Pazar Kaz Dağları’nda ekolojik bir hayat

Kaz Dağları’nda ekolojik bir hayat

07.06.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:

Victor Anainas’ın Küçükkuyu kasabasındaki evine teknolojik hiçbir ürün ve hizmet girmiyor. Onun yerini organik yiyecekler, mum ışığında gece sohbetleri ve huzur almış

Kaz Dağları’nda ekolojik bir hayat

Televizyon yok, buzdolabı yok, bilgisayar yok, fırın yok, tüm bunlar olsa bile zaten onları çalıştıracak elektrik yok. Çikolata, şekerleme, abur cubur yok; hazır gıdalar hiç yok. Burası “ekolojik hayatı” seçen Victor Ananias’ın bir anlamda mabedi olan, Kaz Dağları’ndaki evi.
Aynı zamanda Buğday Derneği’nin de kurucusu ve başkanı olan Ananias 38 yaşında. Babası Şilili, annesi Türk, kendisi İsviçre doğumlu. Önce, vejetaryen lokantalarda aşçılık yaparak kazandığı parayla dünyayı dolaştı. Bir ara Bodrum’da, sonra İstanbul’da oturdu, son beş yıldır da Kaz Dağları’nın güneye bakan yamacında; Altınoluk ile Ayvacık arasında kalan Küçükkuyu sırtlarına yerleşti.
Doğayla iç içe yaşamı ise Bodrum Yalıkavak’ta, sosyetenin keşfinden çok daha önce, yolu-suyu bulunmayan bir köy olduğu dönemden öğrendiğini anlatıyor. “Elektriği olmayan, suyu kuyudan çekip taşıdığımız, küllü suyla çamaşırı yıkanan tek odasının köşesinde dolap gibi bir banyosu olan, bütün yemeklerin ocakta piştiği, zeytinyağının küpte olduğu, her şeyin bahçeden geldiği bir yaşam sürdüm. İlk öğrendiğim lisan, ‘Yalıgavaklıların gonuşduğu gibi gonuşduğum’ Türkçeydi. Köyde büyümek; şimdi yeniden tanımlamaya çalıştığımız sürdürülebilir hayat, ekolojik, doğal yaşamın özündeki doğal yaşamın halini yaşama imkanı verdi.”
“Sabahları sıvacı kuşunun sesiyle uyanıyorum”
Şimdi ise Küçükkuyu’da bir zeytinliğin tam ortasında, 16 metrekarelik iki katlı, silindir şeklinde, tamamen taş, üstü ise topraktan yapılmış bir evde oturuyor. Elektrik yok, evin alt kısmından bir dere geçiyor, başka bir şehir şebekesi yok. Eşi Güneşin’le kurduğu bu hayatta geceleri gaz lambası ve mum ışığıyla oturduklarını, aynı zamanda ocak olarak kullandıkları şömineyle ısındıklarını söylüyor Anainas.
“Sabahları sıvacı kuşunun sesiyle kalkıyorum” diyor: “Küçük bahçemize meyve ağaçları dikiyoruz; kayısı, dut... Aklınıza ne gelirse. Sonra kişniş, dereotu, sarmısak, soğan. Doğadan da çok şey topluyoruz; bir sürü ot var; acı ot, tilkişen, labada, kazayağı... Mutfakta kullandığımız gıdanın yarısı bahçeden, hepsi de organik.”
Bir paket bisküvinin bile girmediği mutfağında bahçe ve tarlasından ektiği sebze ve meyvelerin dışında ekolojik pazardan aldığı kuru incir, fındık, ceviz bulunduran Ananias, sağlık durumunun gayet iyi olduğunu belirtiyor. 


“Televizyona değil, birbirimizin yüzüne bakıyoruz”
Doğayı şehir yaşamına tercih edince insani değerlerin öne çıktığını düşünüyor Ananias: “Ben televizyon seyretmekten çok rahatsız olurum. Evime yakın Bahçedere köyündeki yaşlılar da öyle. Akşamleyin konuşurken birbirinin yüzüne bakıyorlar, televizyona doğru dönmüyorlar.” Bahsettiği insani değerler televizyonu reddetmekle sınırlı değil: “Bizde daire olunur, insanlar birbirini dinler, köy meydanında toplanıp sohbet ederiz, insanların bir yaşam ritmi vardır. Dertleşirler, bir cenazede hemen harala gürele cenazeyi gömüp gelmezler; onun bir ritüeli var, 40’ı yapılır, 52’si yapılır. Gerçek duygular onlar, onu tam yaşayınca insan tam bir insan oluyor. Oysa bugünkü koşturmaca içinde, insan neredeyse insanlığını unutuyor.”