Pazar "Ne yani, Diyarbakıra gitmeyelim mi?"

"Ne yani, Diyarbakıra gitmeyelim mi?"

11.07.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

Diyarbakırdaki konserinden sonra bazı şovenist gruplar tarafından protesto edilen Nilüfer: "Peki biz ne yapalım? Gitmemeli miyiz Diyarbakıra? Orası bizim değil mi? Konserde gözlerim nemlendi. Çünkü ilk defa gidiyordum ve binlerce insan şarkılarımı söylüyordu"

Ne yani, Diyarbakıra gitmeyelim mi

70li yılların başında tanıdık onu ve o gün bugündür sesinde, üslubunda nüanslar dışında bir değişiklik olmadı. Zaten küçücük bir kızken bile öyle büyük bir sese sahipti ki, sanki üstüne konulacak bir şey kalmamış gibiydi.Şarkıları da çok değişmedi Nilüferin. Her zaman dönemin ana akımını seslendiriyordu. Şarkılara, unutulmaz bestelere de ihtiyacı yok gibiydi. Sesini dinlerdik, yeterdi. (Şimdi eski şarkılarını yeniden dinlediğimizde fark ediyoruz ki, bayağı iyi bestelermiş söyledikleri de, sesinin baskınlığından dikkat çekmiyormuş.)Tipi de değişmedi Nilüferin. Her dem genç kız; estetiksiz yola devam eden bir ebedi "teenager".Ama işte geçen mayıs sonunda onu Diyarbakırda bir sahnede, on binlerce kişinin önünde, boynunda poşu, gözleri nemli gördüğümüzde şu çıktı ortaya: Nilüfer de zamanın, tarihin etki alanındaydı.Türkiyenin demokratikleşme süreci onu da cesaretlendirmişti. İlk kez gidiyordu Diyarbakıra ve söylediğine bakılırsa "Hep gitmek istemişti".Nilüfer gibi kuşakları etkilemiş müzisyenler, film oyuncuları, popüler kültür figürleri halkların, sınıfların harcıdır. Toplumlar biraz da onların imgesiyle kendilerini tanır, bütünlük içinde hissederler.Nilüferin sonradan aldığı cılız tepkileri umursamadığını ve mutluluk duyduğunu hissettim Diyarbakıra gitmiş olmaktan. Biz onu sevenler de mutluluk duyduk onun da bizimle bu umut verici süreçten geçiyor olmasından. Zamanın Nilüfer için de geçtiğini görmek, buna dair bir belirtiye ulaşmak için onun da bir ucundan Türkiyenin yakın tarihine bulaşması gerekti. Bunun için 32 yıl kadar bekledik. "Sahnede ben de hoş, güzel, zarif görünmek isterim" Ben hakikaten kendisiyle çok barışık bir insanım. Makyajsızken bir yere gitmek zorundaysam, bazen çıkıyorum ve öyle gidiyorum. Ve insanların o konuda ne düşüneceği beni ilgilendirmiyor. Çünkü ben bir şarkıcıyım, bir yorumcuyum, buna kafayı hiçbir zaman takmadım. Ama tabii ki sahnede ben de hoş, güzel, zarif görünmek istiyorum. Ama hiç öyle komplekslerim olmadı "Şuramı değiştireyim, buramı değiştireyim, gideyim botoks yaptırayım" gibi. Botoksa karşı değilim, eleştirmiyorum, yakında ben de gidip yaptıracağım. Yaptırsam da saklamam. Çünkü kimsenin inanmadığını biliyorum. Benim yakın çevremde olan insanlar bile aralarında "Yaptırıyordur o bir şey ya, Londraya gidiyor" diyorlar. Genetik bir şey herhalde, benim annem de şu anda 80inde olmasına rağmen, hani biraz ona makyaj yapsam 15 yaş daha küçük görünür. Bir de minyon olmamın getirdiği bir şey, mesela yüz kaslarımın çok iyi olduğundan söz ettiler. Çok şükür Allaha, hayatımda bana öyle huzursuzluk, acı verecek bir şey de yok. Çok da sade ve düzenli yaşıyorum. Öyle sıkı diyetlerim, doktor kontrolünde şeylerim yok ama kontrollü yerim. Ben 60 yaşına geldiğimde de yine böyle görünmek istiyorum. Bu