SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Yaşam ve ölüm

Uzun bir aradan sonra herkese tekrar merhaba. Yazmayı sadece burada değil, kendi içimde de bırakalı 2 seneye yakın bir süre oluyor. Hayat biz planlar yaparken, sinsi sinsi gülerek kendi gerçek planlarını yapıyormuş. Acı ama okkalı bir tokat yiyerek bu gerçeği öğrendim. Yazmaya neden tekrar başladın derseniz bu hayatta bana en iyi gelen şeylerden biri yazmak. Onun haricinde seneler öncesinden olan yazımı okuyup bana e-posta gönderip fikir soran blog okuyucuları sebep oldu diyebilirim. İnsanlar hiç tanımadığı ama kendisiyle aynı şeyleri yaşamış kişilerden yardım bekliyor. Neden biliyor musunuz? Çünkü sizi sadece sizin gibi hissedip, aynı şeyleri yaşayan biri anlayabilir. İnsanlara yaşamadıkları konular hakkında ahkam kesmek, akıl vermek her zaman kolay gelir. Önemli olan aynı zorlukları yaşamış ve bu zorlukları aşmış kişilerin sizlere verdiği tavsiyeleri uygulamak. Ambiyane bir tabirle "eşekten düşenin halinden, eşekten düşen anlar".

08.02.2020 herkes için sıradan bir gündü. Bizim için ise Beyza'nın hasta olduğu yine doktoruna gittiğimiz ama önemli bir sorunun olmadığı gündü. Doktordan dönüşte arkadaşımın yaptığı mevlide katılmıştım. Annem uzunca bir süredir zatürre ile boğuşuyordu. Ama artık iyileşmiş ve her şey yoluna girmişti. Filmleri, tahlilleri temiz çıkmıştı. Yine bir hastalıktan kurtulmuştuk. Saat 17.00-18.00 gibi bana Beyza'yı sorduğu bir mesaj atmıştı. Ben o sırada bir telefon görüşmesi yaptığım için daha sonra mesajına dönerim diyerek cevap vermedim. Son mesajı olduğunu bilseydim...

Hayatın en büyük gerçeği ölüm... Ama sistem öyle bir kurulmuş ki bir gün öleceğimizi biliyoruz fakat hiçbir zaman hiç kimseye, özellikle sevdiklerimize bunu konduramıyoruz. Neden? Çünkü doğanın kanunu bu. Öleceğini bile bile hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan tek canlı türü "insanoğlu". Annem ani bir şekilde evde ölmüştü. Bana haberi sonradan geldi. Hayatında en korktuğun şey nedir diye sorduklarında her zaman söylediğim tek bir şey vardı o da "ani ölüm"dü. Başıma geldi. Olumsuzu çağırmamak gerekir denen felsefe inanın doğruymuş. Bir insan en çok neden korkarsa yaşamadan ölmezmiş. Hayatımdaki en korktuğum şey, hayatımdaki en değer verdiğim insanlardan birinin başına gelmişti. Duyduğum anda zaten şok etkisi devreye girdi. Kabullenmeyi bırakın şok etkisini atlatmak bile aylarımı aldı. Hastaneye nasıl ve kiminle gittiğimi hayal meyal hatırlıyorum. Çoğu anı hafızamda bulanık. Sanki o anları yaşayan ben değilmişim gibi. Üzerinden 1.5 yıla yakın zaman geçmesine rağmen hala hatırladığımda vücudum uyuşuyor ve gözyaşlarıma engel olamıyorum. Sevdiğiniz birinin ölümüne hazırlanmak tabi ki mümkün değil. Ama yoğun bakımda yatan ve iki ihtimali de düşündüğünüz kaybetme korkusuna aşama aşama yaklaşmak başka, hiç beklemediğiniz bir anda kaybetme korkunuzun suratınıza indirdiği şamar bambaşka. Ani ölümü kimsenin yaşamasını istemem. Hele ki anne gibi yaşın kaç olursa olsun her zaman kokusuna, dokunuşuna, sesine ihtiyaç duyacağın bir varlığın aniden ölmesinin acısı bambaşka...

Hatırladığım kesitlerden biri kayıp yaşadığınızda diğer sevdiklerinizi yanınızda istiyor oluşunuz. Size kaybınızı geri getirmeyecekler evet ama insan o an ağlayacak bir omuz arıyor. Birinin sımsıkı bir şekilde size sarılmasını istiyorsunuz. O anki dalgınlıkla telefonumu evde unutmuşum. Annemin ölüm haberini annemin telefonundan arayarak verdim sevdiklerimize. Hepsi annem sanarak açtı telefonu ama ölümünü haber verdim onlara. Başkalarından haber alarak hastaneye koşan dostlarımızı gördüğümde ağzımdan dökülen tek bir cümle vardı;" annem ölmüş biliyor musun?" Öldüğünü bile bile devamlı tekrarlayarak kendini inandırmaya çalışma eylemi. Sonraki süreç herkesin de bildiği gibi. Taziye evi dolar, taşar. Adetlerimiz gereği(ki bu gereksiz adeti kim çıkardı bilinmez) sen acını yaşamak yerine insanlara ne ikram etsem derdine düşersin...

Hayat ve ölüm arasında saliselik olan o ince çizgi hiç unutulmamalı. Hayat birileriyle küsmek için çok kısa. Bu tabii ki size değer vermeyen, sizin kıymetinizi bilmeyen insanlar için kendinizi heba edin demek değil. Annemin ölümünden sonra bu konudaki ince çizgiyi de iyi öğrendim. Hayat ne birileriyle küsecek kadar, ne de kendi kıymetini bilmeyecek kadar uzun. Çünkü o zor döneminde hayatımdan çıkardım dediğim birçok insan desteğim olurken, canımdan öte dediğim insanların bir görünüp sonra yok oluşlarını da gördü bu gözler. Bu hayatta yapılması gereken en güzel şeylerden ilki önceliğin her zaman kendi ailen olmalı. Bir diğeri ne olursa olsun kimseyle küsme ama kendi değeri bil ve sana ona göre davranılmasını sağla. Sana kim ne kadar değer veriyorsa sende insanlara o kadar değer ver. Hayatında kötü insanlarda çıkacak karşına, sen iyi olmaktan hiç vazgeçme. Öldükten sonra bile "nasıl bilirdiniz?" diye soruluyor insanlara. Sen iyi ol ki yaptığın iyiliklerin seninle gelsin. Kötülükten ne bu dünyada ne diğer dünyada kimseye yarar gelmiyor nasılsa. En önemlisi de hayatınızda en çok değer verdiğiniz insanlardan gelen arama ya da mesajlara gereksiz insanlar için sonra dönerim demeyin. Çünkü o sonra, sizin içinde telefonun diğer ucunda bekleyen içinde gelmeyebilir.

