Fenerbahçe’yi Eskişehir’de ağırlayan Es-Es’ler net galibiyetleri yanında bütün lig takımlarına örnek olması gereken bir tribün keyfi de sunuyorlardı ağır misafirlerine...
Futbol olarak maç boyu hızlı bir oyun temposu yaratan Eskişehir çabuk düşünüyor, çabuk oynuyor ve ani ataklarla da Fenerbahçe’yi sürekli zor durumlara sokuyordu bu önemli yarışmada...
Önce Es-Es’lerin Fener’i normal bir takımmış gibi görüp özel maksatlara itibar etmeden yarışmayı kendi kazançları açısından dikkate alıp değerlendirdikleri açıkça ortadaydı. Yani, “Alex’i şöyle kilitleyelim” - “Şu ve bu oyuncuya adam markajı verelim” gibi özel taktik düşüncelerinden uzak, sadece Fenerbahçe’den daha çabuk düşünüp oynayan bir Eskişehir maksadını seyrediyorduk sahada...
Fenerbahçeli ayaklar ve bedenler neden rakibinden daha rötarlı kalıyorlardı pozisyonlarda... Çünkü Fenerbahçe orta alanda tutunamıyordu bir türlü... Cristian’ın çırpınışlarına rağmen Santos’un ve Mehmet Topuz’un top kayıpları, pas hataları, hele Selçuk’un teknik değerlerden çok uzaklarda kalan dağınık tarzı da ön planlara çıktıkça Fenerbahçe’nin oyunda hakimiyet kurması hayal olup kalıyordu tabii...
Daum’un aklı!
Orta alandaki “pas kaosu” sırıttıkça ileri uçta Semih’in işleri de doğal olarak zorlaşıyordu. İleri-geri çalışkanlığı yanında orta alandan bir tek “al da at” cinsinden pas alamayan bir santrfordan daha fazla ne istenebilir ki?
Eskişehir, çok da hak ettiği gole kavuşunca birden aklı başına geldi bay Daum’un... Orta alanda “bozguncu” gibi dolaşan Selçuk ile sol kulvarda “oyunu oluruna bırakmışçasına duygusuz” gibi koşuşan Santos’u oyundan alıp yerlerine Emre’yi ve Uğur Boral’ı oyuna süren Herr Daum’un ilk on biri kurgularken aklı nerelerdeydi acaba?
Evet, Alex sahada gölgelik gibi dolaştıkça Fenerbahçe’nin kazanma şansı yerlerde sürünüyor kısacası... Eskişehir’e gelince, tempolu oyun, iki klas gol, orkestralı ve çağdaş bir tribün ziyafetini de geceye sundukları için alkışlamak gerekir Es-Es’leri...