Pazar "Setteki herkes beni gerçek Çingene sandı"

"Setteki herkes beni gerçek Çingene sandı"

22.01.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Duvara Karşı"nın yıldızı Birol Ünel bir Çingeneyi canlandırdığı ve altı dil konuştuğu yeni filmi "Transylvania"nın çekimlerini bitirdi. Ardından onu "yılın en iyi 20 aktöründen biri" seçen New York Times'ın davetlisi olarak ABD'ye gitti

Setteki herkes beni gerçek Çingene sandı

Bugünlerde hayli yoğun. "Duvara Karşı" uluslararası alanda üst üste ödüllere layık görülürken, Ünel de çok önemli bir davet aldı. ABD'nin New York Times gazetesi tarafından Los Angeles kentine davet edilen Ünel, burada dünyaca tanınmış 20 aktörle bir araya gelmek ve onlarla beraber bir özel çekime katılıp söyleşiler yapmak üzere uçağa bindi. Aktör bu çekimlerin ay sonunda gazetenin ünlü pazar dergisinde yayımlanacağını söylüyor. Başka da bir şey söyleyemiyor aslında. Çünkü ne ile karşılaşacağını o da bilmiyor. Yüzünde geciken vizesinin yarattığı gerginlik de var. Eğitimini marangoz olarak tamamlayacakken keşfedilen ve bir haftada tiyatro okuluna kayıt olan Ünel, 45 yıllık ömrünün son 25 yılına sığdırdığı 70 film ve sayısız oyunla önemli bir aktör artık. Onunla beraberken heyecanlanmamak elde değil. Sempatik, ironi dolu, hüzünlü bakan bir adam. O bira, ben kahve yudumlarken ilk sorumu soruyorum. Bir akşam üstü Kruezberg'de Rote Harfe (Kırmızı Harf) isimli kafeye, Birol Ünel ile buluşmaya gidiyorum. Elinde bira şişesi, bar taburesine oturmuş, insanları seyrederken buluyorum onu. Sıcak bir gülüşle karşılıyor beni. Havadan sudan konuşup kafenin üst katındaki bir locaya çıkıyoruz. Kelimeler tane tane dökülüyor dudaklarından. Hep kısık bir tonda konuşuyor ve konuşurken saçlarını karıştırıyor. Ünlü aktris Asia Argento ile oynadığı "Transylvania" filmi için üç aydır Romanya'da olduğunu ve Berlin'e yeni geldiğini anlatıyor. Derken filmdeki diyaloglardan altı dilde alıntılar yapıyor, canlandırdığı karakteri oynamaya başlıyor. Yüzü tüm hızıyla değişirken, gırtlağında şekillenen boğuk ve yüksek tonlamalar sır dolu kişiliğinde başka kimliklere ustaca geçiyor. Etrafımızda rengarenk boncuklarla süslenmiş perdeler, orta yerde bakır bir tepsi ve minderlerden oluşan şark köşesinde hissediyorum ki, bu filmle de Ünel'in adından sıkça bahsedilecek. Tony Gatlif'in yönetmenliğinde Romanya'da 12 hafta süren çekimler yeni tamamlandı. Tony Gatlif vizyon sahibi, heyecanlı, duygu dolu, arayış içinde bir insan. Benim dışımda hiç kimsenin elinde yazılı bir senaryo yoktu. Bir Çingene rolündeydim ve setteki herkes benim gerçek bir Çingene olduğuma inandı. Hatta bir Çingene, bana torununu satmak istedi evlenmem için. Ben de kendisine "Evliyim ve bir oğlum var" dedim. Son çevirdiğiniz "Transylvania" filmi yeni tamamlandı. Nasıl geçti çekimler? Sarraf. Altın ve gümüş satan bir seyyah. Her yerde insanlarla buluşan ama kimsenin nereden gelip nereye gittiğini bilmediği bir Çingeneydim. Film boyunca tüm Romanya'yı gezdik. Altı dil konuşan ama herkese ve belki kendine bile yabancı bir karakterdi bu adam. Çekimler büyük bir keyif içinde geçti. Filmdeki rolünüz neydi? Biz bu filmde sadece soru sorduk, aradığımız bir cevap yoktu. Aslında Fatih Akın bir komedi yapmak üzere yola çıktı ama ben hayır dedim. O zaman Fatih "Sen de otur ve kendi düşüncelerini yaz" dedi. Böylece Cahit tiplemesinden