13.03.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:
İÇİMİZDEN BİRİ / RUKİYE PULAŞ Süleymaniyedeki evimize tahta büyük sofadan girerdik. O sofanın sol tarafında yemek odası, sağ tarafında mutfak vardı, her ikisi de bahçeye bakardı. Üst katlarda yatak odaları vardı. Çocukluğumda yer sofrasında yediğimizi hatırlıyorum. Ama sonra dışarıda çardağın altında devamlı kurulu büyük bir masamız vardı. O masanın üzerinde günün yirmi dört saati büyük bir Rus semaveri bulunurdu. Annem günde 40 bardak çay içerdi, kıtlama şeker o zaman, kıtlama şekeri ağzına koyar, çayı öyle içerdi... Bizim yaşantımızda babamla temasımız olmuyordu. Çocukluğumdan beri annemi çok sevdim. Annemle babam ayrı odalarda yatardı. Bu bizim için ne demekti biliyor musunuz, annem bize ait. Halbuki ne kadar yanlışmış, demek ki bir uyumsuzluk varmış aralarında. Babamın hiç ummadık zamanda müdahaleleri olurdu ve sözünü de geçirirdi. Modern hayatın tarafı annem, ablalarım ve ağabeylerimdi. Süleymaniyede sağımızda bir Rum ailesi otururdu. Ben onların hepsiyle görüşürdüm, çocuklarıyla çok iyi arkadaştık. Despinalar, Ermiyoniler, Rukiyalar, onlarla çok iyiydik, annem de ahbaplık ederdi. Güzelim bahçemizde semaverin etrafında çay içmek için toplanılırdı, biz de ortanca ablamla beraber o Rum evlerine çok giderdik. Rumlar çoğunlukla, matemdeymişler, çoğunlukla siyah giyerlerdi. Bi de hatırladığım çocukluğumda, sokağa çıktığım zaman, şu şekilde, uzun silindir şeklinde siyah, buraya kadar sakallar, papazlar, siyah cübbeli. Ve Museviler melon şapkalı... Onlardan çok korkardım. Hocalar da sarıklıydı. Nedense Yahudi hahamların adı Çıfıttı. Ve bizi Seni Çıfıta veririz, iğneli fıçısına atar diye korkuturlardı. Sonra ortadan kayboldu onlar..." 1925 yılında İstanbulda doğar Rukiye Pulaş. Çapa Kız Öğretmen Okulunu bitirir. Hasta olan annesi Meryem hanımı kaybetmesinin ardından doğup büyüdüğü kentten, İstanbuldan ayrılmaya karar verir. 1944te Yozgatın dağ köyü Çokradana çıkar ilk tayini. Yozgat Milli Eğitim Müdürü Alişan bey ile evlenir. İki yıl sonra ayrılırlar. 1946da İstanbula tayin olur. Bir süre işitme ve görme engellilerin eğitimiyle ilgilenir. Bu arada tanıştığı tiyatro yazarı Galip bey ile 1949 yılında evlenir. Dört sene sonra kızları Biricik doğar. 1958 yılında ikinci evliliği de biter. Bir kez daha evlenmeyi düşünmez. 1973 yılından emekli oluncaya kadar öğretmen olarak çalışır. Bir yandan İkinci Dünya Savaşının günlük yaşama yansıyan sıkıntıları bir yandan da annesi Meryem hanımın rahatsızlanması öğretmen okulu yıllarını Rukiye hanım için zorlaştırır. "Mezun olduğumuzda zaten harp devam ediyordu. Ben gündüzlü talebeydim, bizim mecburi hizmetimiz yoktu. Leylilerin mecburi hizmeti vardı, leyliler de hep Anadolu çocuklarıydı. Annemi kaybettim bu arada. Ailede şunlar duyuluyordu, ablam diyor ki O bir genç kız yalnız olmaz orada, abim de aynı şeyi söylüyordu. Ben de İstanbuldan ayrılmaya karar verdim. Ve bana bir tayin emri geldi; Yozgatın Boğazlıyan kazasının Çokradan köyü... Dağ köyüdür. Yozgat neresidir, kim bilir, hiçbir bilgim yoktu o zamanlar. Anadoluyu bilmezdim hiç. Ve Yozgata gittik. Bir gündüz vakti vardık, meydanda Atatürk heykeli var, maarif müdürü binası, vilayet, büyük konaklar, gri suratlı tabii hepsi. Biz maarif müdürünün odasına girdik, maarif müdürü uzun boylu, yakışıklı, 40 yaşlarında, çok güzel konuşan, muntazam konuşan bir adamdı, oturduk. Yozgatdan Yerköye gittik. Yerköyden trenlen Şefaatliye geçtik. Şefaatlide bir gece kaldım. Oradan Boğazlıyana gittik, Boğazlıyanda ilköğretim müdürü ve karısı karşıladı. İşte Çokradanı sordum, neredir diye, Buradan yedi saat uzaktadır, at arabasıyla dediler. Gittim. Zaten kıtlık yılları, savaş devri. Orada çay bulunur mu, şeker bulunur mu, ekmek bulunur mu, hiçbir bilgim yok. O gençlik cesareti, başımda büyük de yok. Ben gitmişim, şimdi deyin gitmem. 