Skorer O bir gün akıllı, bir gün Şaban

O bir gün akıllı, bir gün Şaban

04.11.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

O bir gün akıllı, bir gün Şaban

O bir gün akıllı, bir gün Şaban

Duygu Asena

Hakan da ööööyle bakıyor ama esprili... Zaman zaman sıcak, samimi, sonra bir bakıyorsunuz sizi tanımıyor. Onun hakkında bir karara varamadım. Sanıyorum değişken bir insan, gününe göre davranıyor. Yani bir gün onu çok "şaban", başka bir gün "acayip zeki" bulabilirsiniz. Benimle konuştuğu gün ise, "normal"di. Takımca üzgündüler, yeniktiler, gol atamıyorlardı, eziktiler, normalliğinin sebebi sanırım ondandı. Çünkü bir futbol insanı yendiği, gol attığı bir maçın ardından, başkalaşıyordu. Yürüyüşü de, bakışı da, ses tonu da değişiyordu
Hakan'ın bana sitem etmesiyle başlıyor konuşmamız... karısı ile ayrılırken yaptığı konuşmaları eleştiren yazıma sitem ediyor. "Ama siz de çok konuştunuz karınız hakkında ve söylenenleri de yalanlamamıştınız zaten" diyorum.
-O günkü ortamda binlercesi geliyordu, hiç birini yalanlayamıyordum ki. Ama siz kadınlara hitab ettiğiniz için, sizinki daha etkileyici oldu diğer kesim üzerinde. Onun için biraz kırıldım. Kaçış şansın hiç yok, herkes üstüne geliyor, konuşuyorsun. Televizyona çıkmayacağım dedin mi yandın. Hemen aleyhine birşey yapıyorlar. Çok fazla detaylara giriyorlar. Kişilik haklarına saldırılıyor.
"Ama konuşuyorsunuz Hakan. Durmadan konuşuyor, gazetecilere de koz veriyorsunuz."
-Benim en çarpık olarak yazılan röportajım şuydu, 'ben eşime her türlü zevki tattırdım" başlığıyla bir yazı çıktı. Bizde maalesef hemen uçkura bakılır. Vay efendim, şu zevki tattırdım dedi, yatak odasına kadar girdi... Yani şunu kastetmiştim, çok kısıtlı çevreden gelen insanların yaşayabileceği güzel şeyleri yaşadık, beraber başbakana çıktık, İtalya'ya gittik, işte bu zevkleri, güzel şeyleri yaşadık anlamındaki sözlerim uçlara çekildi.
"Neyse... Ne olursa olsun, ilişki üzerine konuşmalar beni rahatsız ediyor. Peki bu durumda aşkı, çapkınlığı, ilişkiyi nasıl yaşıyorsunuz. Herhalde oldukça sıkılıyorsunuz."
-Kolay olmuyor. Bu kadar duygu yükü altında ve tek taraflı bir aşkın içine itmişler... Biz de insanları seviyoruz ama onlar ayrı bir seviyorlar, aşkla seviyorlar, biz insanca seviyoruz. Tabii ki çok şöhretlisiniz, paranız, pulunuz, itibarınız, her şeyiniz var, ama güzel mekanlarda, o insanların arasına karışmak, bir lokantada, sinemada kız arkadaşınla, sevdiğin bir insanla oturmak istiyorsunuz, yapamıyorsunuz haliyle.
"Aşkı nasıl yaşıyorsunuz? Saklandığınıza göre, güzel aşklar yaşayamıyorsunuz belki de. Ya da ünlü olmak için şöhret peşinde gezen tipleri nasıl ayırd ediyorsunuz?"
