Pazar Reha, Nilüfer’i seviyo!

Reha, Nilüfer’i seviyo!

21.05.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:

Sıra bizde: Reha Bey acı var mı, acı? "Nezih bir ilişki" fotoğrafına sığışmak için gitgide daha zarif, gitgide daha zayıf olan Reha Muhtar bunca zaman yalnız olduğu için mi böyle pervasızdı acaba?

Reha, Nilüfer’i seviyo

Bir çeşit "Allah’ın sopası yok" vakası!
Reha, Nilüfer’i seviyo!

Sıra bizde: Reha Bey acı var mı, acı? "Nezih bir ilişki" fotoğrafına sığışmak için gitgide daha zarif, gitgide daha zayıf olan Reha Muhtar bunca zaman yalnız olduğu için mi böyle pervasızdı acaba?

Reha Bey’in yüzünde gazetecilere hitaben takınılmış "Ben size yapacağımı bilirim, ama aşk ile kırık kanadımız" adlı gergin gülümseme. Sırta, "Tenis maçından dar attım kendimi buraya" tadında atılıvermiş bir kazak. Genç ve sportmen yani: Tam aşk mevsiminde! Saçlar bayramlık çocuk tazeliğinde hafif yandan ayrılmış.
Belli ki "halk çocuğu" Reha Bey, temiz ve duygulu kolejli kızı kandırmak için üstüne başına, içine dışına biraz rötuş yapmış.
Reha Bey, soru sormamak için kendilerini zor zapteden magazin gazetecilerini en tatlı sesiyle sakinleştirmeye çalışıyor. Nilüfer geciktikçe "aşk suçlarıyla" baş başa kaldığından masada elleri oynayacak bir şey arıyor. Nihayet hanımefendi "aşkımızın basın toplantısına" arzı endam eylediğinde bu da sıkıntısını geçirmiyor. Zira, şahsi deneyiminden ötürü Reha Bey, çok kendiliğinden bir manevrayla, ilişkinin basın ve halkla ilişkiler sorumlusu olarak yine ortada kalıveriyor ve "keh keh moodöda açıklıyor:
"Bir öğle yemeği yedik, biraz uzadı!"
Fakat belli ki planladığı tek cümle bu olduğu ve gerisini hesap etmediği için, plak uzun süre "sevgililik" kavramının güzel ahlaklı Türkçe’mize tercümesi olan "seviyeli arkadaşlığımız" sözcüğü üzerine dönüp duruyor. İlk yenen yemeğin bir "öğle yemeği"(!) olduğuna birkaç kez önemle vurgu yapılıyor: Akşam yemeği değil yani, temiz duygularla yenmiş bir öğle yemeği! Fakat gazeteciler bırakır mı? Aynı soruyu olağanüstü zeka manevralarıyla yirmi yedi değişik şekilde sormaya başlıyorlar. "Aşık mısınız?" "Kim ilk önce aşık oldu?" "İlk ne zaman aşık oldunuz?" "Ne kadar aşıksınız?" Reha Bey fena halde bunalıyor. Aksi gibi Nilüfer de kolejli kız sükunetiyle mıh gibi susuyor. Soru sormanın iktidarından mahrum kalmış Reha Bey, sudan çıkmış balık gibi çırpınıyor. Ekrandan bazen soru, bazen de hesap sorduğu insanların zorlandıkları yerde bu kez o takılıyor:
Kimi şeyler işte öyle bir deyişte denmiyor!
Böyle pozisyonlar için Türkçe’de "Allah’ın sopası yok" deniyor!

Bir zarafet, bir şirinlik
Fakat hakikaten de Reha Muhtar’ın üzerinde bir süredir bir zarafet, bir şirinlik vardı. "Kötülerin amansız düşmanı, iyilerin can dostu Gazman" stilindeki yumuşama dikkatli gözlerden kaçacak gibi değildi. Meğer müstakbel kayınpederle kayınvalide izliyormuş!
Meğer bu filintalaşmanın sebebi Nilüfer imiş. Meğer, gerek "Şişman Amca", gerek "Doğru Ahmet", bazen de "Sağduyulu Milliyetçi" rolüne çıkan bu "halk çocuğu", aşk ile sınanıyormuş. O dağ gibi anchorman gidecek, yerine bu "şirin şey" gelecekmiş. Bu anlayış bekleyen sıkıntılı gülümsemelerini gören canlı yayın konukları korkar mı artık ondan? Sinirlendiği zaman "öcü" yüzleri yapıp da, "anlayan anlıyor" manasında uzun esler verdiği zaman herkesin aklına "mahalleden bir kız sevmiş" oğlan çocuğu hali gelmeyecek mi? Karizma tam ortasında bir "aşk" potu yapmadı mı? Ortalamanın kaba, cahil kanaatlerine sığınıp yüksek reytingler patlatan Reha Bey, evlenilmediği sürece pek de meşru bulunmayacak bu "arkadaşlığı" mazur göstermek için kim bilir daha ne kadar "tatlı" bir insan olmak zorunda kalacak?

Reha Bey adlı çizgi film
Televizyon insanlarının ekran için tasarladıkları bir ekran hali vardır. İzleyenlerin üç saniyede anlayabilmesi için çizgi film karakteri basitliğindeki televizyon kişiliği, gitgide ele geçirir televizyon insanlarının hayatını. Kişinin ekrandaki yüzü yayılır günlük hayattaki yüzüne, elleri ekrandaki gibi hareket eder gitgide. Derken televizyon kişisi yenilip ekrana, büsbütün plastik olup çıkar. "Ekran başarısı" hakiki etin kalmayacağı ana kadar televizyon kahramanı olmaktır aslında. Kurgu olanın gerçek olanı ele geçirecek kadar güçlü olmasının sebebi ise...
Ekran, daha güçlüdür gerçekten çünkü. Ekranda öyle çok "vardır" ki televizyon insanı, orada olmadığı her anda sanki silikleşir varlığı. Televizyona çıkan insan, bir süre sonra kendi görüntüsünün, bu hiper varoluşun müptelası olur. Zira herkesin bakışlarıyla kanıtlanan, onaylanan bir varlıktır ekrandaki. Ekranın dışında ise tuhaf bir yalnızlık hissi.
Ama işte günün birinde kadraj dışından silkeleyici gerçek yanaşınca insana... Bakınız Reha Bey vakasına! O zaman işte, plastik yüzey çatlar. Yüz, ete keser. Aşk değince tene, TV kahramanı Reha Bey’in de süngüsü düşer!

Ateş Hattı’nda zor dövüş
Ateş Hattı’nı izlediyseniz gördünüz. Reha Bey eski zalim halini artık sanki pek yakıştıramıyor kendine. Kolejli kızla birlikte olan bir halk çocuğu gibi "hareketlerine dikkat ediyor"! Belki Nilüfer izlediği için, belki de kendine artık Nilüfer’in gözüyle baktığı için, kim bilir? Yani Reha Bey’in gerçeği, ekrandaki Reha Bey adlı karton karakteri zorluyor. Canlı yayında iki kişiliğin zor dövüşü sürüyor. Bu vaziyete düşen, iktidarını ortalamanın değerlerinden alan Reha Bey olunca da... Takdir edersiniz ki, Türkçe’de buna, "Allah’ın sopası yok" deniyor.




PAZAR