PazarNurhan Atasoy

Nurhan Atasoy

01.07.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

Nurhan Atasoyu bilenler iyi bilir, bilmeyenlere de anlatmak bizim işimiz

Nurhan Atasoy

Bir vakitler Türk milleti mimaride, süslemede, yazıda harikalar yaratan adamlar yetiştirmiş. Bu dediklerimiz böyle pek evvel zaman içinde kalbur saman içinde devirler de değilmiş, topu topu 300 sene öncesi. Padişahlar ve devletin büyükleri bu gibi adamlara eser ısmarlar, hediyeler, kese kese altınlar bağışlarlarmış; vakıa Türk kavmi bu gibi eserlere bol para dökecek kadar zengin olmadığı zamanlarda dahi sanatkar takımı ya devlet görevlisi ya medreseli ya da çarşıda dükkan sahibi olduğundan "Elhamdülillah rızkımızı veren ALLAH" deyip pir aşkına hatt çekmekten, tezhip yapmaktan, taş ve tahta hâk etmekten, yani oymaktan, cam süslemekten, yani vitraydan, kaşuk tespih çekmekten vazgeçmezlermiş. Ne var ki bu halk bu marifetleri işleyenleri çarşıda pazarda eteklemekten, dergâhta, ocakta hürmet etmekten beri durmadıkları halde; kimdirler, nedirler, niçin nasıl yapmışlar, kahve sohbetinde bol bol konuşur ama yazıp kaydetmeyi pek sevmezlermiş. Geçen asırlarda bazı muhteremler; devlet adamlarının biyografilerini, şairler hakkında tezkire dediğimiz bir tür antolojileri kaleme alırken; mesela Müstakîmzade Süleyman Saadettin Efendi de "Tuhfe-i Hattatin" diye hattatların hayatını ve eserlerini anlatan bir antoloji kaleme almış; meraklısı fazla mıydı az mıydı bilemeyiz ama bu yazmayı bile millet birbirine okumaktan basımı ta 19. asrın sonunu bulmuş. 20. asır kültür hayatımızın abidelerinden İbnülemin Mahmut Kemal İnal üstat hem bu eseri yeniden düzenleyip basmış hem de son hattatlar üzerine bir şey kaleme almış. Hakkâklar kimlerdi, tezhipçiler kimlerdi, camcılar kimlerdi? Ne bilelim, hâlâ merak ediyor muyuz ki? Kendisi ilan ettiği için biz de kutluyoruz; Nurhan Atasoy hoca bu hafta 70inci doğum yılını kutladı. Osmanlı sanat tarihinin bohçacısı, en olmadık malzemeyi bir araya getiren depocusu, sandık sepeti, bahçeleri binaları karıştırmaktan yorulmayan, ecinni; Nurhan Atasoy dedikleri kimdir, bilenler iyi bilir, bilmeyenlere de anlatmak işimiz. Dünyayı süsleyen camileri, kervansarayları, köprüleri, hep Batı Avrupadan gelenler incelemiş, yapanların torunları neden sonra ele almıştır. Ninesinin sandığını ve dedesinin kitap raflarını ne olduğunu anlamadan bir tarafa yığan, adeta gelen geçene dağıtan adamlar ve hatunlar bizde umumi bir manzaradır. Onun için Türkiye; sanat tarihçiliği gibi bir alana geç de olsa giren nesillere çok şey borçludur. Bunların bazıları bizim namusumuzu kurtarmıştır, çünkü mirası değerlendiremeyen bir ulusun mazisi çok tantanalı olsa da, kültür ulusları arasında yer alması mümkün değildir. Nurhan Atasoy, Edebiyat Fakültesinin 1950li yıllardaki çalışkan sanat tarihçilerindendi. Genç, güzel bir kadındı. Kendini bilime adayanlar arasında yer aldı. Bugünün birçok genci bilimin fedakârlık gerektirdiğini anlamıyor. Atasoyun o tarihte incelediği İbrahim Paşa Sarayı yani Sultanahmetteki bugün İslam Eserleri Müzesi olan yapı üzerine 45 yıldır başka bir inceleme yapılmadı. Nurhan hoca hep el atılmayan konularla uğraştı. "Otağ-ı Hümayun" bir çadır medeniyeti olan ve çadırlarının ihtişamı saraylarını bile gölgede bırakan bir askeri toplumu bu cepheden inceleyen bir eserdir. Bir başka katkı "Derviş Çeyizi"dir. Ailesinin mutasavvıf geleneği ve dergah kültüründen kalan malzemenin değerlendirildiği bir çalışmadır. Nihayet Osmanlı bahçe kültürünü inceleyen "Has Bahçe" bu eserlerden bazılarıdır. Nurhan Atasoy koşuşan, araştıran, bulduklarını birbiriyle karşılaştıran ve Osmanlı medeniyetinin kıyıda köşede kalan birtakım eserlerini tasnif edip en bilinmeyen örnekleriyle ortaya koyan biridir. Bizim sanat tarihçileri genelde bu gibi ilişkileri kurmayı bilirler. "Otağ-ı Hümayun"u hazırlarken Varşovadan Viyanaya, Kieve kadar bütün meslektaşlarıyla müzelerde irtibata geçip eser toplayan bir enerji küpü gibiydi.Nurhan Atasoyun bizim kültür hayatımızdaki asıl önemli yeri dinamik ve inatçı organizatörlüğüdür. Avrupa Konseyi çerçevesinde tertiplenen Anadolu Medeniyetleri Sergisi bir ara akamete uğruyordu. Yanında bir ton dosyayla Kenan Evren paşanın konvoyunun önünü kesip paşayı ikna etti ve sergi gerçekleşti. En olmaz denen sergileri oldurur, oradan buraya koşuşur. 24 saatini Türk sanat tarihine hasreden bu hocaya nice uzun ömürler dileriz.

EN ÇOK OKUNANLAR

KEŞFETYENİ

İlgili Haberler