-Bu bizim kanayan yaramız. Kimin ne şekilde yaklaştığını bilemezsiniz. Çok erken yaşta bu işe girmişsiniz ve dediğiniz gibi bu güzel imkanlar bizde mevcut. Bunlara mı gelindiğini, gerçekten bizim özbenliğimize mi bağlandığını bilemiyorsunuz. Bunu ayırd edebilmek çok önemli ama yapabileceğimizi sanmıyorum. Önceden çok değer verdiğim bir duyguydu aşık olmak. Ama sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer derler ya.
"Eşinize aşık mıydınız?"
-E, tabii, muhakkak. Ama büyük bir yara alınca, hatalarım oldu sizin de söylediğiniz gibi, tabii bir konuşunca bin oldu. Belki konuşmamam gerekirdi ama tutamadım. Belki de gündemde olan bir insanın vermesi gereken mesajlar olur düşüncesiyle konuşma gereği duydum. Artık aşka inanmıyorum demiyorum ama, saygıya, mantık çerçevesine daha sıcak bakıyorum.
"Genç bir erkeksiniz, gizli saklı mı yaşıyorsunuz şu anda?"
-Evet maalesef gizli saklı yaşıyorum. Çünkü beraber olduğumuz duyulunca çok zor durumlarda kalacağımızı biliyorum, kızlara da zarar vermek istemiyorum. Otel odasına teyp koyan gazeteci bile var. İzmir'de komplo kurup kadınlara telefon ettirdiler. Maç öncesi bizi buluşturmak istediler. Neyseki bunun haberini önceden alıp ucuz kurtulduk.
"Feci bir şey, kim yaptıysa çok acımasız. Hep göz önündesiniz. Her konuda üstünüze geliyorlar, çok gençsiniz, zor bir hayat olmalı."
-Eskiden sanki beni başkaları yönlendiriyordu... Şimdi, bazı şeylere artık eskisi kadar önem vermiyorum açıkçası. Her şey olana kadar, olduktan sonra bir yeni sayfa açıyorum hayatımda. Bu zorlukları yaşamak bizim kaderimiz. Katlanmak gerekiyor.
"Sizi bir göklere çıkarıyorlar, sonra bir de bakıyoruz şaban diyorlar."
-Şaban lafı Show TV'dan çıktı. Düğünüm ATV'den naklen yayınlanmıştı. Bana kızıp Şaban dediler. Bu ülkede herkes herşeyi söyleyebiliyor. Başlarda çok alınıyor, üzülüyordum, oyunum da etkileniyordu tabii. Şimdi daha rahatım. Zaten sosyalliğim kısıtlanmış durumda. Olana bitene razıyım, mutluyum.
"Neden bazı oyunda çok iyi de bazı maçlarda çok fecisiniz?"
-Geçen sezon 38 gol attım. Bir numara, star oluyorsun, üzerindeki markaj artıyor. Hakem de hissi duygular içinde sizi kıskanıp es geçebilir. Herşey golle kıyaslandığında formsuz diyorlar. İyi oynamak golle ilgili değildir.
"Kendinizi profesyonel hissediyor musunuz?"
-İtalya'dayken Fenerbahçe Başkanı beni aradı, çağırdı. Ben Galatasaray'lıyım, başka yere gitmem efendim dedim. Size, gel Galatasaray'a başkan ol deseler gider misiniz dedim. Hayır gitmem, tamam evladım, bu fikrine saygı duyuyorum demişti. Benim bu yaptığım profesyonellik değil açıkçası, çünkü para kazanıyorsun. Sonra ben yine Galatasaray'a geçince bir Atkinson beş Hakan eder dedi...