40 bin hazırlıkla giderim veyahut korkarım... En son arabanın içindeyiz. Perişan, öyle sallıyor araba, kapalı araba değil açık araba, üzerimizde battaniyeler, bir eylül sonuydu. Yozgat çok soğuk bir yerdir. Geldik köye. Köy odası, güzel döşenmiş. Muhtar geldi, yuvarlak yüzlü, kırmızı yanaklı, pantolonlu, şu külotlu pantolonlardan. Hoş gelmişsiniz dedi, hepsinin yüzünde güller açıyor, bize bir kadın öğretmen verdiler diye. Yarın okula gideriz. Yalnız aha baştan söyleyeyim, bizim burada hasımlarımız vardır, onların çocukları okula gelmeyecek dedi. Bu hasımların eski muhtar ve torunları, çocukları olduğunu öğrendim. O eski muhtar Alevi. Bu yeni muhtar tarafı Sunni. Aleviler dedi ama Alevilik hakkında hiç fikrim yok. Onlardan birkaç kadını gördüm, gayet yumuşak, sanki İstanbullu bir hanımla konuşuyorum. Alevilerin kendilerine has olgunlukları vardı, sonradan öğrendim. Sabah okula gittim. Taştan yapılmış, tek katlı, soba var, her çocuk elinde odunuyla geliyor. 15-16 talebe, sadece iki tane kız var. Kız yok mu? dedim, Kızlar okula gelmezler dedi ama oğlanlar da büyükçe. Hiç okuma yazma bilmeyenlerle bilenler aynı sınıfta. Hayat bilgisine ait günlük bir şeyler anlattım. Birini kaldırdım ama o ayağa kalkmayı da zor öğretiyorsunuz. Bir şey sordum. Bilmedi, bir diğerini kaldırdım. O meğerse öbür taraftanmış. O bildi, normal yani ders olarak değil, şey olarak konuşuyorum, onlara inerek, şey yaparak. Öbürü kızdı, kapıya yöneldi. Kızdığını sonra anladım. Nereye gidiyorsun? dedim, Eve gidiyorum dedi. Niye? dedim. Ben düşmanımın oğluyla aynı şeyde oturmam, ayağa kalkmam dedi. Gidemezsin dedim, Giderim dedi. Bir köylü vardı, Git muhtarı çağır dedim. Muhtar geldi, Böyle yaparsan ben bugün gidiyorum bu köyden dedim. Anladım ki zayıf tarafları o, ben gidiyorum diye onlara pek çok şeyi yaptırabilirim... Yaşlı köylü kadınların ellerini öpmem de onlara muazzam tesir etti. Sen İstanbullu olamazsın hocanım dediler. Çünkü onlar için İstanbullu başı açık bir kadın demek. Ramazana rastlamıştı, oruç tutuyorum. O da onları muazzam şaşırttı ve bana yakınlaşmalarını temin etti." 1944 ile 1946 yıllar arasında Çokradan köyünde görev yapar Rukiye hanım. Bu arada Yozgat Maarif Müdürü ile evlenir. "Yozgatta kendisi maarif müdürü olduğu için teftişleri vardı, Yozgatın kazalarına teftişe giderdik, bu gidişler hep yaylı arabayla olurdu. Muazzam hazırlık yapılır, muhakkak kurban kesilir, ocaklar, kebaplar... Ekabiri toplanır, orada ağırlanır. O da teftişini yapardı." İki yıl sonra Alişan beyin İstanbula tayini çıkar. Rukiye hanım da İstanbula gelir. Burada Rukiye hanım ile eşi ayrılırlar. "İstanbula gelince vekil öğretmen olarak başladım çalışmaya. Daha sonra kör, sağır, dilsiz okullarında iş buldum. Ama maarife bağlıydı. Galip beyle de orada tanıştık zaten." İkinci eşi Galip ile tanışır ve 1949da evlenir. Çokradan köyü 1953de kızları Biricik doğar. "Biricik doğdu, Biricike de, o zaman Celal Bayar reisicumhurdu, Galip bey de Ankarada kurulan Devlet Tiyatrosunun diksiyon ve makyaj hocasıydı. Benim zamanımda haftada iki kere gider, derslerini verir gelirdi. Aynı zamanda da İstanbul İETTde adabımuaşeret, görgü hocasıydı. Polis okulunda da dedektiflik ve makyaj hocasıydı. Şehrin protokolündeydik. Ağır bir ameliyatla doğum yaptım sezaryenle, çocuğumu beş-altı saat sonra görebildim. Gördüğüm zaman kendi kendime ağlıyorum; ya rabbim biricik evladımı