Seni çok özlüyorum anne, özlemin zamanla geçmeyecek daha da artacak biliyorum. Umarım bir yerlerden bizleri izliyorsundur. Seni çok seviyorum...

Yazının devamı...

"Bu Ne Hal Fahriye Evcen?"

Kızım Beyza'nın doğumunun ertesi günü taburcu oldum. 3 günlük uykusuzluk ve yaşadığım korkunç ağrılı süreçten sonra evime geldim. Tam dinlenmeye geçecektim ki misafir çanları çalmaya başladı. Sevdiklerimiz, bizi sevenler hepsinin başımızın üstünde tabi ki yerleri var ama yeni taburcu olmuş vücudu tabiri caizse göz gibi olan, sadece dinlenmeye ihtiyacı olan anne ve bebeği görmek için çok erken bir talep oldu. Uykusuzluktan ve yorgunluktan etrafı bulanık görürken, dikişlerimden rahat oturup kalkmayı bırakın, yürüyemezken bir yandan ev toplayıp, bir yandan misafire hazırlık yapmak sandığınız kadar kolay değil.

Hamileliğim boyunca kilo almayı bırakın üstüne veren ben ve bir gram bile şişi olmayan ben doğumun ertesi günü adeta bir uçan balon gibi gezmeye başladım. Ayaklarımın haline baktıkça, üstüne basamaz oldukça hüngür hüngür ağladım. Sevgili misafirlerim; hani şu beni ve bebeğimi çok seven, bizi tebrik etmek için can atan, koşa koşa evime bebek görmeye gelenler var ya beni gördükleri gibi; "diyerek karşıladılar beni. Şimdiki aklım olsa alırdı cevabını dersiniz ya heh işte o lohusa kafasıyla olmuyor. 9 ayda Nirvana'ya ulaşmış o hormonlarınız birden bire düşüşe geçerken depar attığı için dengen şaşmış durumda meczup gibi dolanıyorsun etrafta. Kim nereye çekse oraya gidecek durumdasın ve kimseye ağzının payını veremiyorsun. Sadece kahrolmakla kalıyor, boğazındaki koca yumruğu yutkunmaya çalışıyorsun. Üstelik bunları hissetmene sebep olan kişilerde "kadın!". Kadının düşmanı yine "kadın!"

Çocuk sahibi olmak istediği halde olamayan kaç kadın var düşündünüz mü? Doğum yaparken hayatını kaybeden kaç kadın var hiç düşündünüz mü? Doğum bir mucize. Allah'ın sadece dişi varlıklara lutfettiği bir mucize. Canından can çıkarmak küçümsenebilecek, sıradanlaştırılabilecek bir olay değil. Gündemde oyuncu Fahriye Evcen'in doğum kiloları var. Vay efendim sen oyuncusun vay efendim nasıl bu halde olursun. Üstüne bir de utanmadan tatile gidersin, fotoğraflar çekilirsin. Eski ve yeni fotoğraflardan kolajlar sosyal medyada kol geziyor. Ağır eleştirilerin yorumların sahipleri tabi ki yine "kadın!" Belki çoğu doğum yapmadı. Hamilelikle, doğumla, lohusalıkla ilgili hiçbir fikirleri yok. Belki çoğu aynı şeyleri yaşadı fakat onun parasını, şanını, şöhretini, hatta kocasını kıskananlar belden aşağı vurmaya yer arayanlar yine "kadın!" Yapmayın bunları hemcinslerinize yapmayın. Bana yapıldı O'na da yapılsın zihniyeti en korkutucu olanı.

Kadının halinden kadın anlamalı. Herkesin vücudunun, psikolojisinin aynı olması mümkün değil. Kadının, rahmin, vücudun, hormonların, psikolojinin toparlanması her kadında farklılık gösterebileceğinden net bir süre konulması mümkün değil. Doğum yapalı sadece 4 ay olmuş bir kadından, şu an için sadece bebeği için çalışan bir kadından mükemmel görünmesini beklemek neden? Neden kadınlar sürekli bakımlı, zayıf, şık, mutlu, bla bla olmak zorunda. Neden kadınlar sürekli bir kalıba sokulmaya çalışılıyor? Neden anneler mükemmel olmak zorunda? Bırakın artık birbirinizin canını acıtmayı. Kimse mükemmel olmak zorunda değil olamaz da. Kilo alınır verilir ama insanın bebeğiyle geçirdiği özellikle de ilk zamanları öyle değerli ki. Bu zamanları (hele de ilk kez yaşıyorsan!) insanların olumsuz söylemleriyle başa çıkmaya çalışarak geçirmek çok acımasızca. Yapmayın; özellikle de bunu lohusalık sürecindeki, anneliğinin ilk aylarındaki annelere yapmayın. Durmanız gereken yeri bilin...

Büşra Genç

İnstagram: beyzosunannesi

Yazının devamı...

Seni Yeneceğiz Tuvalet Eğitimi

Alfa kuşağı olarak tabir edilen yeni nesil çocuklar bir başka...

Annelerimiz, ninelerimiz zamanında her şey daha mı kolaydı yoksa duygularımızı önemsemiyorlar mıydı?

Biz mi çocuklarımızın üzerine fazla düşüyor mükemmelliyetçilik yapıyoruz?