Bir randevu karışıklığı yaşanıyor ve alınan randevu bizim tarafımızdan iptal ediliyor. Amokachi bey, çok sinirleniyor ve ikinci randevuyu verene dek, kök söktürüyor. Kulübün Fulya tesislerine gittiğimde, kafasını kapıdan çıkartmış, Milliyet muhabiri ile benim kimliğim üzerime konuşuyor. Ben beyefendiyi yağmurlu havada, dışarıda bekliyorum ve bu kabalığa sinirleniyorum, iki laf edip çekip gitmeye karar veriyor, merdivenleri çıkıyorum. "Siz kimsiniz, bunu ne için istiyorsunuz" diyor sevimsizce. Ben de aynı şekilde kaba olmaya çalışarak, yüksek bir sesle, kim olduğumu, neler yaptığımı, niçin kendisiyle görüşmek istediğimi söylüyorum. "Magazin yazarı mısınız?" diyor bu kez. "Hayır köşe yazarıyım" diye bağırıyorum. Kapıdan çekiliyor, içeri giriyoruz. Konuşmanın devamı bundan sonra son derece saygılı ve güler yüzlü geçiyor. Onu sevimli bulmaya bile başlıyorum. Adamcağız, kapıdan kovsan bacadan giren yeni tür TV muhabirlerinden ne çekti herhalde ki, magazin sözünü söylerken bile yüzü daha da kararıyor. Amokachi İngilizce konuşuyor ama her cümleye "valla" diyerek başlıyor. Çok şeker... Üstelik çok da dobra konuşuyor.
"Yaşlanınca ne yapmayı düşünüyorsunuz Amokachi?"
-Şu an futbolcuyum. Üniversitede hukuk okuyordum ama futbol için bırakmıştım. Şimdi elimden geldiğince iyi oynamaya çalışıyorum. Tabii mümkün olduğunca çok para kazanarak, karım ve çocuklarımla yaşamayı düşünüyorum.
"Nerede, kendi ülkenizde mi?"
-Benim için o kadar önemli değil. Amerika'da bir evim var, Nijerya'da da... Artık neresi olursa.
"Yabancı oyuncular daha fazla para kazanıyorlar ve kıskanılıyorlar. Başka ülkelerde de durum aynı mıdır?"
-Doğrusu bilmiyorum. Ben de yabancı oyuncuyum, o yüzden bilemem tabii. Ben futbolcuyum, ne kadar iyi oynarsan o kadar iyi para verirler tabii.
"Yani aynı derecede iyi oynayan futbolcular, aynı parayı alabiliyorlar mı her zaman?"
-Ne kadar iyi oynadığınız önemli, tabii avukatınız da (temsilciniz) işin içinde. Size az para da kazandırabilir, çok para da.
"Takımların yabancı futbolcusu olmazsa ne olur?
-Valla, takımın iyi oyuncu alması ne kadar parası olduğuna bağlı. Büyük takımlar iyi yabancı alabiliyorlar. Bazıları kendi parasına göre alıyor. Çok paraları olursa, beni, Hagi'yi, Okocha'yı, Popesco'yu da alabilirler.
"Eğer iyi oynayamazsan ne oluyor?"
-Valla bu futbol. Bütün hayatın boyunca iyi oynayamazsın. Bazen iyi, bazen kötü oynarsın. İnsanlar bunu bilmeli. Avrupa'da bu bilinir ama Türkiye'de insanlar senin ilk gününden son gününe kadar çok iyi oynamanı bekliyorlar. Bu imkansız. Ama bence iyi para alıyorsan, çok iyi oynamak için çaba harcamak zorundasın. Çünkü takımın önemli oyuncususun. Herkesin gözü üzerinde. Defans, bütün oyuncular sana bakıyor. İyi oynamak zorundasın.
"Ama insanlar çabuk unutur, başarıyı da..."
-Kesinlikle, özellikle Türkiye'de. Geçen yıl şampiyonluğu kazanmışız, ama bir hafta önce İstanbulspor'a yenildik, herkes dağıldı. Seyirciler duvara dönüyor, maçı bile seyretmiyorlar, haksızlık bu. Benim gibi bir oyuncu... Ben böyle birşey gördüğümde oynamak bile gelmez içimden. Böyle bir ülkede oynamak istemem. Avrupa'da büyük bir ligde oynuyarsam, on-sıfır kaybetsek bile yine de takımım desteklenecektir. Türkiye bunu öğrenmek zorunda. Evet, kazanmak zorundayım ama eğer kaybedersem bir dahaki seferi beklemek zorundasınız. Ama Türkiye'de bunu bilmiyorlar. Kesinlikle anlamaya çalışmaları gereken şey bu. Futbol bir oyundur, savaş değil.
"Türkiye'de yaşamaktan memnun musunuz?"
-Valla keyfim yerinde. Eğer başarılıysan ve herkes seni tanıyorsa, saygı gösteriyorsa rahatsın. Burda aile gibiyiz. Bu Türkiye'nin iyi bir özelliği. Herkes birarada, burdan memnunum.
"Gelecek yıl için planınız var mı?"
-Bir yılım daha var, henüz bilmiyorum. Belki bir beş yıllık kontrat yaparım. Belki de giderim. Dedim ya, futbol bir borsa, hepimiz pazarın içindeyiz. Daha iyi bir teklif gelir, daha iyi bir takım çıkar. Bugün Barselona beni istese kesinlikle giderim. Beşiktaş'ı, seyircileri, arkadaşları seviyorum ama hayat devam etmek zorunda.

