26.01.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:
Açıkçası önce ismi kışkırtmıştı: Şahin Yılmaz. Zaten bir çocuğa böyle bir isim verilmişse, onun başka bir meslek seçmesi mümkün olabilir mi? Nitekim İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürü Şahin Yılmaz da (40) daha 14 yaşında polis üniformasını geçirmiş sırtına. Zaten onu giymeseymiş hayat gardırobundaki tek alternatif askeri üniformaymış.
"Sivil olmanın zor bir şey, kendisini büyük bir teşkilatın parçası hissetmenin ise çok hoş bir şey olduğunu" söyleyen Şahin Yılmaz’la röportaj yapmak DJ Emre Kuytu cinayetinde zınk diye bir sonuca ulaşılmasının ardından şart olmuştu. Çünkü son dönemde başka birçok cinayet, birçok karmaşık suç problemi de bu hızla çözülüyordu.
Fırsat bu fırsat, hazır gitmişken Yılmaz’a romanlardan, filmlerden ve bir miktar da meslekten edindiğimiz birçok bilgiyi de doğrulatmaya çalıştık. Bir nebze merak giderdik.
Sivil olmak nasıl bir şeydir sizce? Yani bizler gibi. Bunu anlayabiliyor musunuz?
Hayır, zannetmiyorum. Ben 14 yaşında üniforma giydim. Ben sivil olmayı hiç düşünemiyorum.
Sivil olmak sizce zor bir şey mi, kolay bir şey mi?
Zor, zor.
Peki siz üniformalıları da tehlikeli bir hayat sürdürmek yormuyor mu?
Yorar tabii. Bir kere insan sürekli uyanık olmak zorunda. Çünkü düşman uyumaz. Ben uyurken benim arkadaşım dikkatli olacak. Bizim arkadaş edinmemiz bile çok zor. Benim bir ya da iki tane arkadaşım olur. O da süzgeçten, elekten geçecek de öyle.
Solcular halk uğruna savaştıkları halde halk tarafından anlaşılmamaktan yakınırlar. Polis de eleştiriler karşısında benzer bir üslup, benzer bir söylem tutturmuyor mu?
Ben halkın polisle ilişkisini halkın hastanelerle ilişkisine benzetiyorum. İnsanlar hastaneden de korkarlar ama gerektiğinde de koşarak giderler. Ben halkın polisi sevdiğine inanıyorum. Eleştirse de sevdiğine. Zaten insanlar bizi eleştirmese biz daha iyisini yakalayamayız.
Bizim gazetede polise ilişkin eleştirel bir haber çıksa...
Çıkıyor.
Şoför arkadaşlar o zaman arabaların önüne Milliyet levhasını koymaktan korkuyorlar. Sahiden bu haberler sizleri bu kadar öfkelendiriyor mu?
Hayır, böyle genel bir öfke oluşmaz. Bölgesel kızmalar olur hafif. Ama biz bizi eleştiren bir konu oldu mu hemen toplanır, bakarız eleştirinin neresi yanlış neresi doğru.
"Beni basitliğiyle şaşırtan olay Garih cinayetiydi"
Hep Türk katillerin sofistike cinayetler işlemediğinden, Türkiye’de işlenen cinayetlerin basitliğinden dem vurulur. Polisiye edebiyatın bu yüzden Türkçe edebiyatta fazla olmadığından söz edilir. Doğru mu sizce?
Evet, Türkiye’de suçlar çok sofistike değildir. Çok karmaşık değildir. Aslında biz bir cinayeti çözerken çok karmaşık düşünceden başlar, daralta daralta basite gideriz. Geçen sene İstanbul’da işlenen cinayetlerin yüzde 93’ü çözülmüştür.
Sizi çözdüğünüzde çok şaşırtan bir cinayet oldu mu?
Son dönemde çok karmaşık olduğu düşünülen ama çok basit olan Üzeyir Garih cinayeti mesela. Çok teori yapıldı bu cinayete ilişkin olarak ama olayın aslı son derece sade, basit, Çetin Altan’ın Türkiye’de işlenen cinayetlere ilişkin söylediği gibi hiç sofistike olmayan bir cinayetti. Beni karmaşıklığıyla şaşırtan cinayet Ebru-Işık Balkan kardeşler cinayetiydi. Bu olayı teknik birtakım verilerle, sağlama yapa yapa, delili delille destekleye destekleye çözdük. Bizim meslekte artık olay yerini inceleme, delil toplama süreci çok önem kazandı.
