masası. Sanki bir işçi evi. Yaşam tarzlarının bilinçli bir seçim olduğu her haliyle fark ediliyor. Sınıf kökenlerini inkâr etmenin bütün işaretleri evlerine yansımış. Halbuki Sevim Belli, eski emniyet müdürlerinden İsmail Hakkı Bey'in kızı. Rizeli ünlü armatör Rıza Kalkavan dedesi (Annesinin babası). Çocukluğu Beylerbeyi'nde ünlü Nâzım Kalkavan yalısında geçmiş. Tıp fakültesini bitirmiş, sonra Amerika'ya gitmiş, Paris'te yaşamış. Nâzım Hikmet'le Berlin'de tanışmış. TKP'nin kuryeliğini yapmış. Yakalanmış, emniyetin soğuk hücreleriyle tanışmış. Mihri Belli'nin babası Mahmud Hayrettin ise hukukçu; ağır ceza reisliği yapmış. Bu röportaja Sevim hanımı dahil edemedik. Ama o hatırlatmalarıyla Mihri beye ve bize yardımcı olmaktan geri durmadı. Mihri Belli Türkiye'nin yaşayan en eski birkaç komünistinden, daha hoşlandığı deyimle, Marksist-Leninistinden biri. Daha 1940'larda Türkiye Komünist Partisi (TKP) Merkez Komitesi üyesi. Cumhuriyet tarihinin bir başka cepheden canlı tanığı. Bu tarih içinde sosyalist olmanın bedelini ödeyen biri: Hücreler, işkenceler ve yıllarca süren mahpusluk... II. Dünya Savaşı bitiminde Yunanistan'da gerilla hareketine katılma... Yaralanma... Babam Trakya Müdafaai Hukuk Cemiyeti'nin, yani Kuvayı Milliye'nin genel sekreteriydi. Başkan da, daha sonra Edirne mebusu olacak Deli Şeref'ti. (Son Osmanlı Meclisi'nde Misakı Milli'yi okuyup kabul ettiren kişi.) Babam kurtuluştan sonra Çatalca mebusu oldu. 28 yaşındaydı. Yaşını büyüterek seçilmişti. Deli Şeref ünlü heykeltıraş İlhan Koman'ın dedesi. Kurtuluş Savaşı sonrasında babanız sizi Edirne'de "Alliance İsrailite"e, yani Yahudi okuluna gönderiyor... İlhan benden küçüktü. Bize çok yakın oturuyorlardı. Çocukken dört-beş yaş fark önemli. Ama sonradan kafadar ve yakın dost olduk. İsveç'te bir süre onun gemisinde kaldım. Sesi çok güzeldi, lisedeyken kız muallim mektebine götürüp şarkı söyletirlerdi. İlhan Koman'la ilişkiniz nasıldı? Babam beni Yahudi okuluna gönderdikten sonra sosyete de çocuklarını göndermeye başladı. Fransızca öğreten en iyi okuldu. Kentin ileri gelenleri çocuklarını Yahudi okuluna mı gönderiyorlardı? Verdim. Manhattan'da İrlandalı arkadaşlar vardı, onların adresini verdim. 1940'ların sonlarında Turancılarla aynı cezaevinde yattınız... Reha Oğuz Türkkan tahliye olduktan sonra, komünist olduğunuz halde cezaevinde sizi ziyaret ediyor ve Amerika için tavsiye mektubu istiyor. Verdiniz mi peki? "Aybar çok çizgi değiştiriyordu" Dinlerdim. Togan Stalin'le birlikte çalışmıştı. Daha sonra Stalin onunla çalışmış olmasından dolayı eleştirilmişti. O da "Adamımız yoktu, ne yapalım" demişti. Sovyetler'de cumhurbaşkanlığı yapmış Zeki Velidi Togan da cezaevindeydi... Onun anılarını dinlediniz mi? Değildi ama kendine göre Almancıydı. Size göre faşist miydi? Turancılara faşist diyorsunuz... Yeğeni Mihrizafer'le gönderdi. DP önce soldan muhalefet yapacaktı. 1946'da Mehmet Ali Aybar'ı aday yaptılar. Adnan Cemgil'e de adaylık teklif ettiler. Ancak o kabul etmedi. Siz komünist olarak cezaevinde yatıyorsunuz ama bakanlık, başbakanlık yapmış Celal Bayar size mesaj gönderiyor, "Mücadelenizi takdir ediyoruz, iyi günler gelecektir..." diyor mesajında. O yalnız kendisi için değil, birlikte götüreceği iki aydın için de tavsiye mektubu istiyordu. Onlara kefil olamazdık. Aybar çok çizgi değiştiriyordu. 