hareketle bir komediden melodram çıkarttık. Benim çalışma metodum bu. Oyunculuğu böyle öğrendim. Verimli bir çalışma için film setinde işte bu özgürlüğe sahip olmalı oyuncu. "Duvara Karşı" filminde siz neyi çok iyi anlattınız ki, film ve karakterler ödüle doymuyor? "Hırsız Var!'da çok sınırlandım" Benimle Cahit arasındaki farkı merak ediyorsunuz sanırım. Bu film beni anlatmıyor. Yaşamda sadece edindiğiniz tecrübeleri kullanarak bir rolü oynamak isterseniz başarısız olabilirsiniz. Bir oyuncu olarak, o karakteri canlandırırken tabii ki rolün içindesin ve yaşamsal tecrübeler eşlik ediyor sana. Ama sorarsanız ben Cahit miydim diye, ben Cahit'in bir parçasıydım. Ama ölüyü oynamak için ölmüş olmam gerekmiyor. "Duvara Karşı" filminde Cahit'in yaşama karşı aykırı bir duruşu var. Siz kendi yaşamınızda nasılsınız? Geçen sene İstanbul'a gidiyordum, hostes bana hem ikramlarda bulunuyor hem de sürekli gülümsüyordu. En sonunda bana bir dergi getirdi. Marie Claire dergisinde en seksi erkek seçilmişim. Haberim yok, okudum ve hoşuma da gitti. Sonra annemle buluştuk. O da dergideki bu haberi görmüş. Bana bir tokat attı ve "Oğlum bir daha böyle şeyler yapma" dedi. Evet, kadınlar belki beni seksi erkek olarak seçti ama esasında bu kadınların hiçbiri Cahit'in yaşam tarzını kaldıramaz. Filmden sonra birçok kadın sizin gibi bir aşık aradı hayatında. Bu kadar iyi bir aşık mısınız? Ali Özgentürk'ün rejisinde oynadığım "Kalbin Zamanı"nda bir oyuncu olarak kendimi iyi hissettim çünkü yaratıcılığımı, oyunculuğumu yansıtabileceğim bir ortam vardı. Sanatçı ile reji arasındaki konuşmadan dahi kurulabilecek derin algılamalar vardır. Önce sana, oradan da filme yansır. Ama en son çevirdiğim "Hırsız Var" filmi, aman Allahım! Beni bu filmde çok sınırladılar. Film hep monitörden takip edildi, monitörden çekildi. Oysa "Hey ben buradayım! Gözlerime bak, beni yaşa, hisset." Türkiye'de de filmler çevirdiniz, onlar nasıldı? "En büyük ödül alkış almak ya da yuhalanmaktır" Saldırganlığı sevmiyorum. Burada yaşayan gençliğin, Türk olsun Alman olsun, birbirlerine ve topluma karşı saldırgan, kavgacı tutumlarını doğru bulmuyorum. Saygı kaybediliyor. Bu ülkenin uyum politikası başarısız oldu. Ben yeniden sosyalizasyonu, uyumu, asimilasyonu yaşadım kendi içimde. Bunun ana nedeni aile yapısında saklı bana göre. Aileler çocuklarının kendi yaşadıkları gibi bir yaşam sürdürmelerini istemiyor ama çocuklar istemedikleri halde aileleri gibi bir yaşam seçmek zorunda olduklarını hissediyor. Bu da bir çelişkiyi ve kendi yaşamlarında çatışmayı beraberinde getiriyor. Geçen gün 17 yaşındaki oğlum Stanislaw ile bir konuda tartıştık ve kendisi bana "Sen beni bu noktada eleştirmemelisin. Çünkü sen de benzer hataları yapmışsın, gazetede okudum" dedi. Ben de "Bugüne kadar çevremde hiçbir şeye ve hiç kimseye zarar vermedim. Eğer sen bir gün kendinle ilgili önemli bir hata yaparsan unutma, önce kendi varlığını tehlikeye sokarsın" dedim. Hayata nasıl bakıyorsunuz? 1960'lı yıllarda hippiler olarak da bilinen Çiçek Çocukları, barış dolu bir dünya ve özgürlük akımının peşinde koştular. Şu anda ben 45 yaşındayım, yani o akımla yaşıtım. Biz de onlar gibiydik. Biz de onlar gibi romantiktik ve o ışığın, aydınlığın peşindeydik. Bu gerçek yaşamla romantizm arasındaki ince bir çizgidir. Ve toplumun genel değerlerine karşı bir duruştur. Yaşa ve yaşat... Benim hayat felsefem bu oldu her zaman. Hayat felsefeniz nedir? Son 25 yılda yaptığım hiçbir şeyden pişmanlık duymadım. Her şeyi severek yaşadım. 