10.06.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:
Vodafone Türkiye'nin CEO'su Attila Vitai ile ilk karşılaşma anı çok kolay değil. Mesafeli duruşu, sözcükleri seçerken gösterdiği özen, fazla sakin tavırları, aslında sorduklarınızdan çok anlatmak istediği hikayeye konsantre olması ilk başta "Zor bir sohbet olacak galiba" hissi veriyor. Ama aslında sizi iyi dinlediğini, neyi öğrenmek istediğinizi anladığını hissettirdikten sonra hafif kırık bir Macar-İngiliz aksanıyla hayatını anlatmaya başlıyor. Annem interneti çok kullanır, hakkımda çok fazla sayfa olduğunu söylüyor. Bazı CEO'lar kendileriyle ilgili kişisel merak unsurları oluşturmayı sever. Bu yaklaşım ne benim ne de yöneticisi olduğum Vodafone'un tarzı. Aslında haklısınız, medyada kendi hakkımda konuşmaktan çok hoşlanmıyorum. Google'da arama yapıldığında hakkında en az kişisel bilgi bulunan yöneticilerden birisiniz. Kendiniz hakkında konuşmaktan hoşlanmıyor musunuz? 1956 yılında Macaristan'dan ayrılmaya karar verdik. 200 bin göçmen Macaristan'ı terk ediyordu, biz de İngiltere'ye yerleştik. Londra'da bir göçmen mahallesinde büyüdüm. Orada her ırktan insan vardı. Ben de göçmen çocukların gittiği bir okula başladım. Ama ben konuşmak istiyorum. Üstelik iyice geriye gidip sizin 5 yaşında İngiltere'ye göç etmek zorunda kalınca neler hissettiğinizden başlayarak... Ailem İngiltere'de eğitim sisteminin nasıl çalıştığını bilmiyordu. Çok iyi hatırlıyorum, annem beni okula ilk gönderdiği gün yemek sepetime evde bulabildiği her şeyi koymuştu. Biz gerçekten çok fakirdik. Öğretmenim anneme "İngiltere'deki okullarda yiyeceğin parasını devlet öder" demişti ama annem ısrar edince mecburen kabul etti. Nasıl uyum sağladınız? Okulda çok disiplinli bir hocam vardı, II. Dünya Savaşı'ndaki pilotlar gibi dolaşırdı. Ayakkabıları hep parlaktı, benim daha iyi olabilmem için ekstra dersler verdi. Her zaman matematik konusunda iyiydim ancak İngilizcem çok iyi değildi. Hayatımın en önemli sınavlarından birinde İngilizce bölümünü çok iyi halletmiştim ama sonra o disiplin meraklısı hocam, sınavın sonunda "Beni takip et lütfen" dedi. Erkekler tuvaletinin önünde durduk. Ben 11 yaşındaydım ve cinselliğe bakışımız bugünkü gibi değildi. Bugün uyuşturucu ve seks hakkında her şeyi televizyondan öğrenebiliyorlar ama o günlerde hayat daha basitti. Dolayısıyla kendimden yaşlı birisiyle tuvalete doğru gitmekten çok ürkmüştüm. Bana sınav kağıdımı iade etti ve elime bir kalem verdi. "Atilla, bu sınavı bir saat beş dakikada bitirdin, 25 dakika daha hakkın vardı kullanmadın. Son soruyu da yap, dışarıda bekliyorum" dedi. O hayatımda olmasa Londra'nın en iyi Katolik dil okulunda okuyamazdım. Bunu özellikle anlatmak istedim çünkü gerçekten eğer o olmasaydı muhtemelen bugün bulunduğum noktada olamazdım. "Her şeyimizi Macaristan'da bıraktık" Aslında göçmen çocuklarla ilgili pek çok kitap yazıldı. Ailem tipik bir göçmen ailesi olarak benim ve kardeşlerimin mutlaka başarılı olması gerektiğini düşünüyordu. Düşünün, sahip olduğumuz her şeyi Macaristan'da bırakmıştık; arkadaşlarımızı, toprağımızı, evimizi... Peki ne uğruna? Eğer İngiltere'de hiçbir şey başaramayacaksak ülkemizde kalmak daha iyi bir seçimdi diye düşündük hep. Ben bu tür bir baskıyı hayatım boyunca hissettim. Aslında İngiltere'de Asyalı olup da başarıya ulaşmış isimleri incelerseniz, gerisinde hep benzer aile yapısına sahip olduklarını görürsünüz. Göçmen bir ailenin çocuğu olarak büyüdünüz Londra'da. Bu sizi daha mı hırslı yaptı? Tam öyle değil. Aslında çok küçükken de hırslıydım, ancak ne kadarı kendi kişiliğimden kaynaklanıyor, ne