1951'de bağnaz Stalinciydi. Daha sonra 1917 Ekim Devrimi'ni bile reddetti. Ben hiçbir zaman bağnaz Stalinci olmadım. Çekoslovakya'da bir toplantıda her konuşan, "Stalin der ki..." diye başlıyordu sözlerine ve arkasından bir alkış kopuyordu, herkes ayağa kalkıp "Stalin... Stalin... Stalin..." diye bağırıyordu. Ben de alkışladım ama bağırmadım. Mehmet Ali Aybar, Zeki Baştımar'a başvuruyor ve Abidin Dino size geliyor. Fransa'ya gidecekler, sizden tavsiye mektubu istiyorlar. Siz engel oluyorsunuz, verdirmiyorsunuz. Neden? Abidin Dino'yla kolejde Türkçe dersinde aynı sınıftaydık. Hep el resmi yapardı. Desenleri güzeldir ama tabloları o kadar iyi değildir. Benim ressamlığım da var biliyorsunuz. Abidin Dino'ya da kefil olmadınız... "Nâzım dozu kaçırmıştı" "TİP nereye gidiyor?" diye bir yazı yazdım. Can "Ben, bunu TİP kongresinde kalın sesimle öyle bir okurum ki, çok etkili olur" dedi. Böylece ayrıldık. Ancak, kongrede hava çok farklı esince okumadı. Tiyatrocular çevresiyle sıkı fıkıydı. Onların etkisiyle bizden uzaklaştı. Aradan yıllar geçti, Dev-Genç'in şahlanış yıllarına geldik. Bir gece yarısı saat 01.00'e doğru Patriot Hayati ve Mehmet Kemal'le evimize geldi. Ona karşı yüzünü asan Sevim'in önüne gitti ve diz çökerek, "Harcama beni Sevim" dedi. (Burada söze giren Sevim Belli, "Can Yücel'i severim ama zikzakları vardı. Bütün şairler gibi heyecanlıydı" dedi.) Bir de Can Yücel'in sizin önünüzde ve sonra da Sevim Belli'nin önünde diz çökmesi var... Biraz solculuğu vardı. Eski kültürü savunuyordu ama çelişki içindeydi. Divan edebiyatını tümüyle reddediyordu. Bizim İlerici Gençler Birliği'nin kuruluş bildirisini okumaktan getirmişlerdi. Benim için "Mürşidim" derdi. Beraat etti. Hasan Âli Yücel bakandı, önce onu iyice azarladı, sonra eski işine aldı. Ünlü İslam tarihçisi Abdülbaki Gölpınarlı'yla da birlikte yattınız, o solcu muydu? Benim çok samimi bir arkadaşım vardı: Rıfkı. Sonra general oldu. Rıfkı, Nâzım'ın şiirlerini okurdu. Moskova'ya kaçtıktan sonra, Bizim Radyo sürekli onun Stalin için söylediği, "Gözlerimin nuru odur", "Babamız Stalin" sözlerini yayınlıyordu. Rıfkı bunları duyunca küfretti. Nâzım, Rıfkı gibi birinin küfredeceği bir konuşma yapmamalıydı. Stalin'i putlaştırmada dozu kaçırmıştı. Nâzım Hikmet'in Moskova'ya kaçtıktan sonra yaptığı konuşma sizi büyük hayal kırıklığına uğratmış... Tapar görünüyorlardı... Ben Yunanistan'da yaralandığımda Kremlin hastanesinde yattım. Bir bakana arka, bana en büyük ön odayı verdiler. Ön safta çarpışan insan daha itibarlıydı. Ama siz de Stalin'den daha çok Troçki'den hoşlanmıyorsunuz. Stalin'le solda "adama tapınmacılık" yerleşmedi mi? Haklı çıkmadı. Troçki daha demokrat değildi, daha şiddetten yanaydı. Sonuçta Troçki haklı çıkmadı mı, Sovyetler yıkıldı... "Biz silah kullanmadık" Yanlıştı. Tek parti ancak bir dönem için gerekli. Örneğin Birinci Meclis'te muhalefet devam etseydi, Mustafa Kemal cumhuriyeti kuramazdı. Tek partili sistem yanlış mıydı? Gerileme var... Bir kısmı benim 90'ıncı yaşım için yapılan kutlamadaydı. TKP, 1960'lar, 70'ler... 100 binlerce insan yürüyor 1 Mayıs'larda. Bu kadar destekten sonra nereye gitti bu insanlar? Bütün sosyalistler geldi mi ki oraya? "Salon sosyalistleri" diye siz de çok