Gözünü ‘Kahraman’dan ayır!

Haberin Devamı

Gözünü hep ‘kahraman’a diken, onu arayan, haniyse ona tapınan bir kültürün yarattığı algı bozukluğu futbolda da kendini apaçık gösteriyor.
Bu algı bozukluğu nedeniyle örneğin Lionel Messi’nin falanca dergi ya da kurum tarafından ‘Yılın futbolcusu’ seçilmesinde bir gariplik görmez hale geliyoruz. Oysaki durum garip!
Şöyle ki, futbol yeri geldiğinde sıklıkla tekrarlandığı gibi bir ‘takım oyunu’. ‘Fena halde hayata benziyor’ oluşu da bu nedenle.
Bir futbolcunun fevkaladeliği de diğerine olan muhtaçlığından geçiyor. Dünyanın en şahane futbolcusu olsanız bile, arkanızda ya da önünüzde sizin ‘fevkaladeliğinizi’ parlatacak, destekleyecek arkadaşlarınız yoksa ‘Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’daki kaleci ‘Torba Suat’ın sözleriyle söylersek, “Hava gazı! Mantarlarsınız!”
Yine Messi’den yürüyelim... Barcelona’daki Messi ile Arjantin Milli Takımı’ndaki Messi’yi kıyaslamak yeter sanırım.
Diğer yandan bu algı bozukluğu yüzünden futbolcular izleyicinin zihninde ‘önemli’ ve ‘daha az önemli’ diye tasnif edilir hale de geliyor. Ve kuşkusuz ki bunun da takım içindeki ‘dayanışma’yı zedeleme riski bulunuyor.
İki farklı takımda oynayan dört oyuncu üzerine ortak bir soru sorarak durumu somutlayalım; “Real Madrid’in ‘yıldız’ı Cristiano Ronaldo sol bek Sergio Ramos’un ya da Barcelona’nın ‘gözdesi’ Lionel Messi sağ bekleri Dani Alves’in yaptıklarını yapabilir mi? Oyuna onların mevkilerinde sağladıkları katkıyı sağlayabilir mi?”
Elbette ‘Hayır’, değil mi?
Gözümüzü golcülere dikmemizi öğütleyen ‘verili futbol algısı’ alttan alta hayatı da böyle düşünmemize yol açıyor.
Sabah kapının önünden çöpü toplayan işçiyi ‘önemsiz’, hastayken sıhhat bulmamızı sağlayan doktoru ‘önemli’ diye kategorize ediyoruz zihnimizde.
Elbette ki doktor önemli lakin çöpü toplayacak işçi olmazsa gezegen mikropların ve virüslerin eline geçer ki, hiçbir doktor bununla baş edemez. O nedenle çöpü toplayanın kıymeti, bize futbol takımındaki her bir oyuncunun kıymetli olduğunu ve oyunu buna göre de izleyebileceğimizi düşündürtmeli. Çünkü zaten öyle... Kıymetli...

‘Domino etkisi’ kapıyı çalmadan!