kadarı aile baskısıyla ilgili onu ayırt edemiyorum doğrusu. Anladığım kadarıyla kendinizi hırslı biri olarak tanımlamıyorsunuz. Evet, işle ve çalıştığım şirketle ilgili hırslıyım. İş hayatında başarılı olmak isterim çünkü bu bana gerçekten gurur, mutluluk ve tatmin duygusu veriyor. Hırslı bir işadamı olduğunuzu söyleyebilir misiniz? "İyi bir iş kafam vardı" Kaç yaşında karar verdiğimi bilmiyorum. Mesela, benim oğlum dokuz yaşında, bir gün araba yarışçısı, ertesi gün itfaiyeci olmak istiyor. Zaten bütün bunların eğitimini alıyor. O tür düşlerim yoktu çocukken, öyle yetişmedim. Benim ona göre neredeyse hiç şansım yoktu. Gençken müzik ve sanatla ilgiliydim, aslında o alanlarda kariyerime devam etmek isterdim. Çocukken geleceğinizle ilgili ne düşünüyordunuz, yönetici olmak mı istiyordunuz? Çünkü herkes yönetim ve iş dünyasında daha başaralı olacağıma dair beni ikna etti. Benim iyi bir iş kafam vardı, daha çocukken bir parça çikolatayı parçalara bölüp satarsam nasıl daha iyi kazanabilirimin hesabını yapıyordum ama hayalim yönetici olmak değildi. Orkestra yönetmeyi düşünüyordum ya da ressam olmayı. 17 yaşına geldiğimde daha gerçekçi olmam gerektiğini anladım. Tutkuluydum ama zaten sanatta çok iyi olmadığımı biliyordum. Neden etmediniz? Teknik olarak yapamazdım demek istemedim, olabilirdim belki ama mantıklı bir hayat olmazdı. Çok fazla yetenekli ressam ve müzisyen var ve hayatta kalabilmek için ciddi bir mücadele veriyorlar. Ben böyle bir risk almak istemedim. Zaten en iyisi olabilecek kadar yetenekli değilim; ortalamanın iyisi olabilirdim. Nereden biliyorsunuz, belki başarılı bir yönetici olduğunuz gibi iyi bir ressam olabilirdiniz. Evet, Londra'nın ücra bir köşesinde tatil parası için ya da bir araba alabilmek için mücadele etmem lazımdı. Neticede finansal olarak da başarılı olmak için iş hayatına katılmanın daha iyi bir seçim olduğuna karar verdim, böylece hobilere de ayıracağım zamanım olsun istedim. Beğendiğim resimleri almak ve istediğim konserlere gitmek için para kazandım. Kararlarımla ilgili pişman değilim; iyi bir kariyerim oldu, insanların yararına iyi organizasyonlar yaptım, iyi dostlar edindim, aslında harika bir hayatım oldu. Dönüp baktığımda gördüğüm şey asla pişmanlık değil. Ayrıca öyle bir hayatın bedeli var, değil mi? Onlar farklı yetişti. Benim cep harçlığım bile olmazdı, gerçekten çok fakirdik, ayrıca ailem ben çok gençken boşandı. Annem tek başına yabancı bir ülkede üç çocuk büyüttü. Zor bir hayatı oldu. Okuldan döndüğümde bahçede yetiştirdiği sebzelerle sevmediğim ekşi bir püre yapardı, tadı berbattı ama yemek zorundaydım çünkü ondan başka seçeneğim yoktu.Çocuklarım elbette böyle büyümüyor. 9 ve 16 yaşında iki çocuğum var. Ben onların kendilerini mutlu edecek işi yapmalarını istiyorum. Sadece yeteneklerini keşfetmeleri ve kendilerini geliştirmeleri için yardım edebilirim. Çocuklarınızı seçimleriyle ilgili yönlendirir misiniz? "Zekiyseniz hatalardan ders alırsınız" Çalışma saatlerim çok anormal değil. Ben saat yedide çıkıyorum, akşam eve en geç sekiz civarında gelirim. Daha önce kişisel hayatımda pek çok hata yaptım ama yeterince zekiyseniz o hatalardan mutlaka bir şeyler öğreniyorsunuz ve ona göre hayatınızı düzenliyorsunuz. Ben bir kez boşandım. O zamanlar tek umursadığım kariyerimdi, karımı ihmal ettim, yeterince vakit ayıramadım. Çok başarılıydım ama bunun için ciddi bir bedel ödeyeceğimi o zaman anlayamadım, sonunda ayrıldık. Yeni karımla tanıştığımda böyle davranmamaya karar verdim. Onunla gerçekten mantıklı bir iş-hayat dengesi kurmaya çalışıyoruz. Çocuklarımla vakit geçirmeyi seviyorum. Yabancı bir ülkede yaşıyoruz, ben de buradaki herkes gibi yaşıyorum ama karım çalışmıyor ve yabancı bir dil konuşmuyor, dolayısıyla ona sosyalleşebilmesi için yardımcı oluyorum. Akşamları onun yanında olmaya gayret gösteriyorum. 