kadar mucizevi bir sese sahip olmak bir şarkıcı için büyük bir rahatlık mıdır? Çünkü siz hiçbir zaman sahnede, medyada halk dalkavukluğu yapmadınız ya da büyük promosyonlara kalkışmadınız. Öyle çok "tip top" da çıkmadınız kamuoyunun karşısına. Bu şarkıların bence en önemli şeyi, canlı çalındı hepsi, o dönemde bilgisayar diye bir şey, bir teknik olmadığı için. Bence çok masum yanı olan çalışmalar. "Neden" şarkısı mesela, stüdyoya girip ilk okuduğum şarkıdır. İtalyan Kız Ortaokulundan çıkmıştım, hatta formam üzerimdeydi. Bir sokak üstteki Yeni Melek Sinemasının yanında bir stüdyo vardı. Oraya gittim, orada kulaklıkları taktım. Tabii önce günlerce çalıştım. Harika bir Fransızca şarkıydı o ve girdim, okudum şarkıyı. Benim böyle kalbimin heyecandan kıpır kıpır olduğu, düşlerimi gerçekleştirdiğim bir dönem... Çocukluğundan beri böyle şarkı söylemeye aşık, çıldıran bir insanken birdenbire kendimi stüdyoda buldum mucize gibi. O yüzden bana çok masum, saf geliyor bu şarkılar. Görünürsünüz siz. Neyse bu konuyu kapatalım isterseniz. Yeni bir soru sorayım: Eski şarkılarınız üç CD halinde piyasaya sunuldu. Ve çok ilgi topladı. Özellikle genç kuşakların sadece sizinkilere değil, 70li yılların bütün pop şarkılarına bu ilgisini neye bağlıyorsunuz? Yok, hayır. Ben bunları dinlemiyordum bile. Ben sadece bunları değil, yeni bir şarkımı da stüdyodan çıktıktan, bitirdikten ve artık halkın beğenisine sunduktan sonra evde koyup dinlemem. Çok çalışılıyor, aylarca çalışılıyor ya, bıkıyorum. Ama dışarı bir yere gittiğimde çalındığında hoşuma gidiyor, o zaman dinliyorum bu şarkıları. Bir de Türkiyenin genel olarak daha masum bir dönemine tekabül ediyor galiba bu şarkılar ve kuşaktan kuşağa bir masumiyet bilgisi aktarıyorlar. Kendinizi yakalar mısınız peki evde birden 30 yıl önceki bir şarkınızı söylemeye başlamışken? "45liklerim çıktığında ben okula gidiyordum" Daha bilinçlendim ve büyüdüm. Bu da önemli tabii. 17 yaşında şarkı söylemeyi seven bir kızdım. 17 yaşında bir kız ne kadar bilinçli ve profesyonelce bakabilir ki? Yıllarca konser yapmadım korkumdan. 30dan sonra neyin ne olduğunu daha iyi algılamaya başladım. Bana sanki tarzınızda, üslubunuzda çok şey değişmedi gibi geliyor o yıllardan bu yıllara. Öyle mi? Almışım ki söylemişim. Şimdi dinliyorum da. Mesela 16-17 yaşında çok acı bir aşk şarkısı söylüyorsunuz stüdyoda. Ciddiye alır mıydınız o duyguları? Evet. İnsanın kişiliği 6 yaşına gelene kadar tamamlanırmış ya, ondan sonra başka şeyler üstüne eklenirmiş ama temel oluşurmuş. Çocukken yaşadığım şeyler, mutluluklar, acılar, hüsranlar, her neyse, tüm bunlar zaten kişiliğimi oluşturmuştu. Şu anda bende hep var olduğunu söylediğim hüzün demek ki çocukken de vardı, 17 yaşındayken de vardı. O da benim şarkılarıma, yorumuma yansıyordu. Hakikaten 17 yaşındaki bir genç kıza göre aslında çok büyük, kocaman sözler. Ama o duygu yansıyor, demek ki o hüzün o zaman da varmış. Evet, "Neden"de ne kadar acı çıkar sesiniz, değil mi? Hayır, hiç olmadı. Ben 45lik plaklarım çıktığında okula gidiyordum. Hiçbir şey değişmedi, ne çevremde ne okulumda. Bu kadar genç yaşta şöhret olmak sizi doğal çevrenizden, arkadaşlarınızdan, okulunuzdan uzaklaştırmadı mı? "Yurtdışında başarılı olmak için artık