Pazar Oburcuk'un sofrası mutluluk veriyor

Oburcuk'un sofrası mutluluk veriyor

09.11.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

Selim İleri'nin "Rüyamdaki Sofralar"ı bir anı- deneme-yemek kitabı. Hepsi iç içe. Okurken kendi sofralarıma döndüm ve mutlu oldum

Oburcukun sofrası mutluluk veriyor




İlkbaharla birlikte mesire yerlerine gitmek, en bağnaz, en tutucu dönemlerde bile hoş karşılanmış. (...) Çocukluğumun ilk ilkbahar sofrası, yanılmıyorsam, Çamlıca'da kurulmuştu. Oldukça alaturka bir piknik sofrasıydı bu: Katı yumurta, domates-salatalık, beyazpeynir, kaşar, termosta su, termosta çay. Sofranın alaturka yiyecekleriniyse, komşumuz Fahriye Hanım hazırlamıştı: Suböreği, kuru köfte, vezirparmağı. Çamlıca hazırlığı bir gece öncesinden başlamıştı."
Selim İleri, "Rüyamdaki Sofralar"ında (Doğan Kitap) çocukluğunun ilk pikniğini böyle anlatıyor.
***
Gel de kendi çocukluğunun pikniklerine dönme bakalım! Çamlıca'da değil elbette, Antep'in Kavaklık'ında. Ne pikniği, ne mesiresi! Sahre... Sahreye gidilirdi. Hazırlıklar en aşağı üç gün önceden başlardı. Yumurta, beyazpeynir, kaşar... Böyle şeylerle sahreye mi gidilirmiş! Kadınlar işbölümü yapıp kolları sıvarlar. Yuvarlama, muhammara, pirpirim piyazı, şehriyeli pilav... Erkekler çiğköfteden, kebaplardan ve künefeden sorumluydu. Sahre günü geldi miydi, ya bir kamyona ya da faytonlara doluşulur. Kavaklık'a varılıp bir ağacın altına yaygılar serilirdi. Çocuklar oyuna başlardı hemen. Kadınlar çene çalarken erkekler mangalları yakıp şişleri hazırlarlardı: Cartlak kebabı, ciğer kebabı, soğan kebabı, sarmısak kebabı, patlıcan kebabı... Anadolu'nun güneydoğusundaydık ama kaç-göç yoktu öyle. Kadınlı erkekli akşama kadar eğlenilirdi.
***
Güya Selim'in kitabıyla ilgili izlenimlerimi yazacağım. Ama mümkün değil. "Rüyamdaki Sofralar"ı okudukça kendi sofralarıma dönüyorum.
Sözgelimi, çiroz... Selim'in dedesinin "gençlik yıllarında, imparatorluk başkenti İstanbul, mevsimi geldiğince, çiroz sergileriyle dolup taşarmış. İstanbul'un 'çirozluk mevkileri' varmış, Rumelikavağı'ndan ta Dragos'a kadar."
1950 Kumkapı'sını biliyorum ben. Beyazıt'ta, Soğanağa'da otururduk. Deniz kıyısına inerdik akşamüstleri. Sahil, iplere dizili çirozlarla dolu olurdu. Tanesi yüz para, yani iki buçuk kuruş. Ama bu Antepli o yaşta ne anlasın çirozdan! Kokusundan bile kaçardım. Tadını yıllar sonra keşfettim.
***
Selim'in çalışkanlığına, üretkenliğine hayranım. Öyküler, romanlar, denemeler, derlemeler, senaryolar, anılar, yemek kitapları...
"Rüyamdaki Sofralar" bir anı-deneme-yemek kitabı. Hepsi iç içe. Anılarda acıbadem kurabiyesinden mi söz ediliyor, hiç merak etmeyin, tarifi de verilecek. Amerikan kokteyl mi içiliyor, az sonra nasıl yapıldığını da öğreneceksiniz.
O tarifleri bile kelimesi kelimesine okudum. Uygulayacağımdan değil, okumaktan keyif aldığım için. Sözgelimi, Necdet beye düşkünlüğünü tatlılarla "sonuçlandırmak" isteyen Hanife hanımın yaptığı kekin tarifi:
"Margarininizi eritecek, biraz soğutacaksınız. Sonra toz şeker azar azar konacak, iyice karıştırılacak. Yağ bir çay fincanıysa, dört adet yumurta kırılacak; hepsi yumurta teliyle vurulacak. Öyle savsaklamak yok, iyice vurulacak.
Bir limonun kabuğunu rendelemiştiniz (portakal da olabilir), ilave edin, tahta kaşıkla karıştırın. Şimdi süt. Hanife hanımın deyişiyle 'beyking povder', elenmiş un. Suluca bir hamur elde edinceye kadar. Kek kalıbına boşaltın, yine orta hararetteki fırında kotarın.
Üç dört dilimi soluk soluğa yiyen Necdet bey, 'Hanımefendi, hayatımın kekiydi' demiş, kekin adını sormuş. Hanife hanım utana sıkıla, 'Hanife kek' diye yanıtlamış. Gönlünden geçen, Necdet beyin bu kez de 'Evet, hayatımın kadını benim için hazırladı...' demesiymiş."
Necdet bey en çok muzlu pastaya bayılmış. Evlenme teklifi de muzlu pastadan sonra gelmiş: "Bu muzlu pastadan ayrı yaşayamam artık. Beni ondan ayırmayın."
"Bu bir evlilik teklifi mi, Necdet bey?" diye sormuş Hanife hanım.
"Evet Hanife, lütfedip kabul edersen..."
Selim onların evlendiklerini, mutlu ve muzlu pastalı bir hayat sürdüklerini yazıyor.
***
Kitapların arka kapak yazılarını pek okumam. Yazarı bile utandıracak abartılmış övgülerden oluşur çoğu. "Rüyamdaki Sofralar"ın arka kapak yazısının ilk cümlesi dikkatimi çekti: "İddia ediyoruz: Hiçbir kitap size bu kadar mutluluk getirmeyecek, huzur vermeyecek."
"İddia ediyoruz"u da, "hiçbir kitab"ı da bir yana bırakıyorum, "Rüyamdaki Sofralar" gerçekten mutluluk ve huzur verdi bana. Graham Greene'in iki "ciddi" kitap arasında yazdığı o keyifli "eğlencelik"leri çağrıştırdı. "Ağır ol da molla desinler"den yola çıkarak yazılmış bunaltıcı kitaplar dünyasına bir yaz akşamı serinliği getirdi.