Dün gece Twente önünde seyrettiğimiz Fenerbahçe öyle Avrupalar’da havalar atacak bir takım görüntüsünde hiç değildi.
Zaten Herr Daum’un demeçlerini dikkatle izlerseniz içinden Türkiye ötesi iddialar taşıyan cümleler bulmak bir yana cımbızla yakalanacak önemli bir kelime dahi bulamazsınız...
Hollanda takımı önünde yerli marka taşıyan maçlardaki Fenerbahçe’nin orta alandaki müthiş pas fırtınaları yaratan Emre-Cristian, Santos-Alex gibi yüksek rütbeli oyuncuları dünkü oyunda dağınık hücum düşünceleri dışında “sus-pus” bir görüntülerinin çalkantısı içinde sıkışıp kalmaktaydılar... Çünkü Hollanda takımı müthiş fizik gücüyle Fenerbahçe’yi sahanın her bölgesindeki presleriyle bozarak hiç rahat bırakmadan sürekli kovalıyordu. Eeee, futbolda tekniği de alt-üst edebilen en geçerli değerler kontrollü güç ve bu sayede elde ettiğimiz tempo üstünlüğüdür.
Tabii Fenerbahçe’de yerlisiymiş, yabancısıymış bakmadan sorgulanması gereken bir hakikat var gelecek zamanlar adına... “Ne olacak bu tek adamla hücum ısrarı ve tabi Güiza’nın bu derbeder hali?”... Daum hoca bu sorunu acele ele almalıdır. Dün gördünüz sağdan Kazım ve Gökhan ile çıkılan ataklardan göze batacak gerçekçi bir gol pozisyonu dahi çarpmadı gözlerimize... Sol kanatta Roberto Carlos artık mazisindeki haklı görkemin tatlı anılarını yaşıyor sanki. Santos iyi oyuncu olduğu için rakipçe kontrol altına alınınca sol kulvarda da hayat duruyor. Yani kanatlar işlemeyince sarı-lacivertli takımda tüm ümitler Alex’in sihir beklenen ayaklarıyla ikili pozisyonlarda “pamuk çuvalı gibi ağırlıksız ve beceriksiz Güiza”ya kalıyor işler, olur mu yani?
Tempo farkı
Fenerbahçe’de peş peşe yaratılan ve gol ihtimali yüksek pozisyonlar sürekli oluşmadıkça bu sorunların içinde yerli ile oynasanız ne yazar, yabancı ile yarışsanız ne olur?
Fazla lafa gerek yok. Topuz’un oyuna rötarlı girişi, attığı enfes gol sonrası peşpeşe yenen iki sayının oluşum çizgilerine dikkatle bakarsanız yukarıda uzunca değindiğimiz futbolda güç ve tempo farkının nedenli önem taşıdığını hep birlikte daha iyi anlarız.