Bebeklere birşeylere alıştırması kadar bıraktırması da anneleri zora sokuyor. İlk korkulu rüyamız "meme bırakma" dönemiydi. Beyza sütüm yeterli olmadığı için tam anlamıyla memeye doyamayan bir çocuk olduğundan ayrılışı da çok zor oldu diyemem. Fakat doyasıya ememediği için 3 yaşında olmasına rağmen meme emen bir bebek görsün o akşam yanıma gelir, sırnaşmaya başlar, öper, koklar, sarılır.

"Tuvalet eğitimi" konusu da yine korkulu rüyalarımdan biriydi. Eğitim vermeye başlamadan önce anne olarak benim tam anlamıyla hazır olmam gerekiyor diye düşündüm her zaman. İşin kötüsü Beyza'daki tek belirti gece bezlerinin sabah temiz kalmasıydı. Onun dışında bezden ya da kakasından rahatsız olma, kurtulma isteği yoktu. Kakasını yaptığını anlayıp;"kaka yapmış olabilir misin, bezini değiştirelim mi?" dediğimde "hayır ben kaka yapmadım" deyip ondan ayrılmak istemiyor, bezini sahipleniyordu.

Misafirliğe gitiğimiz bir gün hava çok sıcaktı. Beyza arkadaşlarıyla oynarken, ebeveynlerle kendi aramızda sohbet ediyorduk. "Yaşı geldi, artık çok sıcak, kurtulsun bezden" vs cümleler konuşuldu ve Beyza bunların hepsini oyun altından dinlemiş. O günün gecesi yatmadan önce bana "anne ben artık bezden kurtulmak istiyorum" dedi. Sabahında tuvalet eğitimimiz başlamış oldu. Lazımlık bana her zman tiksinç geldiğinden lazımlık kullanmayı tercih etmedim. Kimilerine göre lazımlığa alışan çocuk tuvalete yapmayı reddediyordu. Her yere de lazımlık taşımak istemeyişimin de etkisiyle tuvalet adaptörüyle eğitime başlamış olduk. Alışma sürecinde olduğu için adaptörü de yanımızda taşımak zorunda kalıyoruz ama olsun.

İlk üç gün çok fazla kazalar yaşadık. Evdeki halıları kaldırıp, koltuklara örtü serip, yatağına da alez üstü bolca alt açma koyarak önlemlerimi aldığım için hasar çok da büyük olmadı. Dediğim gibi ilk üç gün bir elimde bez, bir elimde çamaşır suyu ile gezmek durumunda kaldım.

Beyza kitaplarına bakmayı ve kitap okunmasını çok seven bir çocuk. O'na "Teo'nun Kaka Kitabı" isimli kitabı aldım. Neden bu kitap derseniz çoğu kitapta lazımlık var kafası karışmaması için adaptörle tuvalet eğitimi alan bir kahramana ihtiyacımız vardı. Her gün günde bir kaç kez Beyza'nın kakasıyla birlikte Teo'nun da kaka eğitimini tekrarlıyor, kakalarımıza güle güle diyoruz.

Çişe bir nebze olsun kolay veda ediyorlar fakat kaka ah o kaka yok mu ayrılması neden bu kadar zor derdim. Kakalarını kendilerine ait bir parça olarak gördüklerinden ayrılmakta zorluk çekiyorlarmış. Psikolog bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine kaka yaptıktan sonra "bu kakalar gitti ama daha sonra yenileri de gelecek" diye tekrarlıyoruz ve tabi ki yine Teo'ya da kulak veriyoruz.

Eğitime başlayalı 12 gün oldu. Ben gece bezlemeyi de kestim tüm eğitimin birarada olmasını istediğim için böyle tercih ettim. Bazı çocuklar gündüze alışsa bile gece alt ıslatmaları devam ettiği için "uyuduktan sonra" bezlenmeye devam edilebilir. Fakat Beyza'nın uzun zamandır gece bezi temiz çıktığı için bezlemiyorum. Kaçırmalarımız neredeyse bitti şu an için tek sıkıntımız çişi ya da kakası gelince asla söylemiyor, ben belli aralıklarla hatırlatıp götürüyorum tuvalete. Tuvaleti varsa gelmemek için itiraz etmiyor ama yoksa asla oturmak istemiyor. Çoğu bitti azı kaldı, korktuğum kadar olmadı diyebilirim.

Seni yenmemize az kaldı tuvalet eğitimi.

Hakkın ödenmez Teo'cuğum iyi ki varsın.

İnstagram: beyzosunannesi

Yazının devamı...

Kızım Benim Gibi mi Olsun?

Sosyal medyada gezinirken şöyle bir paylaşımla karşılaştım: " Asla istemem çocuğum benim ayak izlerime basarak hayatında ilerlesin çünkü; bu hayat O'nun ama yanımda yürüsün ve öyle ilerlesinki benim hayalini bile kuramadığım yerlere varsın". Sizce de çok etkileyici değil mi? Çocuklarımız doğduğu andan itibaren birilerine benzetmeye çalışmıyor muyuz? "Kime benziyor, anneye mi babaya mı? Yok yok aynı babasının halasının kızının kızı" bla bla bla. Bunu ben de çok yapıyorum. Hatta çoğu zaman bana benzetmediklerinde bozulduğum oluyor çünkü sırf bana benzetmemek için kirpiklerini bile başkalarına benzetmeye çalışanlar oldu. Hayır bir kirpik ne kadar değişik olabilirse; ya uzun ya kısadır. Bu yüzdendir ki kızımı bana benzettiklerini söyleyenlere yemek ısmarlıyor oluşum. Şaka bir yana çocuk doğduğu andan itibaren bir kalıba sokulmaya çalışılıyor. Yeni bir birey bırakalım da nevi şahsına münhasır olsun. Ne annesine ne babasına ne de daha ileri akrabalarına benzetilmeye çalışılsın!