Siz dedektifler, polisler bir cinayet yerine girdiğiniz zaman bizden farklı bir resim mi görüyorsunuz?
Evet, sizden çok daha farklı resimler görüyoruz orada. Biz olay yerinden şahsa ulaştığımız için mikroskop gibi olmalıyız.
Mesela cinayet yerine siz ve apartmanın kapıcısı beraber girdi. Kapıcı ne görür, siz ne görürsünüz?
Kapıcı ne olmuş ona bakar, biz buraya hangi yolla girilmiş ilk ona bakarız. Sonra suç nasıl işlenmiş, ne alınmış, ne amaçlanmış ve nasıl çıkılmış? Çünkü her suçlu olay yerinde bir iz bırakır. Biz o izi buluruz. Çünkü bir şey mutlaka bırakır. Ben suç işlediğimde ne yaparsam yapayım, hangi önlemleri alırsam alayım -ki bu önlemleri şimdi burada söyleyemem, suçluların işine yarar- orada mutlak olarak bir iz bırakırım. Çünkü ben orada nefes aldım verdim. Bitti. Nefes alıp verdiğime göre bir iz bıraktım.
Katilin cinayet yerine geri geldiği doğru mudur?
Bir kısmı gelir. İz bıraktı mı, bırakmadı mı onu merak eder. Ve gelir, hatta izler.
"DJ Emre Kuytu olayı bizce gay cinayeti değil"
Bu son DJ Emre Kuytu olayında olay yerine gittiğinizde ilk neye baktınız?
Detayını veremem ama zaten içeri girdiğimizde gördüğümüz bir şeyden yola çıktık. Sanığı bilgisine başvurmak için çağırdık, onun katil olduğunu düşünüyorduk. Teşekkür ettik. Gönderdik. O gönderdiğimizi zannediyordu, biz peşindeydik onun. Delillere kendisi ulaştırdı bizi. Sorgulasaydık söylemezdi.
Ne tepki gösterdi serbest bıraktığınızda?
Şaşırdı. Biz şaşıracağını biliyorduk zaten.
Bu tür cinayetlerde sanıkların hep bir eşcinsel ilişki teklifinden söz ediyor olmalarının nedeni ne?
Bununla kendilerine bir savunma mekanizması geliştiriyorlar. Biz mesela bu olayın gasp amaçlı olduğunu biliyoruz. Ama tabii buna mahkeme karar verecek.
Sorgu sırasında sorgucuyla sorgulanan arasında bir ilişki, bir çeşit bir dostluk oluşuyor mu?
Şimdi, yakınlaşma ve uzaklaşma sorgulamanın bir taktiğidir. Sorgucu sorguladığı kişiyi yakınlığına inandırmak zorundadır. Bu da ona bir dostluk gibi görünür.
Ben sadece bunu kastetmedim; ciddi ciddi, kurulan ilişkinin doğal sonucu bir dostluktan, bir iletişim zemininden söz ediyorum. Son kertede sorgulanan bir şeyler anlatmak istiyor ve anlatacaklarını onu bir yerlere ihbar etmeyi düşünmeden ya da korkmadan, şoke olmadan, onun tam da istediği gibi anlaşılır bir olay olarak dinleyebilecek tek kişi sorgucu, değil mi?
Evet, bir elektrik oluşur. Şahıs gerçek bir ilişki, bir dostluk hissediyor. Ama bizimkisi tiyatro tabii. Bizimle paylaşıyor meselesini çünkü. Ve itiraf ettiklerinde çok rahatlıyorlar. Bazıları elimizi bile öpüyor duygusal bir hal alıp. Başka bir insan anlayamaz çünkü onu, ben anlarım.
Bu kadar olay ve suç tanıdıktan sonra "İnsana dair hiçbir şey bana yabancı değildir" konumuna geldiniz mi?
Evet, bu söz benim sözüm de olabilirdi. Biz polis olarak, bir doktor kişilerin özel hayatına nasıl giriyorsa öyle giriyoruz. Kişi bir suça karıştığı ya da bir suçun hedefi olduğu zaman giriyoruz tabii özel hayatına. Bir insanın çok farklı, çok değişik olması bize acayip gelmez. Mesela transseksüel arkadaşlarımız, kardeşlerimiz, onlar da bizim kardeşimiz, biz onların suça karışmasını engellemek için çalışmalar yapıyoruz. Genel ahlakı korumak için ya da fuhuş yapmamaları için onlarla uğraşıyoruz. Bunları yapmadıkları sürece bir insan transseksüel olmuş benim için fark etmez. Bu kişinin özel hayatı.
