24.01.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:
Daha sonra da Salâh Birselin şiirlerine, pek çok kişi gibi, bir önyargıyla yaklaştım: Şiirin ilkeleri üstüne bu kadar kafa yoran, kitap bile yazan bir sanatçının şiirleri elbet güzel olacaktı. "Alleben" şiirini bile bu önyargıyla yola çıkarak sevdim. Salâh Birselin adını ilk duyduğumda on beş yaşında bir ortaokul öğrencisiydim. Gözümün şiirden başka bir şey görmediği zamanlar... Ama onu şiir yazan değil, şiir üstüne yazan bir sanatçı olarak tanıdım önce. 1952de Yenilik Yayınları arasında çıkan "Şiirin İlkeleri" kitabını kim bilir kaç kez okudum. Notlar aldım. O ilkelere uyarsam eşsiz şiirler yazacağımı, Shakespeare gibi ölümsüz olacağımı düşünerek... Yıllar sonra düzyazılarını daha çok sevecektim.***O arada, yeni başladığı "Salâh Bey Tarihi"ni yazıyordu. Şiiri daha arkalara atmıştı. Düzyazıda özgün bir dil geliştirmişti. Fırışka, fori, paçalık, şapalaklaşmak, tepizlenmek gibi sözcüklerle yakın geçmişin İstanbulunu çiziyordu.Beş kitaptan oluşan dizi tamamlanıp yayımlanınca, "düzyazıcı Salâh Birsel"i şair Salâh Birselin önüne geçirdi. Kitapları okuyanlar hem "öğrendiler" hem özgün bir dilin tadını çıkardılar.***Dizinin ilk iki kitabı, "Kahveler Kitabı" ile "Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu" geçenlerde yeniden yayımlandı (Sel Yayıncılık).Yazarın deyişiyle "kahvelerin gizli yaşamlarını anlatan" ilk kitap, gençliğinde Cağaloğlu, Şehzadebaşı, Aksaray, Saraçhane kahvelerine dadanmış; o kahvelerde Orhan Kemalle sabahın köründe çay yudumlamış; Onat Kutlar, Kemal Özer, Adnan Özyalçıner, Doğan Hızlanla dergiler hazırlamış; Cemal Süreyayla langırt oynamış biri olarak ilgimi çekti elbet. Bizden önceki kuşakların o kahvelerde yaşadıklarını da okuyunca, her şeyle birlikte "kahvehane"nin, "kıraathane"nin de değiştiğini, bambaşka bir kimliğe büründüğünü somut biçimde bir daha gördüm.Dizinin en sevdiğim kitabı "Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu"... Salâh Birsel, "Başlarken" yazısında "Bu kitaba bir edebiyat tarihi gözüyle bakılsa yeridir" diyor. Bir bakıma doğru. Serveti Fünuncuların uğradıkları Commerceden bizim kuşağın Baylanına uzanan zaman dilimi içinde birçok yazarın portresi çiziliyor, renkli anekdotlar, çekişmeler, tartışmalar, kavgalar anlatılıyor.***Bu tür kitapların yeni baskılarını görünce, yakınmamı yinelemeden edemiyorum: Genç kuşaklar yakın tarihimizin edebiyatıyla pek ilgilenmiyorlar. Yeni yazarların kitaplarını kapışıyorlar, ama Orhan Kemalleri, Sait Faikleri, Oktay Rifatları ya kulaktan dolma bilgilerle ya da ansiklopedilerden tanıyorlar.Nereden mi varıyorum bu sonuca? Kitap satışlarından. Bir "Bereketli Topraklar Üzerinde"nin, bir "Alemdağda Var Bir Yılan"ın her yıl yeni baskılarının yapılması gerekirken, bu kitaplar bütün bütüne unutuluşa terk edilmekten özverili birkaç yapımcının çabasıyla kurtuluyor.Yeni yazarların kitapları elbette ilgi görecek, elbette çok satacak. Mutluluk veren bir şey bu. Ama onların yanı sıra edebiyatımızı bugüne getirenlerin yapıtları da gereken ilgiyi görmeli. Daha dün yitirdiğimiz Melih Cevdet Andayın hangi kitabı basılacak önümüzdeki yıl? Basılırsa kaç satacak?"Salâh Bey Tarihi" de öyle. Bu yüzden, ilk iki kitabın yayımlanışını sevinçle karşıladım. Dilerim, ikisi de okurun ilgisini çeker. Hem genç kuşaklar yakın tarihimizle ilgili renkli ayrıntıları öğrenir hem de yayıncılar özverilerinin karşılığını "düş kırıklığı" olarak almazlar. Salâh Birsel "duygu" ile "zeka"yı dengeleyerek yazıyordu. Onun şiiri için "zeka şiiri" deniliyordu. Duygunun nerede bittiğini, zekanın nerede başladığını, bugün bilemediğim gibi, o yaşlarımda da bilemiyordum. Ama şiirin ilkeleri üstüne kitap yazmış, görüşler derlemiş bir yazardı Salâh Birsel.