Pekçok futbolcu tanıdım. Kiminle sohbet ettim, kiminle aynı mekanda bulundum. Kimi pek hava'lı, sevimsiz, yaşadığı hiçbir şeyi kaldıramamış, kimi şöhretinin bilincinde ama efendiğiliğini koruyabilmiş, kimi çok sevimli, kimi ciddi yani futbolcular da herkes gibi . Ama çoğunda farklı bir "şey" var. Bunu size kelimelerle anlatmam mümkün değil ama "futbolcu gibi" duruyor, "futbolcu gibi" bakıyor, "futbolcu gibi" konuşuyor dense, doğrudur çünkü onlara has bir şey var gerçekten. Tümü değil ama bir kısmı böyle . Yani bir bakışları var, bilmem ki bunu nasıl tarif edebilirim size. Öööööyle bakıyorlar işte. Hiç bir anlam çıkaramıyorsunuz o bakışlardan.... sıkılıyor mu, sevdi mi, nefret mi ediyor, memnun mu, konudan haberdar mı, hiçbir şey bilmiyor mu, acı mı çekiyor, sevinçten göklerde mi uçuyor? Hayır... Asla birşey anlayamazsınız bir futbolcunun gözlerinden. Yarı açık ağızları, öööööyle bakan gözleriyle onlar başka türlü insanlar. Örnek istiyorsanız, Hakan, Sergen, Boliç, Alpay, tanımlamaya çalıştığım bakışlara sahip olanlardan.
Bu çocukların da "normal" olmaları mümkün değil aslında. Çok normal olmaları için, çok iyi eğitim almaları, çok iyi ailelerde büyümeleri, yaşamları boyunca psikolojik durumlarını etkileyecek olumsuz bir koşulla karşılaşmamış olmaları, ekonomik durumlarının her zaman iyi olması ve her dönemde kızlarla iyi ve açık ilişkiler yaşamış olmaları gerekir ki, kaç Türk genci böyle şanslı yaşıyor. E düşününki bunların birine bile sahip olamayan bir genç, birdenbire ülkesinin en ünlü, en zengin kişisi oluyor. Bunu rahatça taşıyamamalarını anlayışla karşılamak gerek. Bazıları çok şeker ... Mesela Aykut, mesela Oğuz, mesela Mehmet, mesela Abdullah, mesela Hami, mesela Fatih, mesela uzun boylu Saffet... Saffet'le hiç konuşmadım, ama bakışları normaldi, selam vermeyi, gülümsemeyi biliyordu. Bir yaratık gelmişçesine sizi uzaktan izlemiyor, insanca davranışlarda bulunabiliyordu. Bunlar bile benim ona sempati beslememe yetti.
O "futbolcu" gibi olanlarla yani o tür star futbolcularla, bizim takımların bir yere gelebileceklerini sanmıyorum. Onlar için artık para'nın dışında bir motivasyon yöntemi bulmak gerek. Para, tam tersine, onları tembelleştiriyor. Artık almış o parayı, artık ünlenmiş, artık onun arabası var, artık kızlar kapısında... Ne diye kafasını çamurlu topa vuracak?
Hem vursa da, kendini parçalasa da sonuç ne? Kimi ne kadar süre memnun edecek? İnsanlar ondan çok şey bekliyor. Türk insanı başarısızlığa tahammül edemiyor! Takımı kazamazsa dayanamıyor, küsüyor! Basınımız ise günübirlik yaşıyor. Bugün kral ilan ettiğini, ertesi gün şaban yapıyor. Futbolun topu ise yuvarlak, nereye, ne zaman gideceği belli olmuyor. Futbolcu, top ayağına geldiğinde, öyleee bakıyor, öylesine vuruyor ve top genellikle ya çok yükseliyor, ya kalenin yanlarından çıkıp gidiyor. Futbolcu düşünecek kapasiteye sahip olsa bile, bir de bakıyor etrafında rakip takımın futbolcularından başka bir Allahın kulu yok, ne yapsın uzaktan şut çekiyor, olmuyor, ya da topu kaptırıyor. O sırada antrenör çizginin ucuna gelmiş avaz avaz bağırıyor.


Yazarlar