eleştirdiniz. Şimdi gerçekten bir salona toplanacak kadar sosyalist kaldı... Değildi. Biz silah kullanmadık. Ama 20'ye yakın gencimizi öldürdüler. Gençleri silahlı çatışmaya ittiler. Solun silahlı mücadeleye geçmesi yanlış değil miydi? Ne yapacaksın? Kendini savunacaksın... Sol bu oyuna gelmemeliydi. Hata merkezi bir savunma sistemi kurmamaktı. Biz kalktık, her fakülte kendisini savunsun dedik. Nereden silah bulacaklardı? Mafyadan. Mafya kimin denetiminde? Polisin. Bu hatayla, bölünmek için ortam hazırladık. 1969'da Yargıtay oybirliğiyle karar verdi, "Milli Demokratik Devrim suç değildir" diye. Biz derhal partiyi kuracaktık. Kurmadık, hataydı. Olay savunmayla kalmadı ki! Bankalar soyuldu, başkonsolos kaçırıldı... Mihri Belli anlatıyor Mihri Belli'nin "İnsanlar Tanıdım" adlı anı kitabından... (İsmail Bilen, 1902 Rize'de doğdu, 1983'te Berlin'de öldü. 1922 yılında TKP'ye üye oldu. 1973-1983 yılları arasında partinin genel sekreterliğini yaptı 1933'te Türkiye'den ayrıldı ve bir daha dönmedi.)İsmail çok yalan söylüyordu. Hayallere sığınmıştı. Mitomani hastalığına tutulmuştu.Bir gün kendisine, "İspanya İç Savaşı'na her ülkeden gönüllü katıldı, ama bizden katılmadı, neden?" diye sormuştum."Yaramı deştin" dedi, "Tam 80 pırıl pırıl genç işçi, İstanbul'dan yola çıktı. Onları ben uğurladım. Akdeniz açıklarında İngilizler motoru batırdı."Böyle bir olayı ilk kez duyuyordum. Türkiye'de kimse böyle bir faciadan söz etmemişti. "Bizde şehitlere saygı ne gezer!" dedi. İçim rahatladı. Reşat'a (merkez komite üyesi) sordum. "Öyle bir şey yok, İsmail'in muhayyilesi geniştir" dedi. Şefik Hüsnü'ye de (TKP Genel Sekreteri) sordum. O da, "İsmail kırk yalandır. Tek ayağının üstünde kırk yalan söyler" dedi. TKP Genel Sekreteri Bilen'in yalancılığı Yaşar Kemal'le tanıştığımızda bana hangi romanını en çok sevdiğimi sordu. Akça Sazın Beyleri dedim. Romanın kahramanı feodal beyin Kozan'da yaşadığını, benimle tanışmayı çok istediğini söyledi. "Öyle biri benimle neden tanışmak istesin?" Şaşırdım.Yaşar ayrıldıktan sonra eski arkadaşı Asım Akşar, "O Kozanlı bey hakkında söyledikleri yalandır. Yaşar'ın huyudur, böyle sebepsiz yalanlar söyler" dedi.Bir gün karşılaştığımızda, "Mihriciğim, senin romanını yazıyorum" dedi.- Ne biliyorsun benim hakkımda?- Bütün materyali topladım, bir kâğıda dökmesi kaldı.O zamana kadar yalnız Asım değil, başkaları da Yaşar Kemal'in o huyundan söz etmişlerdi bana. Şaka ediyordu besbelli.Reşat Fuat'a da, "Senin romanını yazıyorum" demiş. Reşat buna inanıyor gibiydi. "Her karşılaştığımızda söylüyor. Hem niye durup dururken yalan söylesin" diyordu. "Yaşar'ın huyu" Deniz Gezmiş savaşın gerekliliğini savunuyordu. Deniz'e, "Beni ikna et, birlikte dağa çıkalım" dedim. Ve sormaya başladım:- Hangi hedefi vuracaksın? - Mesela Amerikan üslerini.- Hangi üssü?- Mesela İncirlik'i.- Kaç kişi toplayabilirsin?- 50 kişi.- İncirlik Üssü kaç kilometrekare biliyor musun? O 50 kişi orada nokta gibi kalır. Hem sen makasla elektrik cereyanı verilmiş teli kesmeyi biliyor musun? Deniz dağa çıkmak istiyor Bilmiyordu. - Canım biz de küçük karakollara saldırırız.- İki asker öldür, kamuoyu sana karşı döner.- O halde silahlı olarak dağda halkı bilinçlendiririz.Ben Deniz'in İstanbul'da bir gecekondu semtine yerleşmesini istiyordum, ama olmadı.