70 film çevirdim. Sinema kariyerime baktığımda ulaştığım sonuçların yalnızca bana değil, rejisörlere bağlı olduğunu düşünüyorum. Kendimi hep bir tiyatro oyuncusu olarak görüyorum. Başarı ise bir hayal. Ama sen başarıyı yaratabilirsin. Kendine iyi bir menajer ararsın, bir takım kurarsın. Onlar da senin için çalışırlar ve Beverly Hills'te bir ev dahi alabilirsin. Ama ben böyle bir şöhreti istemedim. Bu benim yolum değil. Benim için en büyük ödül ve başarı, alkış veya yuhalanmaktır. Tabii ki kiramı ödeyebilmek de önemli. Kolay değil. Geçmişinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? "Ruhumda biraz da maçoluk var" Aşk, sevginin insana yaptığı hayattaki en güzel sürpriz. Öncesinde hiçbir hazırlığın yok, öylesine çıkıyor karşına, sonrası da yok ve nereden gelip nereye gittiği bilinmiyor, şiir gibi her şeyiyle yaşıyorsun kendini ve karşındakini. Ama bir o kadar da zor. 3,5 yıldır Lea ile birlikteyim. Ancak onunla çok uzun yıllardır birlikteymişim gibi geliyor bana. Aşk ve kadınlara gelecek olursak... 500 yıl desem inanır mısınız, inanın kendimi yüzlerce yıldır bu sevginin içinde hissediyorum. Ne kadar uzun mesela? Hiçbir şey aramıyorum, uyumlu ya da uyumsuz hiçbir şey. Başladığım bir ilişkide önemli olan, benim bir kadına ne verebileceğim. İşte bu arayış hep sürüyor, ruhumda ve bedenimde. Bunu bir oyun gibi düşünün. Her zaman hediye alınmaz, vermeyi de bilmelisin. İnsanca bir şeyler... Ruhumda biraz da maçoluk var ama asla şovenist değilim... Evde yemekleri ben yapıyorum ama toplamaktan pek anladığım söylenemez. Birlikte olduğunuz kadında neler ararsınız? Berlin'i çok seviyorum ve bir o kadar da nefret ediyorum buradan. Siyahla beyaz gibi ve zıtlıklarla dolu bu kentte yaşadığım çelişki sonuçta beni buraya bağlıyor. İstanbul ve Barselona da benim için çok güzel iki kent. Günün birinde Barselona'da yaşamak isterdim. Orada çok büyük sanatçılar çok mütevazı yaşamlar sürüyor. Belki paraları yok ama kafalarının içinde hayata dair hep bir arayışları var. Dünyada nerede yaşamayı hayal ediyorsunuz? "Orhan Pamuk'u rahat bıraksınlar" Zamanım oldukça evet. En son Orhan Pamuk'un Almancaya çevrilen "Kara Kitap"ını okudum. Çok etkilendim. Türkiye'de Orhan Pamuk hakkında dava açıldığını öğrendim. Bu adam bir yazar. Rahat bıraksınlar, o da kitaplarını yazmaya devam etsin. Nâzım Hikmet'e, Yaşar Kemal'e de aynı şeyi yaptılar ve onlar hapiste dahi yattılar. Neden? Türkiye'deki sanatçıların bu şekilde özgürlükleri kısıtlandığı, düşüncelerin önüne geçildiği sürece ülke hiçbir zaman Boğaziçi'nden Avrupa'ya geçemez. Türkiye'deki sanat olaylarını yakından takip edebiliyor musunuz? Hiç, sadece hiç. Tam tersine, eskisinden kötü oldu durumum. Şimdi ev kiramı ya da basit ihtiyaçlarımı bile daha çok düşünmek zorunda kalıyorum. Film başarılara koşuyor ama ondan parayı yapımcı kazanıyor. Para aslında önemli değil benim yaşamımda ama bazı temel ihtiyaçlar için ne yazık ki gerekli. Kimi geceler çok isyan ettim, "Benim emeğimin karşılığı bu olmamalıydı" dedim. Çünkü hayatımın daha kolay olmasını ve üretirken ekonomik sorunları düşünmeden hareket edebilmeyi isterdim. Ama olmadı. Artık tanınmış bir aktörsünüz. Bu, ekonomik anlamda size ne gibi katkılar sağladı?