TRTSpor’daki Spor Manşet’e telefonla bağlanan eski Beşiktaş başkan adayı Hasan Arat, Beşiktaş’ın unutturulmaya çalışılan karakterinden söz etti.
Mealen aktarıyorum özetle şunları söyledi: “Beşiktaş orta sınıfın, halkın geniş yığınlarının takımıdır. ‘Dünya takımı yapacağız’ illüzyonuyla Beşiktaş’ı bu en temel duygusundan uzaklaştırıyorlar. Biri çıksa dese ki, ‘Bize 2 yıl verin, alt yapıdan gençlerle tecrübelileri harmanlayarak yepyeni bir Beşiktaş yaratmaya çalışacağız’ İnönü’ye her maç 30 bin kişi akar. Çünkü Beşiktaş böyle bir takımdır...”
Başkan Yıldırım Demirören’in her fırsatta takım için harcadığını iddia ettiği paranın ötesinde kulübün ne kadar parasını harcadığından ise kimsenin söz etmediğini de söyledi Arat.
Tahmin edilebileceği gibi Arat’ın bir gün önce yaptığı açıklamalara Beşiktaş içinden karşı çıkışlar da oldu... Yönetici Sinan Vardar, Arat’ın eleştirisini ‘yersiz ve zamansız’ bulduğunu söyledi. Yöneticiler böyle düşünebilir elbette. Ancak eleştiri, ‘iş işten geçmeden’ yapıldığında anlamlıdır. Arat’ın Galatasaray örneğini verirken söz ettiği ‘domino etkisi’ kapıyı çalmadan ve hâlâ yapılacak bir şeyler varken Demirören başkanlığındaki Beşiktaş yönetiminin eleştirilere kulak vermesi gerekir diye düşünüyorum.
“Dünya takımı kuruyoruz” retoriği en azından taraftar nezdinde belki bir dönem daha işe yarayabilir. Ne var ki uygulamalarının isabetsizliği ortada olan yönetimin aklının bir kenarında tutması gereken bir nokta daha var... Bakarsınız ‘Beşiktaş’ın tarihi genleri’ harekete geçer işte o zaman Galatasaray’da Adnan Polat’ın yaşadığı hüzünlü durum gibi bir sonucun ortaya çıkmaması için o ünlü ‘Beşiktaş camiası’nın muhalif kanadına da ihtiyaç duyabilirler.
O zaman geldiğinde eleştirileri ciddiye almak yerine onları kulak arkası etmenin en hafif faturasının itibar kaybı olduğunu anlarlar ama iş işten geçmiş olur. Unutmamak gerekir ki, ‘meşruiyet’ zor kazanılır ama kolay kaybedilir...

Gazeteciye ‘Hareket çekmek’ özgürlüğü!

Milli maçta futbolcuların basın tribününe ‘yaz gasteci yaz’ türünden hareket çekmesi ‘gelenekselleşti’ diyebiliriz.
Hiç şüphem yok ki, Arda Turan’ın hareketine ‘gazeteci milleti’nin bu davranışları hak ettiğini düşünen ciddi bir kalabalık destek veriyordur. Aslında hareketten en çok memnun olanlar hareketin kendine çekildiğini düşünenlerdir. Çünkü onlar ‘izlenir ve kalıcı olma’ yolunda bir mevzi daha kazandılar ve içi boş yeni polemikler için biraz daha mühimmat biriktirdiler. Ve artık, yeri ve zamanı geldiğinde teçhizatlarını çıkarmak için uygun anı beklemeye başladılar.
Arda Turan’ın neden böyle davrandığını anlamakla birlikte ‘yanlış davrandığını’ düşünenler grubundanım. O zekâ ve mizah kudretinde bir oyuncu bu durumu daha kabul edilebilir bir dille halledebilirdi. İşte o zaman iyiden iyiye ‘büyük oyuncu’ olurdu.
Yine de anlamadığım şeyler var bu işte... Daha önce Emre Belözoğlu hem estetik hem ahlaki hem de artistik açıdan ağır ceza puanı gerektiren hareketi için bir yaptırıma uğramamıştı. Sanıyorum Arda Turan da bu ‘kötü örnek’ için futbolu yönetenler tarafından bir şekilde cezalandırılmayacak. Muhtemelen bu da ilki gibi ‘uykuya terk edilecek.’
Fakat o zaman da ortaya şu sorun çıkıyor; sahaya şişe ya da yabancı madde atan, rakip takıma küfür eden taraftar haklı olarak cezalandırılıyor. Ya da federasyon yönetimi için ağır ifadeler kullanan kulüp yöneticileri hak mahrumiyeti alıyor.
Peki, bu durumda hakarete uğrayan ve ‘kim vurduya giden’ gazeteciler için de futbolculara bir ceza gerekmiyor mu? “Gerekmiyor” diyorsanız “Hukuk bir gün herkese gerekebilir” sözünü bir kez daha hatırlayın ve bunun üzerine düşünün derim...