uğraşamam" Bazı şeyleri anlatmak çok zor. Şöhret? Evet, "şöhret" diye bir laf var ama şöhreti yaşamak? Ben hayatımı öyle sürdürmüyorum. Tanınmak, 32 sene sonra hâlâ konser yapmak işin güzel yanı. Zaten "şöhret" artık çok kanıksadığım bir şey. Bir sevgi ilişkisi, ben bununla yoğruldum çok küçük yaşlardan beri. Şöhret sizin için çok sıradan bir şey, değil mi? Evet, aradan yıllar geçtikten sonra bunu algılayabilmeye başladım. O zamanlar onun pek farkında değildim. Daha sonra bana pek çok kişi söyledi. Herkes birbirine onu söylüyormuş, işte "Bir kız gördük televizyonda, şarkı söyledi, çok da iyi bir sesi var" diye, herkes şaşırmış, bir şok yaşamış. Sizinle, özellikle de sizin gibi büyük bir sesle o dönemde Türk popu bir özgüven kazandı galiba. Sonra fiziksel bir olay sanki: Sizinki gibi bir ses "güm" diye girince şiddet ve gürültüyle, sanki bir şeyler yerinden oynadı. Evet keşke olsaydı ama olmadı işte. Bir de hep şöyle konuşuldu yıllar sonra: "Bu kız bu sesle dünya çapında şarkıcı olurdu ama uğraşmadı." Sizin de kulağınıza geliyordu, herhalde değil mi? Çok zor. Artık yurtdışında bir şeyler yapacağım diye uğraşamam yani. Çünkü çok zor olduğunu biliyorum. Bugün hâlâ yapabilirsiniz ama. Çoğunda. İnanmadan söylediğim şarkı sayısı çok fazla değil. Siz beste yapmıyorsunuz, başkalarının bestelerini okuyorsunuz. Kendi dilinizi bulabildiniz mi bu şarkılarda? Kayahana neden teşekkür etmedi? Ben orada önce ilk prodüktörüm Nino Varonu ve Atilla Özdemiroğlunu sahneye davet ettim. İlk çalıştığım müzik adamlarına teşekkür ettim. Bunu şimdi söyledim, rahatladım. Bir gün bütün çalıştığım kişilere teşekkür etmem gerekirse, bunların başında da Kayahan gelir. Ama Nino Varon benim girdiğim ses yarışmasında jürideydi ve bir gün bir plak mağazasında karşılaştık, "Sen o yarışmadaki kız mısın? Plak yapmak ister misin?" dedi. Bu çok önemli. Çünkü benim yarışmadan sonra plak yapmak için herhangi bir girişimim olmamıştı. Bir süre önce Manhattan adlı gece kulübünde bir "Nilüfer Şarkıları" gecesi düzenlendi. Ve siz orada kariyerinizdeki önemli isimlere teşekkür ederken, Kayahanı saymadınız. Neden? Evet, aynen öyle. Bir de o zamanlar Türkiye herkesin şarkıcı, şöhret olmak istediği bir ülke değildi. Siz de iyi bir okulda okuyan, orta sınıf bir ailenin geleceği parlak olan çocuğuydunuz. Bazı fanatik gruplar içinden beni eleştirenler oldu. Peki biz ne yapalım, ne yapmalıydık? Gitmemeli miyiz, gitmemeli miydik Diyarbakıra? Diyarbakır bizim değil mi? Diyarbakır, Türkiyeye ait değil mi, orada yaşayan insanlar buraya ait değil mi? Ne demek yani? Ben oraya gittiğim için o kadar mutlu oldum ki. Evet, orada bazı hoş olmayan sloganlar atıldı, hoş olmayan görüntüler oldu. Bunları tabii ki onaylamıyorum. Sonra bir televizyon kanalında şöyle bir tavır gördüm: "Nilüferin gözyaşlarını niye tutamadığına kimse anlam veremedi." Şimdi öyle maksatlı bir şey ki bu. Hemen söyleyeyim: Gözyaşlarımı tutamadığım gibi de bir şey olmadı ama çok duygulandım. Gözlerim nemlendi. Çünkü ilk defa gidiyordum Diyarbakıra, binlerce insan benim şarkılarımı söylüyordu. Yani gitmese miydim? atulgar@milliyet.com.tr Diyarbakırda konser verdiniz. Ve konserden sonra bazı şovenist gruplar sizi protesto ettiler. Buna üzüldünüz mü?

Yazarlar