25 yıl önceki ben olmadığımı söyleyebilirim. Rekabetin ağır olduğu bir sektörde yöneticilik yapıyorsunuz, çalışma saatleriniz nasıl? Türkiye'nin pek çok konuda çok şanslı olduğunu düşünüyorum. Eğer Türkiye'nin liderleri bu potansiyeli değerlendirebilirse burası harika bir ülke olur. Burası pek çok alanda doldurulabilir boşlukları olan büyük bir ülke, doğal kaynakları da olağanüstü ama bu zenginliklerden daha önemlisi şu; çok genç bir nüfusunuz var. Özellikle Batı Avrupa'nın yaşlı nüfusuyla mukayese edildiğinde önemli bir avantaj olduğunu düşünüyorum. Toplumun bu dinamik yapısıyla uzun dönemli planlar yapabilirsiniz, eğer bu nüfus yaratıcı olmak için doğru yönlendirilir ve yönetilirse müthiş olur. Kennedy'nin söylediği gibi, ülkenizin sizin için ne yapabildiğine bakmayın, siz ülkeniz için ne yapabilirsiniz. Türkiye'nin çok parlak bir geleceği olduğuna inanıyorum. Bu öngörüm sadece AB'ye girmekle veya bugünkü siyasi koşullarla ilgili değil, muhteviyatınız iyi. Farkında değilsiniz belki ama pek çok insan İstanbul'da ortalama bir hayat yaşamak ister. Sizin durduğunuz ve baktığınız yerden Türkiye nasıl görünüyor? "30 yıl önceki kadar hırslı değilim" Genellikle sakinimdir ama karıma sorarsınız arada özel anlarım varmış, özellikle kontrolümü kaybettiğim zamanlar. Burada yaşarken en çok trafikte sinirleniyorum, bu ülkede insanlar sürekli başka birilerinin güvenliğini tehdit ederek araba kullanıyor. Yöneticilik yaparken şu an benimle konuştuğunuz gibi kontrollü ve sakin olabiliyor musunuz? Normalde benim yönetimim biçimimle ilgili şikayet etmezler. Benim koşullara adapte edilebilir bir yönetme tarzım var. Yönetim biçiminizle ilgili ne düşünüyorlar? Bazılarına ne düşündüklerini sorarım, bazılarına da direkt ne yapmaları gerektiğini söylerim. Farklı insanlar için farklı yaklaşımlarım var. Nasıl bir tarz o? O sözcüğü pek kullanmam ama hepimizin sevilmek istediğini düşünüyorum. Çok duygusal değilimdir, özellikle iş hayatında hiç değilim; benim için iş sadece iş! Siz kırılgan bir adam mısınız? Her zaman değil ama karıştırmamaya çalışıyorum. İşe duygularınızı karıştırır mısınız? Aslında üç yıl sonra emekli olabilirim ama bunu düşünmemeye çalışıyorum. Hayatımın ve kariyerimin son aşamasındayım, yarıyı geçtim. Daha önce de söylediğim gibi, Tanrı'ya şükür iyi bir hayatım oldu, öyle uzun döneme yayılmış planlarım yok. Artık 30 yıl önceki kadar hırslı değilim, o aşamayı geçtim. Başka büyük bir şirkette yine CEO olabilirim ama bu hayatımı baskı altına alacaksa artık istemiyorum. Belki öğretmen olurum. Sonuna kadar çalışmak isteyenlerden misiniz? "İyi bir caz dinleyicisiyim" Tenise ve müziğe vakit ayırmaya çalışıyorum. Kendinizle ilgili ne yapıyorsunuz? Evet, altı yıl önce. Saksofon çalmaya geç başlamışsınız. John Coltrane değilim tabii ki. Ne durumdasınız? Evet, dostlarımın yanında, özellikle biraz içki içtiğimde eğer çalma keyfim varsa çalıyorum. Profesyonel değilim ama iyi bir caz dinleyicisiyim. Küçük konserler veriyorsunuz. Çift oynuyoruz ama aslında tek başına oynamayı tercih ederim çünkü öyle olunca kazanmanın ve kaybetmenin kontrolü bende oluyor. Eskiden haftada dört kez oynardım, Türkiye'de çok vakit ayıramıyorum. Tenis oynarken mutlaka kazanmak için oynuyormuşsunuz. Evet doğru, iyi yemek yemeyi ve pişirmeyi çok severim. Yemek pişirmeye epey vakit ayırdığınızı biliyorum.