Skorer Borç 1 değil, 1001

Borç 1 değil, 1001

27.07.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

.

Borç 1 değil, 1001

Beşiktaş'ın Olağan Divan Kurulu toplantısından öğrendiğimize göre, kulübün Başkan Demirören'e 42 milyon YTL borcu varmış ve bunun 9 milyonu son altı aya aitmiş. Dedik ya, deveye bile soracak onca şey varken, boynunun eğriliği sorulurken; bu birikmiş borca sorulacak kim bilir ne çok soru vardır, ama soracak kadar zihnimizde biriktirebilir miyiz soruları, aklımız yeterli aklı yürütmeye yeter mi? İşte bunu bilmiyorum. Fakat ben soracağım, belki aradan birkaç doğru soru çıkar. Hakkını yememek gerekir ki Demirören, yönettiği kulübü kendisine borçlandıran ilk başkan değil. Fakat ilk olmaması ona da sorulacak sorular olamayacağı anlamına gelmez. Çünkü sadece Beşiktaş değil, adları tarihselleşmiş tüm kulüpler onu yönetenlerden çok daha büyüktür. Çünkü onu yönetmeye niyetlenenler aslında bir ibadet gibi değerlerini ve tutkularını sevaba dönüştürme gayretindedir. Herkesin bildiği bir sözdür; "Deveye sormuşlar..." diye başlar ve deve de "Nerem doğru ki" diye yanıtlar. Doğrudur doğru olmasına da deveye, kim, neden bunu sormuş bilemeyeceğim. Sorulacaklar içinden bunu seçmek nerden çıkmış hep takılır durur aklıma. Deveye bile doğru soruyu soramadan mı geçecek ömrümüz? Olsun biz gene de sormaya devam edelim. Çünkü neden? Sormakla başlar her şey. Tamam canım, durun gülmeyin! Bu kitaplarda böyledir. Gerçek hayatta işlerin böyle yürümediğini ben de biliyorum. Söze endüstriyel futbol diye başlayıp devamını da getirmeyeceğim. Çünkü bu tip durumların endüstriyel futbolla uzaktan yakından alakası yoktur. Bu bizim gibilere ait bir şeydir. İsmail Cem'in dediği gibi cevabı belki de Türkiye'de az gelişmişliğin tarihinde gizlidir.Madem ki borç birikmiş ve madem ki bu hesap defterine mahalle bakkalı usulünden işlenmiş yapacak bir şey yok. Fakat dedik ya yapamasak da sorabiliriz: Belki sorular bir gün bir şey yapmaya niyetlenebilir.Kulüp, Demirören'e 42 milyon YTL borçlanmış da nasıl olmuş bu borç. Kulüp dediğimiz şey nedir ki, plazalara dönüştürdüğünüz binalar mı yoksa ötesi mi? Eğer plazalarınızsa öyleyse sorarım hani kulübün gelirleri artacaktı? Hani kulüpler kimselere bağlı olmayacaktı? Hani kendi ayakları üzerinde duracaktı? Kimileri bu durumda şu eleştiriyi getiriyor. Kendi şirketlerini böyle yönetseler... Kendi şirketlerini nasıl yönetiyorlar bilmiyorum; ama böyle yönetiyorlarsa büyüme kaçınılmaz. Neden mi? Çünkü kendi şirketini borçlandırmıyor ki sayın başkanlar. Koyduklarını geri alıyorlar. Hem de kat kat fazlasıyla. Kimsenin niyetlenmediği bir borç için ortaya para koyuyor ve sonra da bir gün başkanlığı devrederse kulübün gelirlerine el koymak için. Kulübü kendilerine muhtaç hale getirmek için... Bunlar hep bilinen şeyler ama soruları eksik. Birkaç soru Sayın Başkan! O tutardan dört yıllık reklam payınızı düşün. Ekranlarda boy gösterdiğiniz, ününüze Beşiktaş sayesinde kattığınız ünün payını mesela. O tutardan hoyratça harcama egolarınızın payını da düşün. Siz harcadınız. Borçlanmayı büyüten sizsiniz. Öyleyse bu sizin günahınız. Günahınızı kulübe yüklemeyin. O kulüp, o renkler, o forma daha kaç kişinin günahını taşıyabilir ki?Taraftara eski formalar giyiyor, yenilerini almıyor ve para kazandırmıyor diye kızacağınıza, kazandığınız kadarını harcamayı öğrenin. Nasıl olsa