bağışla, biricik evladım analı babalı büyüsün, biricik evladımın şansı olsun... Biricik bana sempatik geldi kelime olarak. Tam o sırada Galip bey içeri geldi, elinde bir kağıt, Celal Bayara telgraf çekiyorum isim için dedi. Galip bey Biricik adı nasıl? diye sordum. Muazzam, çocuk gibi heyecanlı, elleri, havalara sıçradı, Kim söyledi? diye sordu. Dua ederken buldum dedim. A, öyle kalacak, Biricik dedi. Ben de zaten bir tane çocuk istiyordum. Ve evlilik hayatımızda birçok ayrılıklar vardı ama bulduğum şeyler güzel şeylerdi. Bir kere bütün Türkiyeyi tanıdım, İstanbulu tanımakla kalmadım. Tiyatro ile turnelere giderdik. Dışarıdan gelenler de vardı, içlerinde Ankaradan Cüneyt Gökçerler, Aydın Günler... Hepsi Galip beyin ilk mezunlarıdır. Onlar yazın Süreyya Plajına gelirler, orada kalırlardı. Refik Halit Karay gibi, Burhan Felek, Hasan Ali Ediz gibi daha pek çok kimse vardı, onlarla tanışırdık... Ben Galip beyle evliyken, Biricik üç yaşına geldikten sonra ben bir sene yine öğretmenliğe ara verdim. Galip beyden ayrıldıktan sonra da normal okula geçtim 1958de. O ayrılmak istemedi, benim sebeplerim vardı. Kıyamet koptu. Ben sebat ettim ayrılığa, o evden ayrıldı. Ben normal okula geçmek istedim. O arada aklıma geldi, Tevfik İleri bizim ahbabımızdı onu aradım." Böylece Rukiye hanımın 1960 ihtilalinin öncesinde tayini çıkar. "Geldim, bir hafta sonra Kağıthane okuluna çıktı." Ardından Nişantaşındaki Nilüfer Hatun Okuluna tayin olur. 1973de emekliye ayrılır Rukiye hanım. Halen Leventteki evinde yaşıyor. Biricik "Öğretmen okulumuz katı disiplinliydi. Tramvayda gidip gelirken tıp doktorlarından, subaylardan beğendiklerimiz oldu ama hiçbir zaman şeyimiz olmadı. Çok iyi teklifler aldım, korktum kaçtım. Biri meşhur bir ailenin, Kara ailesinin üyesiymiş ve kendimi yok dedirttim okulumun önünde beklediği zaman, başka imzayla mektuplar geldi, anlamadım da, o mektupların sahibi o. Çünkü açılırdı mektuplarımız. Fakat birini çok beğenirdim, o da beni. Evimizin önünden geçerken ıslık çalardı. Ben penceredeydim, o kadardı, o şarkıyı hiç unutmam "Temmuzun on sekizi, bağlasın ikimizi" diye, o ıslık çalarak geçerdi, öyle görürdüm. Ondan sonra, annemden ayrı bir şey yapmaya gönlüm razı olmazdı. Annemle konuşurdum. Ayrıca arkadaş olup yoktu muhitimizde hani gidilsin, gezilsin yoktu…Ortaokul ikideyim, boylu poslu gelişmiş bir kızdım. Rahmetli abim, Seni sinemaya götüreyim dedi, uçuyorum. Ve biz abimle, üzerinde bej güzel bir takım vardı, çok güzel gözleri vardı, Atatürke benzerdi abim, ölen abim. Sinemaya gittik, sinema kapısından bizi almadılar. Neyiniz olur? dediler, abim Kardeşim diye cevap verince hüviyet cüzdanlarını istediler; benim utancım, abimin neredeyse adamları dövecek hale gelişi, bizim oradan film seyretmeden dönüşümüz var. Yani o kadar Beyoğlunda belki onlar şey yapılıyor, Şehzadebaşında abimle, benden 7-10 on yaş büyük abimle beni, 13 yaşındaki kızı almadılar sinemaya."Gelecek hafta: Kendisiyle Diyarbakırda görüştüğümüz İhsan Biçici anlatıyor...Kaynak kişi önerilerinizi ve maddi desteklerinizi bekliyoruz. Telefon: (0212) 327 86 58 Faks: (0212) 227 37 32 e-posta: tbct@tarihvakfi.org.trProje danışmanları: Doç. Dr. Aynur İlyasoğlu, Doç. Dr. Esra Danacıoğlu Görüşmeyi gerçekleştiren: Hakan Koçak n Deşifre / redaksiyon: Sevil Üzrek n Görüntü kaydı: Tamer Üstel n Yayına hazırlayan: Tuba Çameli www.tarihvakfi.org.tr Temmuzun on sekizi
İngiliz basınının önde gelen bulvar gazetelerinden Daily Mail'in özel haberine göre, Meghan Markle'ın İngiliz eleştirmenlere aldırmadığı ve doğum odasında twerk yaptığı bir videonun ortaya çıkması büyük bir tartışma yarattı.