Fizyolojik özellikleri bir yana dursun, karakter özelliklerini bile (henüz oluşmadan) genellikle de kötü huyları karşı tarafa, iyi huyları da kendimize kaftan olarak biçmiyor muyuz? Karakterimizin belirlenmesinde ilk durak olarak ailemizden, daha sonra çevremizden, okul yaşantılarımızdan, medya ve şimdilerde ise en çok da sosyal medyadan etkileniyoruz. En önemli adım aile olduğundan Beyza'yı yetiştirirken kendimde beğenmediğim özelliklere onunda sahip olmaması için çabalıyorum. Örneğin en sevmediğim huyum olan kimseye hayır diyememe özelliğinin çocukluktan geldiğini düşünürüm her zaman. Biz küçükken annem her gelen misafir çocuğu için oyuncaklarımızı alır; "O, misafir ayıp" der verirdi oyuncaklarımızı. Tabi ki misafirperver olmayı da öğrenmeli çocuklarımız fakat böyle böyle insanlara hayır demeyi öğrenemiyoruz. Her zaman kendimizden fazlasıyla ödün veriyoruz. İnsanlara sınır koyamıyoruz. Beyza'nın izni olmadan kendi evimizde kendi oyuncaklarını zorla asla elinden alıp gelen misafir çocuğuna vermiyorum. Beyza'da aynı şekilde misafirliğe gittiğinde başkasının oyuncaklarını zorla almıyor. Ağladığında; " Bu oyuncaklar O'nun bizimle paylaşmak isterse oynayabiliriz, istemezse zorla alamayız." diyorum. Doğrusununda bu şekilde olduğunu düşünüyorum. Çocuklukta yaşanan bilinçaltında kalan öyle çok duygu var ki büyüdüğümüzde ortaya çıkan, karakterlerimizi oluşturmakta etkisi olan.

Bilim ve teknoloji sınır tanımıyor. Hızla ilerliyor. Eskiden doğru olarak görülen bilgiler zaman ilerledikçe yanlışa dönüşebiliyor. Bu nedenledir ki eski yeni kuşak çatışmasını her daim yaşıyoruz. Eskiden bebekler doğdukları gibi yıkanıyorken artık üzerindeki verniks tabakası onu korusun diye hemen yıkanması istenmiyor. Eskiden bebek pişiklerinde pudra kullanılırken, artık doktorlar kesinlikle bunu tavsiye etmiyor. Eskiden bebekler ateşlendiğinde sirkeli suyla yıkanırken şimdi doktorlar "sakın sakın" diyor. Eskiden düştüğümüzde "tükür para bulursun" derdi büyükler ya da döverlerdi düştüğümüz yeri. Şimdi ise ben Beyza düştüğünde ya da bir yerini vurup ağladığında hiçbir yeri suçlamıyorum, vurmuyorum. "Bazen başımıza böyle kazalar gelebilir daha dikkatli olmalıyız." diyorum ve sımsıkı sarılıp öpüyorum. Demem o ki her şey değişiyor. Bilgiler yenileniyor. Eskiden yapılanlar günümüzde direk hataya sebebiyet verebiliyor.

Çocuklarımız için bir de meslek hayalleri kuruyoruz, Bu eskiden de böyleydi şimdide böyle. En favori mesleğin başını halen doktorluk çekiyor. Ben de artık anneyim tabi ki benimde kızım için hayallerim var fakat bu hayallerde seçenekler mevcut olmalı. Sporla mı ilgilensin istiyorum? Seçenek sunacağım voleybol mu, yüzme mi kendisi ne istiyorsa onu seçecek. Meslek konusu da tamamen böyle olmalı. Anne babası da olsak bizi mutlu etmek için yaşamamalı. Öncelikle kendi mutluluğu için yaşamalı. Bahsettiğim bencil olması değil. Ama kendini mutlu etmeyi başaran, başkaları için yaşamaz ya da başkalarının onu mutlu etmesi için beklentiye girmez. Kendini sürekli başkalarıyla kıyaslayarak mutsuzluğa sürüklenmez. Belki isteyerek belki de istemeyerek anne babalarımızdan benzer huylar zaten alıyoruz. "Annem gibi olmayacağım" dediği halde "Gitgide anneme benziyorum" diyenleri o kadar çok görüyorum ki. Buna bende dahilim ben de "Annemin yaptığı hataları yapmayacağım" deyip belki de aynı annem gibi davranacağım kızıma. Bunu zaman gösterecek.

Çocuklarımızı yetiştirirken sevgili Doğan Cüceloğlu'nun da dediği gibi "Benim çocuğum benim beklentilerimi gerçekleştirmek için değil, kendi hayallerini keşfedip onları gerçekleştirmek için yaşamalı" demeliyiz. Bizim yolumuzdan yürümek yerine, iyi de olsa kötü de olsa kendi yolunda yanımızda yürüsün. Yanımızda yürüsün ki başarılarında alkışladığımız gurur duyduğumuz gibi hatalarında da avunacak omuz olarak bizimkini bulsun. Avunacak başka omuzlar aramasın.

Sevgiyle kalın.

İnstagram: beyzosunannesi

Yazının devamı...

Yeni Nesil Bebeklerin Özel Günlerle İmtihanları

Yeni nesil bebekler eskilere oranla kimi konularda çok şanslıyken, kimi konularda da çok şanssızlar. Şanslı oldukları konulardan belki de en gözdesi her anlarının ölümsüzleştirilebilir olmasıdır. 90'lar çocuğu olmama rağmen benim bile bebekliğime dair çok az sayıda fotoğrafım var. Yeni nesilde bebeklerin fotoğraf macerası daha anne karnından başlıyor. Tabi ki bizde bu furyadan eksik kalmadık. Abartmamak kaydıyla 5-6 poz hamilelik fotoğrafımız mevcut. Bebeğin doğum anı, yenidoğan çekimi, ilk ayı, ilk aşı oluşu, ilk anne deyişi, ilk... bla bla bla...

Sosyal medyanın özellikle de instagramın anneler üzerindeki etkisini gözardı etmek pek de mümkün değil. Hamileliğim zaten evde sürekli yatarak geçtiği için instagramda incik cincik ne varsa Beyza'nın odası ve doğumu için toplamışım. Bazılarını halen çok severek saklarken, bazılarını artık(!) saçma bulsam da atmaya kıyamıyorum. Mesela en gereksiz bulduğum ama alırken bir hevesle aldığım fotoğraf kartları vardı. İlk aşısı, ilk anne deyişi, ilk falancası... üç tane kartı (taş çatlasın dörttür) kullanıp fotoğraf çektim ve sonrasında "bu nedir Allah aşkına?" deyip hepsini Beyza'nın anı kutusuna kaldırdım. İlerde kendisi ne yapacağına karar versin topu tamamiyle O'na atıyorum. Beyza'nın anı kutusunun içeriğine başka bir yazımda yer vereceğim çünkü içerisinde benim için (bazı abartı ve gereksiz bulduğum şeyler dışında) hem çok özel hem de büyüdüğünde bakarken O'nunda gözlerini dolduracak güzel anılar biriktirdim.