ben harcarım ve bana borçlanırlar diye hesap defterinize milyonluk rakamları "alacak" diye yazmayın. Çünkü hesap defterleri sadece milyon dolarlık alacakları işlemekle yetinilen kağıttan tomarlar değildir. Hesap defterlerinin arka yüzünde günahlar yazar, suçlar, kabahatler... Ödeme günü geldiğinde günahlar, dolarlardan yüksek çıkabilir.Kulübün, Demirören'e borcu 42 milyon YTL. Peki bir ömrü bir solukta yaşayan tribün aşıklarının, onların alacaklarını kim ödeyecek? Günahınız daha çok! biz gitmiyoruz, ölüm geliyor, ruhumuz gergin bir kağıt; ölüm deliyor... "...ölüyor insanlarımız - ne kadar çok - sanki şarkılar ve bayraklarla bir bayram günü nümayişe çıktılar öyle genç ve fütursuz..."Nazım HikmetHayat kısadır. Hep yarım kalmış işlerin ağıtıdır ardımızda yakılan. "Her ölüm erken ölümdür" derler. Ölmek ya da zaman meselesi değildir kafaya takılan. İçten içe büyüyen ukde, neyi unuttuğumuz, neyi yarım bıraktığımız kaygısından gelir belki de. Hayat hüzünlüdür. Ve her karşılaşmada "merhaba" dedirtir. Oysa belki de vardığında "hoşçakal" demek daha iyidir. Belki de öyle dersen, ayrılırken acı çekmezsin. Hayat böyle hüzünlüdür işte... Eğlenecek binlerce şey bulmuşken, yarım bırakır heveslerini... Planlarını erteler, planlara inancını yok eder... Hüzün de bize aittir; ama neyimize gerek ağlak şarkılarla bezenmiş gündüzler... Geceler herkesin kendi gecesi, dileyen ağlayabilir... 1950 Dünya Kupası elemelerinde Asya grubunda yer alan Hindistan, bir süre sonra finallerden çekilmek zorunda kaldı. Çünkü; Hintlilerin futbol ayakkabıları yoktu. Çıplak ayakla oynamak istediler; ancak FIFA'nın kuralları buna izin vermedi. Haberiniz varmı? ADI: Wederson Louis Da Silva Mederios... Bu uzun ismi söylemeye üşenenler, kısaca Wedo diye seslenirler. Döner bakar... Ve çağıranlara hemen sıcak bir yanıt verir... Efendim! Brezilyalı Wederson'un öğrendiği ilk Türkçe kelimedir; efendim.... Anlamını pek bilmese de, bir nezaket kuralı gibi algılar bu sözcüğü. Wederson'u tanıyalım 1: Futbol Federasyonu da; sözleşmesi devam eden futbolcuların (Kulüp rızası dışında) başkalarıyla görüşme yapanlara bir yaptırım uygulaması gerekir. Burası dingonun ahırı mı? Haşa! 24 YAŞINDAKİ Bouzid şık giyinmeyi sever. Üstüne başına hep dikkatlidir. Süslü ve bakımlı görünmek ister. Losyonsuz sokağa adım atmaz. Adidas Rasen, tercihidir. Zaman zaman sinemaya gider. Macera ve aşk filmlerinin sadık bir izleyicisidir. Bouzid'i tanıyalım 1: Popescu hep 'Hocam kalsaydın Şampiyonlar Ligi şampiyonu da olurduk' der. Olmayacak bir şey değildi; ama olmadı. ??? ELAZIĞSPOR'da oynarken Beethoven ve Bach'ı dinlemeye başladı Orkun... Ve sevdi bu müziği. Ve şimdi bir klasik müzik hastasıdır Orkun... Orkun'u tanıyalım 1: Futboldan kopmak onu bırakmak çok kolay Hakan. Ağzından çıkacak üç kelimeyle bu iş biter. Ama devam edebilmek için çok hem de çok fedakarlık lazım. Ben senden bu fedakarlığı bekliyorum. Zira sen bunu futbol tarihinde hak ettin. İdmanlara çık arkadaşlarından iki misli daha çok koş ve dokuz numarayı kap Hakan. Yahut da işte "O KELİMEYİ" yazmak istemiyorum. Yazma Abi! DAHA 20 yaşında... Konuşurken gözlerini kaçırıyor, kafası hep önünde. Ağzından çıkan her kelimeyi tartarak söylüyor. Saygıda kusur yok... İlhan Parlak'ı tanıyalım 1: Aynaya baktığımda, Roberto Carlos'tan bir farkım olduğunu sanmıyorum... Farkı fiyatı! yakantop@gmail.com

Yazarlar