Pazar Kayalarda aşk

Kayalarda aşk

12.10.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:

Peter bir koca kazana okyanus suyuyla yosunları doldurdu. Sabah balıkçıların bıraktığı ıstakoz ve deniztarağı kasasını denizden çıkardı

Kayalarda aşk

Kayaları deniztarağı fırınlamasına hazırlamak gün boyu sürdü. Maine kıyısında, ismini Amerika’nın büyük şehirlerinde vaktiyle caddeleri ve kaldırımları örten taşların madenlerinden alan Stonington’a 20 dakika mesafede, tek bir aileye ait, büyük kayaların üzerinde çam ormanı bir adadayız.
Elektrik gibi medeni kolaylıklara kaçmadan, 6 bin yıl önce burada yaşayan insanoğlunun koşullarına fazla müdahale etmeden zamanı geçirmek amaç. Istakoz sezonunda bu kıyılarda günü açan kalk borusu horoz değil, balıkçı teknelerinin ve onlara eşlik eden martıların sesi. Gecenin sessizliğini yaran tek şey adaların arasındaki koylarda süzülen yelkenlilerin sis sireni. Bu seslere rüzgarın uğultusu ve denizin kayalar üzerindeki geliş gidişi karıştığında, işte o ilk duyulduğunda hemen tanınan Maine senfonisidir. Zamanı dondurur, kısa anı koca evrene yayar. 
Önce taş madenlerinden, sonra haşin denizden, sert iklimden kalan dul nüfus bir yana insanın parmakla sayıldığı bu kara parçasında hepimiz yabancıyız.  Ev sahibimiz Amanda dahil. Adalara meraklı amatörler, doğayla barışma taraftarları, kendilerini Robinson Cruseo’luğa vakfeden gönüllülerden oluşan bir grup. David telaşsız. Peter ile birlikte ateşin başında. Gözleri babasını yeni yitiren bir adamın matemiyle dolu.
Kutup soğuğunu  bütün yaz üzerinden atamayan Atlantik gün ağarırken tümden çekildiğinde, fırınlama için seçtiğimiz kaya çatlağının yanındaki koyu olduğu gibi boşalttı. Koyun, un ufak midye ve istiridye kırıklarıyla kaplı beyaz çanağını, kayalarını örten koyu yeşil yosununu gün yüzüne çıkardı. Güneş gecenin sisini yavaş yavaş dağıtırken etraftan topladığımız odun parçalarıyla ateşi yakanlara destek verdik. Sonra herkes bir tarafa kayboldu. 

Farklı bir lezzet
Burada 10 yıl önce, sabah kahvaltısını, okyanusun terk ettiği kayaları saran kabuklu küçük deniz hayvanlarının soluk sarısı üzerinde, çırılçıplak, savunmasız kalan yeşil renkli denizkestaneleriyle etmek mümkündü.
Kuzey denizlerinin duru serinliğinde, tuz ve mineraller sayesinde bütün ürünleri gibi kestanesinin de lezzeti, güney sularında yetişenlerden farklı, diri bir lezzet. Japonya ile ticaret gelişince, buralıların rahat bıraktığı denizkestanelerinin maalesef huzuru kaçtı ve birkaç yıl içinde bir daha geri gelmemek üzere hepsi Japon pazarında tüketildi. Yine de olur da tesadüfen bulunur diye, sabah benim için ilk iş, adanın çevresini kayaların üzerinden şöyle bir turlayarak kestaneleri yoklayıp eli boş dönmek.
Gün boyu arasıra ana kabine gitmek için koyun öte tarafındaki yüksek taşın üzerinden gelip geçen, iki adamı, taş yarığı içindeki ateşin başında nöbette, çoğu kez konuşmadan, zaman zaman yoğun ve derin bir sohbet içinde, bazen de birbirine sırtını dönmüş karşı kıyıları seyrederken gördü.
Akşamüzeri, güneşin adaya işlediği ısıyı gece öncesinde vücudumuza sindirmek için, ateşin yakınındaki kayaların üzerinde sereserpe yatmak üzere yeniden bir araya geldik. Okyanus koya geri döndü. Yosunlar taş akvaryumun içinde bir o yana bir bu yana dansıyla suyun serinliğini kutladı.  
Peter bir koca kazana okyanus suyuyla yosunları doldurdu. Sabah balıkçıların bıraktığı ıstakoz ve deniztarağı kasasını denizden çıkardı. Diğerleri piknik sofrasını ateşin yakınına kurmaya başladı.
Bütün gün yanan ateş kayaların içindeki volkanı çağırmış, yeryüzüne çıkarmıştı. Yanardağın doruğunda, hepimizi, bütün adayı, hatta bütün okyanusu içine sarmayı vaat ediyordu. Istakozlar ve deniztaraklarıyla birlikte, usul usul pişmek, haşlanmak, köz olmak, hatta ufak madenler gibi arasıra patlamak vardı hesapta.   

Maşayı kapan koştu
 Bir sepetin içinde birazdan deniz ürünlerinin buharında pişmeyi bekleyen mısır, patates, közlük soğan, linguica denen, acılı Portekiz sosisi, sucuk ve Amerikan sosislisi hotdog hazır. 
Peter kömürleşen odunları ateşten çıkardı, bütün külü temizledi, geriye sadece kor kayalar kaldı. Kayaları yarığın kıpkırmızı duran duvar yanaklarının arasına dikkatle dağıttı. Sonra patlamaya hazır volkanın üzerine deniz yosununu yaydı. İçi deniz suyuyla dolu yosun küreciklerinden göz gözü görmez buhar kapladı etrafı. Elimizden kurtulmaya çalışan ıstakozları, tehlikeyi fark edip zırhının içine sımsıkı kapanan deniztaraklarını yosun yatağının üzerine yerleştirdik. Patatesleri, mısırları, sucuk ve sosisleri kabukluların üzerine dağıttık.
Sonra buharı hapsetmek için, denizde ıslattığımız yelken beziyle her şeyin üzerini sımsıkı örttük. Bezin kenarlarını korlaşan sıcak kayalarla sıkıştırdık. Kalan külü ve odun parçalarını dikkatle temizleyip bezin yanmasını engelledik. 
Hava açık. Bulutsuz. Bir-iki saat içinde yıldızlar kaymaya başlar. Bütün gece yıldızları saydırarak çıldırmaya çağırır insanı. Buhardan bir saat sonra çıkacaklar için bol tereyağı, limon, patateslerin üzerini süsleyecek kaya kekiği, ada otları hazır. Yelken bezini törenle kaldırdığımızda kabukluların saldığı suyla pişen her şeyin taze kokusu yayıldı etrafa. İyice kabardı iştah. Eline bir maşa alan koştu. Sonrası kapış kapış...