Sosyal medyanın anneler üzerindeki etkilerinden bir diğeri ise yenidoğan bebeklerin özel günleri. Bu özel günlerin çoğu yeni neslin uydurması. Bebek daha doğmadan baby shower yapılarak partiler başlıyor. Hatta artık baby showerdan bir tık öncesi cinsiyet tahmini partileri moda oldu. Anneye mi sürpriz yapılıyor, babaya mı yoksa akrabalara mı orasını henüz çözebilmiş değilim. Hastane odalarının süslenmesine abartı olmamak koşuluyla karşı değilim. Abartıdan kastım koca koca panolar, pastalar, bezeden kuleler, her yere yağdırılmış karlar... Normal doğum yapan biri 1, sezeryan doğum yapan biri ise sadece 2 gece hastanede kalıyor. Bu kadar abartmanın, bu kadar fazladan para saçmanın gerçekten bir anlamı yok.

Doğum fotoğrafları çekildikten sonra yanılmıyorsam bebek 15-20 günlükken yeni doğan çekimi yapılıyor. Doğumda fotoğraf çektirdim fakat amatör halimle kendim çeksem gerçekten daha iyi kadrajlar çıkardı. Hastanenin fotoğrafçısı öyle kadrajlar almış ki albümde inanın onlara yer vermek doğum belgesi izlemek gibi bir şey olur. İkinci kez bir bebek sahibi olursam doğumhaneye galiba fotoğrafçı sokmayacağım. Yeni doğan çekimi yapmadım çünkü depresyona girmiş halimle aklıma bile gelmedi. Yapmadığım içinde hiç üzgün değilim. Bebek mevlidi eskilerde de yeni nesilde de mutlaka yapılan adetlerden. Allah herkesi gösteriş meraklısı akrabalardan uzak tutsun ki benim gibi zaten bebeğinin en güzel zamanlarını lohusalık depresyonuyla savaşırken kaçırmış bir anneyi hepten darlamasınlar. Olmazsa olmaz bebek kurabiyeleri, yeni nesil süslü lokumlar, mevlid hediyelikleri, poşetleri öyle kolay hazırlıklar değil. Çok az işin varmış gibi bir de bunların siparişleriyle uğraşırken kurabiye ve lokumlarda işi inada bindirip hazır da almadım ve hepsini videolardan öğrenerek kendim yaptım. Sen bu kadar uğraşırsın, paralar dökersin ama hediyelikleri alanların hiçbirinin evinde bunları göremezsin. Bazı yörelerde kız çocukları için eskiden de yapılan 6 ay kınaları varmış. Bunu da ilk kez duydum baya bebeğe bindallı giydirip kına yakılıyor. Diş buğdayı da yine bazı yörelerde eskilerden bu yana yapılan adetlerden. Bebeğin ilk dişini kim görürse hediye alıyor. Aşureye benzer buğdaylı karma bir ikram hazırlanıyor. Bebeğin başından buğdaylar saçılıyor. Bebeğe çeşitli meslek eşyaları uzatılıp hangisini seçerse büyüyünce o mesleği yapacağı söyleniyor. Ben bunlardan ikisini de yapmadım.

Atladığım bir parti kaldı mı bilemiyorum ama sıra en önemlilerinden birine geldi. Tabi ki 1 yaş partisi. Biz Beyza'nın ilk yaşını tatilde bir pasta üfleterek kutladık. Çok da bir şey anlamadı. Hatta pastaya boşboş baktı. İlk yaşından hatıra kalması için stüdyoda 1 yaş doğum günü çekimi ve pasta patlatmaca yaptırdım. Beyza pastadan tiksindi ve asla parçalamadı hatta baya da ağlayarak fotoğraflarda O'na eziyet ettiğimi hatırlatacak pozlar verdi. Büyüdüğünde bu durum hakkında ne yorumlar yapacak bakalım. Tabi ki her anne bu tarz süslü partileri görünce kendi çocuğu için de yapmak istiyor özeniyor. Ben açıkçası bu tarz süslü partilerin ille de yapılacaksa bebeklikten ziyade biraz daha anlayabileceği, tadını çıkarabileceği yaşlarında yapılmasından yanayım. Bu yüzden Beyza'ya 2 yaş doğum günü partisini oyunevinde arkadaşlarıyla yaptım. Hem O, hem biz, hem de arkadaşları doyasıya eğlendiler. Her sene böyle bir parti yapmayı asla düşünmüyorum. Tabi ki her doğum gününde ona özel aile arasında bir kutlama yaparım fakat bu kadar büyük meblalar harcamak yerine O'nun geleceği için bir şeyler yapmak bana daha mantıklı geliyor. Böylelikle bizde Beyza'ya her partiyi yapmasak da birer kuple birer kuple anı biriktirmişiz.

Sosyal medyada meme bırakma partisindeki meme emojili ve "falanca tuvaletini tuvalete yapıyor" konseptli kaka emojili pastaları da gördü bu gözler. Yapmayın etmeyin canım anneler, güzel anneler, bazen fazla abartmıyor muyuz, sevinmenin de partilemeninde bir sınırı olmasın mı?

Sevgiyle kalın

İnstagram: beyzosunannesi

Yazının devamı...

Eskiden Müşteri Velinimetti, Şimdi Oldu Gider Birisi Gelir Yenisi!