"2002 yılında suç sayısı yüzde 21 azaldı"
Suç açısından İstanbul nasıl bir şehir?
Bir kere bana göre Türkiye dünyanın en sakin ülkesidir. Bunu ben söylemiyorum, rakamlar söylüyor. İstanbul ile dünyanın bazı başka şehirlerini suç açısından karşılaştıralım. 10 milyonun üzerinde nüfusu olan İstanbul’da yıllık olay sayısı 91 bin 693. Yani 110 insandan bir kişi suç işlemiş. Berlin’in nüfusu 3 milyon 300 bin. 572 bin 553 suç işlenmiş. 6 kişide bir. Viyana’nın nüfusu 1 milyon 600 bin, 154 bin suç işlenmiş, Madrid 2 milyon 800 bin nüfusu, 229 bin 627 suç işlenmiş. Bizim insanımız kriminal bir insan değildir. Suç işlemeye yatkın değildir. Başka toplumlara baktığımız zaman, kriminal toplumlardır bunlar. Suçla mal elde etmeye yatkındırlar. Ama bunun dışında bizim polisimiz sokakta çalışmaya, olayları olmadan engelleme konusuna daha alışkındır. Suç oranlarındaki fark bundan kaynaklanıyor bence.
Peki, trend nasıl? Suç sayısı azalıyor mu, artıyor mu?
2001’den 2002’ye suç sayısında yüzde 21 azalma oldu. Çözümlerde de yüzde 15’lik bir artış oldu. Kapkaç, yankesicilik, oto hırsızlığı, evden hırsızlık, dolandırıcılık, hepsinde azalma oldu. Sadece gasp olaylarında bir artış oldu. Bir de cinayette artış oldu. Cinayeti engelleyemezsiniz, insan insanı öldürür.
Siz de polis çocuğu musunuz?
Hayır, babam askerdi. Ailemizde hiç polis olayı yok, tesadüfi oldu benimkisi.
Emniyet içinde polis çocukları daha ayrıcalıklıdır ama, değil mi?
Daha ağırlıklıdırlar, ayrıcalıklı değil.
Neden asker değil de polis oldunuz?
Ben hem polis kolejini hem askeri liseyi hem de deniz lisesini kazandım. Babama sordum, "Ne dersin?" diye. "Ben askerdim, ailede bir de polis olsun" dedi.
Sizi ne cezbetti: Serüven mi, iktidar mı?
İktidar. İleride iktidar sahibi olacağım, güçlü olacağım düşüncesi.
Okul bitip çalışmaya başladığınızda aradığınızı buldunuz mu bu meslekte?
Evet, aradığım buymuş demek ki. Ben polis olmasaydım polis olurdum herhalde. Almanya’ya gider orada polis olurdum.
Kendinizi polisiye film kahramanlarıyla özdeşleştirir misiniz?
Hayır, filmlerdeki polisler pek bire bir gerçeğe uymuyor.
"İsmim tam Cüneyt Arkın, Kadir İnanır’lık bir isim"
İsminiz tam filmlere uygun bir isim: Şahin Yılmaz.
Evet, tam Cüneyt Arkın’lık, Kadir İnanır’lık. Evet, işe uygun ismim. Ben de seviyorum bu ismi.
Üniformanızı sadece törenlerde mi giyiyorsunuz?
Evet.
Üniforma giyince kendinizi daha cazip, daha etkileyici buluyor musunuz?
Kendimi daha iyi hissediyorum.
Kadınların da bakışı değişiyor mu üniforma giyince?
Kadınları bilemem ama bizim insanımız üniformayı sever. Kadınlar da bizim insanımız.
Güzel bir duygu mu bir teşkilatın parçası olmak?
Evet.
Bu aynı zamanda özgürlüğünüzü kısıtlayan bir şey değil mi?
Evet, ben teşkilatımın büyüklüğünü hissettiğim zaman çok mutlu oluyorum. "Benim teşkilatım bana sahip çıkar" diyorum. Hoş hissediyor insan kendisini yani. Özgürlüğü aramıyor o zaman. Biz kendimizi bu işe vakfetmişiz. Bu teşkilatın içinde olamazsak biz asıl o zaman büyük üzüntü duyarız. Teşkilattan ayrılanlar çok daha fazla para kazandıkları işlere gitseler bile hep mutsuz oluyorlar.