Fenerbahçe kazanıp rahatlamak istiyordu. Zaten takım Şükrü Saracoğlu Stadı’nda konsantrasyon eksikliği yaşamıyordu. Steaua Bükreş’in de kazanmaktan başka çaresi olmadığı için Fenerbahçe’nin karşısında defans yapan bir takım da yoktu. Bunun sonucunda da tempolu ve çok güzel hareketlerin yaşandığı bir maç oldu.
Alex’in takıma katılması da Fenerbahçe’nin çehresini değiştirmişti. Biraz arkadaşlarının gerisinde olduğu için 4-2-3-1 tahtada kaldı. Alex, Kazım’a yakın oynayınca sistem de 4-4-2’ye döndü. Skor 2-1 olduktan sonra Alex orta sahaya geldi. Pasla hem skoru korumak, hem de çabuk kontratağa çıkıp üçüncüyü bularak rahatlamak istiyordu Fenerbahçe. İstediği de gerçekleşti. Büyük oyuncu Alex’in yoktan varettiği gol aslında turun müjdecisiydi.
Yoktan varetti diyorum; çünkü ne rakip savunma onu durdurabildi, ne de bir arkadaşından yardım geldi. Ne bilim, ne teknik, ne psikoloji, ne biyoloji ne derseniz deyin... Böyle bir gol yok. Tamamen Allah vergisi yetenek. Tedbiri olmayan mükemmel bir futbolcu. İkinci yarının ortalarında orta sahadan dripling yapacaksın, rakibi ekarte edeceksin ve ceza alanına yaklaşırken şiddetli vuracaksın. O kadar kolay değil... Ama Alex için zor değil...
Fenerbahçe defansının dördü de çok disiplinliydi. Emre ve Cristian mücadeleci, basit oynadılar. Çok risk almadılar. Teknik Direktör Christoph Daum da ikinci yarıda doğru değişikliklerle oyunu tutmak istedi. Hatta Özer’i de alıp maç kondisyonunun artmasını sağladı.
Dos Santos maça çok iyi başladı ve müthiş bir gol attı. Ondan sonra idare edip Carlos’un önünde kaldı. Mehmet Topuz önceliği Gökhan Gönül’e verdi. Sürekli ona yardım etti.
Steaua Bükreş takımı Fenerbahçe’nin ayarında değil. Ama Romanya’daki maçtan daha iyi oynadılar. Fenerbahçe kuralar çekildiğinde bu gurubun favorisiydi. Favori olarak yoluna devam ediyor. Hem de kupanın favorisi olarak...