Uzun bir aradan sonra herkese yeniden merhaba. Beyza'nın uzun süren hastalığı, benim sertifika programlarım ve 2.üniversite dersleri derken yazmaya inanın fırsat bulamadım. Bu sene kendime yeni uğraşlar edindim. Boş durmayı seven biri değilim. İnsanın sürekli kendini yenilemesi gerek diye düşünüyorum. Özellikle de anne olduktan sonra kendimi daha fazla nasıl geliştiririm, kızıma daha fazla nasıl yararlı olabilirim diye tam bir araştırmacı anne oldum çıktım. Bu senenin uğraşları ve bilgi depolamalarına ayrı bir yazıda yer vereceğim. Kronolojik sıralamayla devam ettiğim anılarımıza da geri döneceğim fakat bu yazımın konusu 3 haftaya yakındır bizi süründüren hastalığımız olacak.

Bugünkü yazımda son dönemin trendlerinden olan özellikle Beylikdüzü ve Bahçeşehir civarınca sıkça karşılaşabileceğiniz anne çocuk aktivite evlerinden biraz bahsedeceğim. Kimine göre anne çocuk cafesi, kimine göre oyunevi, kimine göre ise aktivite evi olarak geçiyor. Konsept olarak çocukları bırakıp gitmek yok, annenin gözetiminde oyun alanında çocuk hem yaşıtlarıyla vakit geçiriyor, hem de sosyalleşmiş oluyor. Anne de bu sırada yeni annelerle tanışıyor, kendine vakit ayırıyor, kitabını okuyor, çayını kahvesini içiyor. Çocuklarınızı 1 yaşından sonra buraya getirebiliyorsunuz fakat çoğu yer 2 yaş altını annesiyle birlikte oyun alanına alıyor. 2 yaşından sonra oyun ablası gözetiminde kendi yaşıtlarıyla oynayıp sosyalleştiği, paylaşmayı öğrendiği ve güzel vakit geçirebildiği çok fazla tavsiyeyi hak edecek yerler. Dilerseniz ödemelerinizi saat ücreti üzerinden, dilerseniz de aylık üye olarak yapabiliyorsunuz. Sadece oyun alanında oyun oynamanın dışında her gün ekstra ücret ödenerek günün etkinliğine de anne çocuk olarak katılabiliyorsunuz. Bu aktivite evleri ayrıca doğum günlerinize de ev sahipliği ediyor. Biz de Beyza'nın 2 yaş doğum gününü bunlardan bir tanesinde kutladık. Çok da memnun kaldık. Doğum günümüze de detaylarıyla ve fotoğraflarıyla birlikte ayrıca yer vereceğim. Buraya kadar her şey çok güzel.

Gelelim sorunun başladığı bölüme. Malum kış ayları geldi, mikroplar ve hastalıklar kol geziyor. Yaz ayında özgürce günün her saati dışarı çıkmaya ve arkadaşlarıyla vakit geçirmeye alışan Beyzoş benimle evde oyun oynamaktan sıkılır oldu. Yaşıtlarıyla birlikte vakit geçirmek istiyor. Oturduğumuz yerde Beyza'nın birebir yaşıtı olan arkadaşları yok hepsi anaokul ve ilkokul çağında olduğu için akransız kaldığından evimize yakın olan bir oyunevini tercih edip aylık üyelik yaptırdık. Beyza bu oyunevinin hijyensizliğinden ötürü mikrop kaptı ve hastalığımız ilerleyerek bronşite döndü. Zaten alerjik bir bünyeye de sahip olan kızım 3 haftadır hasta ve tedavisi ciğerlerinde hasar kalmaması adına 1 aya yakın daha devam edecek. Aynı dönemde oyunevinde tanışıp arkadaş olduğumuz bir çocuk daha Beyza gibi bronşit olunca o oyunevinden mikrop kaptığımız, oyunevinin hijyen konusunda eksik kaldığı kesinleşmiş oldu. Bu duruma hem çok üzüldüm, hem de açıkçası çok sinirlendim. Sessiz kalmak istemedim ve oyunevi sahibesinden diğer çocuklarında aynı dertten muzdarip olmaması adına "hasta olan çocukların oyunevine alınmaması" ricasında bulundum. Aldığım karşılık ise bu sorumluluğun tamamen annelere ait oluşu şeklindeydi. Tabi ki hasta çocuğunu bir anne kalabalık ortama sokmamalı, tabi ki diğer çocuklara da sebep olmamalı. Çocuklar hasta ola ola bağışıklık kazanacak elbet ama göz göre göre de hasta etmenin bir alemi yok.

Diğer oyunevlerine böyle bir durumun engellemesinin olup olmayacağını yargısız infaz yapmamak adına sordum. Hepsi daha önceden bu durum karşısında tedbirlerini almışlar. Hastalık süresince üyelik donduranlar, instagram sayfasında uyarı fotoğrafı paylaşanlar, kendi çocuğu dahi olsa hasta olan çocuğu alana almayacak kadar hassas davranan oyunevi sahipleri bile mevcutmuş öğrenmiş oldum. Bunları da öğrendikten sonra örnek olması adına bizi hasta eden oyunevine bu durumu bildirdim. Anne sorumsuz ve düşüncesiz davrandıysa, ikincil aşama olarak çocukları korumak adına işletme sahibi olarak bu duruma sizler dur demelisiniz. Gördüğümüz üzere her şey para değil. Annelik vasfını para kazanma hırsından önde tutmayı ihmal etmemek gerekiyormuş. İstenirse bunu yapmak da mümkünmüş. "Ben dilim döndüğünce söylerim ama annenin sorumluluğu tamamen" deyip işin içinden sıyrılmaya çalışmak hiç etik değil. Aylık üyeliğimiz dolmamasına rağmen üyeliğimizi yaktım. Çünkü kızımın sağlığı tabiki paradan daha önemli. Eskiden müşteri velinimetti, söylediği her fikri ciddiye alınır, ilgiyle üzerinde durulurdu. Malesef zaman ilerledikçe herkesi para hırsı sarmış durumda. Özellikle savunmasız olan çocuklarla ilgili iş yapan müesseselerin bu konuda daha da hassas davranmaları gerekir. Bir müşteri gider, bir müşteri gelir düşüncesini benimsemek yerine helal para kazanmayı benimsemek gerekir diye düşünüyorum.

Sevgiyle ve sağıkla kalın.

İnstagram:@beyzosunannesi

Yazının devamı...

