Fenerbahçe, Konya’da kendinden emin, kazanmaya peşinen kararlı ve “yükselişe geçen bir takım” olmanın rüzgârıyla yaşıyordu 90 dakikalık oyununu...
Aykut hocaya sormak isterdim doğrusu; “Hocam, geçen yıl sizin tribünden seyrettiğiniz Semih’i o keçi inatlı Daum efendi her maçta Güiza’nın yerine ilk tertipte sahaya sürseydi Fenerbahçe’nin şampiyonluğu bu kadar kolay heba olup gider miydi?“ diye...
Dün de öyle olmadı mı? Özer’in sakatlığıyla oyuna erken giren Semih, Alex’in tarzını “hızlı çekim ahengiyle” oyunun akışına sürdü de sarı-lacivertli ekip birden canlanıp Konya’nın üzerine atak üstüne ataklar yağdırmaya başladı.
Söylemek istediğim odur ki, lütfen artık şu Semih kardeşi ilk on birlerde sahaya sürünüz de sayenizde toparlanma yolunda canlı adımlar atan sarı-lacivertli takımda artık başka isimler “nöbetçi futbolcu” tarifiyle otursun yedek kulübesinde...
* * *
Tabiiki dünkü zevkli oyunun yaratıcılar listesinde adeta tüm futbolcular vardı. Lugano ile Yobo’nun birlikte defansif düzendeki kurmaya başladığı ahenk umut vericiydi. Niang’ın takım içindeki hareketliliği herkesi ateşleyici bir tempo sıcaklığında idi. Caner sol kanatta her geçen maç kalite çıtasını yükseltiyor... Stoch da öyle... Sol çizgide yaptığı hareketler hem Fenerbahçe’nin hücum gücünü etkiliyor hem de estetik olarak sarı-lacivertli takıma yakışan futbol motifleri sunuyordu tribünlere...
Mehmet Topuz dünkü maçın görünmeyen kahramanlarından biriydi sanki... Hem defansif hem ofansif çalışkanlığı sarı-lacivertli taraftarın yüzlerini güldürecek gelişmeler içinde... Emre Belözoğlu için fazlaca övgüye gerek yok. Hem yarattığı ilk gol becerisi hem de orta alandaki paslaşma zenginliklerine yaptığı katkılar “birinci sınıf” özellikleri taşımaktaydı.
Özetlersek; Fenerbahçe Konya’da taraftarının içini ferahlatan “komple takım” bütünleşmesinin keskin işaretlerini vermekteydi. Ayrıca ezeli rakiplerinin puanlarını çarçur ettiği bir haftada üç puanlık bir kazanç ilaç gibi gelmekteydi sarı-lacivertli ekibin lig yolculuğundaki puan hesaplarına...