Lohusa Depresyonu Diye Bir Şey Varmış Öğretildim

Hamileliğimde ve doğumdan sonra büyük konuştuğum her şeyi birbir yaptım. "Büyük konuştuğum her şey tek tek başıma geldi" diye daha öncede bahsetmiştim. Doğumdan sonraki süreçte yani; lohusalık sürecinde büyüklerin hep anlattığı o korkunç hikayelere de inanmıyordum. Hoş çok şükür o tarz bir hikayede yaşamadım. Benim yaşadığım ve yine inanmadığım kısmı "lohusa depresyonu" diye bir depresyon çeşidiydi. "Bir insan hayatında yaşadığı, hem de ilk kez yaşadığı bu muhteşem duygudan sonra hiç depresyona girebilir mi?" diyor ve açıkçası saçma buluyordum. Bir anne hem de ilk kez bu özel duyguları yaşarken ilmek ilmek depresyona öyle de güzel sürüklenebiliyormuş ki bizzat yaşayarak öğrendim.

Hormonlardaki iniş-çıkışlardan, hayatın düzenindeki değişmeden ötürü tabi ki insan bocalayabilir. Benim çok inanamadığım kısmı "bir anne 9 ay boyunca gün sayarak beklediği, onca zorlukla geçen ve sonunda sahip olduğu bebeğine nasıl zarar verme isteği duyabilir ki?" kısmıydı. Yine binlerce kez şükürler olsun ki benim yaşadığım depresyon sürecinde bende asla bebeğime zarar verme isteği olmadı. Psikiyatristin ilk sorduğu soruydu bu; "bebeğine zarar verme isteğin var mı, ondan kurtulmak istiyor musun?"...

Psikiyatriste gitmem gerektiğinin farkına açıkçası biraz geç vardım. Keşke biraz daha erken gitseymişim diyorum halen. 9 ay boyunca evde yatarak geçirilen bir hamilelik, fazlasıyla zor bir vajinal doğum, akabinde kolik bir bebek, gelmek bilmeyen anne sütüm, kendini toparlamaya çalışan bir vücut ve tabi ki o meşhur inişli çıkışlı hormon dengesi. Bunlar sadece kendimden kaynaklı depresyona adım adım giden sebepler. Bir de bunların tabi ki çevresel etkenleri mevcut. Sürekli yanlış yaptığının izlenimini veren akıl vermeler, kıyaslamalar, her kafadan çıkan farklı sesler ki hiç kimseye fikir sormamama rağmen çıkıyor bu fikir beyanları. Bende artık hem çevreme, hem kendime hem bebeğime tahammülsüzlük durumu başladı. Ayrıca Beyza'ya yetemediğimi ve asla iyi bir anne olamayacağımı düşünmeye başladım. Halbuki kimse mükemmel anne olmak zorunda değil ki. Nereden çıktı bu mükemmelliyetçilik? En ufak şeylere sinirlenip hıncımı tabi ki (aslında üzerime düşen tek insan!) annemden çıkarıyordum. Bu dönemde aslında insanın en çok eşine ihtiyacı oluyor. Seninle birlikte evet onunda hayatı değişiyor fakat bu bebek ikinize ait. İkinizin bir parçası ve en büyük destekçi aslında babalar olmalı...

Son olarak da yetersizlik ve tükenmişlikten ötürü her şeyi bırakıp kaçıp gitme, herkesten uzaklaşıp yanlız kalma isteğim oluştu. Artık iyi olmadığımı ve uzman birinden yardım almam gerektiği kanısına böylece vardım.

Psikiyatristime (sevgili Gizem Hanzade Erkuş) daha durumu anlatamadan bir kutu mendilini bitirmişimdir. Lohusaların genelinde lohusalık üzüntüsü olabiliyormuş fakat depresyon işin içine girince mutlaka profesyonel yardım alınmalı. Kendi başınıza atlatabileceğiniz bir durum asla değil. Doktorum depresyona girmemin yüzde doksanlık kısmının doğumda yaşadıklarımın yani doğum doktorumun sebep olduğunu söyledi. Doktor konusunda bu kadar titizlenirken ne acı ki benim bu duyguları yaşamama sebep olan kişi doğum doktorum oldu. Süt vermeme rağmen evet ilaçlı tedaviye başladık. Bazı doktorlar buna kesinlikle karşı çıksa da anne iyi olmadan bebeğin iyi olması mümkün değil. Tedavi edilmeden geçen süre anne için iyice zor bir hal alıyor. Bu yüzden bu tarz duygular yaşıyorsanız vakit kaybetmeden bir uzmana danışın. Herkesin özel bir psikiyatriste gitme durumu olmayabiliyor. Bunun için size harika bir adres vereceğim. Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim Araştırma Hastanesi'nde "Anne Ruh Sağlığı Merkezi" bulunuyor. Çok şanslıyim ki Türkiye'de ilk ve tek olan bu sağlık merkezinin kurucusu Prof. Dr. Nazan Aydın hocamın seminerine katılma fırsatım oldu. İlaç kullandığım için vicdanım rahatsızdı fakat Nazan hocamı da dinledikten sonra hem Beyza hem de kendim için en iyisini yaptığımdan artık emin oldum.

İlaç ve terapi tedavisi 1 yıl kadar sürdü. Tam olarak kendimi toparlamam 1.5 yılımı aldı. Hala doğuma giden bir yakınım olduğunda o anları tekrar tekrar yaşıyorum. Doktorumunda yönlendirmesiyle hobi amaçlı kafamı dağıtacak etkinlikler buldum. Birlikte vakit geçirmekten keyif aldığım arkadaşlarımla daha sık görüşmeye başladım. Tabi ki bunları yapabilmek için size ailenizden birilerinin yardımcı olması gerekiyor. Benim hayatımdaki en büyük şansım; annem ve babam. Onlar sayesinde bu zorlu süreci atlattım. Allah onları başımdan eksik etmesin. Beyza'yı onlara bırakıp kendime vakit ayırabiliyordum.

Geçen bunca zamanımı, benden ve Beyza'dan çalınan en özel anlarımı, ilk kez yaşadığım bu mucizemden boğazımda düğümle bahsetmeme sebep olanları... Hiçbir anne bunları yaşamayı haketmiyor. Hiçbir anneye de bunları yaşatmayın. Doğum doktoru, eş, dost, akraba, arkadaş, konu komşu, dış kapının dış mandalları kimse size fikrinizi sormadan sölemeyin. Kimseye akıl vermeye çalışmayın. Yeni doğum yapmış lohusa anneleri üzmeyin. Yardımcı olmak istiyorsanız şayet; alın bebeğini uyutun, anneye de dinlenmesi için bir ortam kurun. Yararlı olabileceğiniz hiçbir şey yapamıyorsanız gölge etmeyin o da lohusa annelere yeter.

Sevgiyle kalın.

İnstagram: @beyzosunannesi

Yazının devamı...

Kolik de Neymiş Bu Çocuk Kucağa Alışmış

9 ay boyunca evde hapis hayatı yaşayarak geçirdiğim hamileliğimin sonuçlarından mıdır bilinmez Beyza'yı her çocuk da görülen şeyler de, az da olsa görülen şeyler de es geçmedi. Sarılık sorunumuzu atlattıktan sonra hayatımıza kolik dahil oldu. Kolik kavramının ne demek olduğunu bilmeyen annelerin ya da anne adaylarının hiç tanışmamalarını dilerim. Kolik bebeklerde sorun sancı; ama o sancı bir geldi mi gitmek bilmiyor. Bebek ağlama krizine giriyor, bu atak saatlerce sürüyor ve annesi olarak sen onu sakinleştirmek için kırk takla atıyorsun. Üstelik öyle çaresiz kalıyorsun ki yapmam dediğin her şeyi birbir yapıyor; tükürdüğün her lafı teker teker yalıyorsun.

Beyza'nın ağlama krizleri her akşam tekrarlanmaya başlayınca içim rahat etmez oldu. Soluğu defalarca hastanenin acil servisinde aldık ve her seferinde doktordan tahlil istedim. dedim durdum. En sonunda doktor benden bıkmış olacak ki; dedi.

Söylemesi kolay tabi, karşında sana muhtaç bir bebek var. Hormonlar zaten dengemi bozmuş eserekliyim, saatlerce hiç susmadan ağlayan bebeğe kendi bebeğim olsa da (depresyona girmeye başlamışım haberim yok) hem üzülüp hem de sakin kalabilmek oldukça zor geliyor. Her ağlama krizine girdiğinde önce sakince şekilden şekile giriyorum, kitaplarda okuduğum tüm bilgileri uyguluyorum. Sonra bakıyorum bir değişiklik yok. Aynı tiz ağlama sesi devam ediyor "nasıl anneyim ben ne istediğini anlayamıyorum" deyip bende ağlamaya başlıyorum. (Bakınız teoriyle uygulama birbirini annelikte de tutmuyor!)

Bir yeni sistem anası, bir eski sistem anası olup yine de çözüm bulamıyorum. Araştırmalarım ve deneme-yanılma yöntemlerim sonucu Beyza'yı en çok rahatlatan yöntemimiz sallanma yöntemi oldu. Bebeğimi bende asla sallayarak uyutmayı düşünmüyordum. Uyutmayı bırak sancılarından kurtulsun diye saatlerce sallar oldum. Büyük konuşmamak gerekiyormuş. Bebekli hayat sana neler getirecek bilemiyorsun. Bir gece yine acilde tahlil sonucunu beklerken hamile bir kadın Beyza'yı sallanırken gördü. Yanıma gelip Beyza'yı sevdi ve dedi. Ah be güzel anne adayı ben ettim sen etme. Büyük lokma ye ama büyük söz etme! Allah seni kolikle tanıştırmasın inşaallah.

Kolik bebekleri susturmanın birincil yöntemi sallanmak dedik ya öyle kolaycacık ayakta sallanma falan değil tabiki. İki kişi elinde çarşafa koyup kolik sancısı geçene kadar süresiz bir şekilde sallayıp durduk. Buna ne bel, ne kol dayanır tabi soluğu en yakın bebek mağazasında aldık. Müzikli, elektirikli, süre ayarlı beni mis gibi rahatlatacak bir salıncak aldık. Tabiki yanlış ata oynadık. Beyza hanım salıncağı beğenmedi. Sonradan anladım ki küçük hanım ileri geri sallanarak rahat etmiyormuş. Sağa sola sallanarak rahat ettiği için tekrar gidip bu kez de hamak aldık. Kolik sancılarından kurtulmada ikincil yöntemimiz beyaz gürültü dinletmek oldu. Bunların hazırını video olarak falan güzel düşünüp yapmışlar ama benim kızım orjinal halini istedi. Fön makinesi çalışmadan sakinleşmez oldu. Baya baya yaz sıcağında fön makinesi çalıştırıp sallayınca susuyordu. Hayır hemen de ısınıyor melet. Patlar matlar korkusuyla çok da çalıştıramıyorsun; kapatınca da basıyor yaygarayı. Kimi diyor masaj yap rahatlar, kimi diyor rezene ver rahatlar, kimi de diyor deli misin 6 aydan önce su bile verilmez bozarsın bebenin ayarlarını (bu seferde verdin diye için içini kemirsin dursun tabi söyleyene de çaktırma verdiğini) arada kal dur.

Kolik sancısı geldiğinde bebek asla yatar pozisyonda kalamıyor; ya sallayacaksın ya da kucağında gezineceksin. Benim bu halimi gören her şeyi bildiğini sanan bazı kişiler (ki ben bunlara çok bilmişler ordusu diyorum) tabi ki " deyip durdu. Ne diyim Allah lohusaları sizin gibi her şeyi bildiğini sanan cahillerden korusun (amin!)

Kolik sancıları daha çok mama kullanan bebeklerde görülüyormuş. Bizim biraz daha toparlamamızı sağlayan etkenlerden biri de antikolik mamaya geçmemiz oldu. Hatta bir ara Beyza'da alerjik reaksiyon oluştuğu için kendi doktorumuzda tatilde olduğundan başka bir doktora gittik. Hiçbir tahlil yapmadan(!) direk inek sütü alerjisi teşhisi koyup bizi keçi sütlü mamaya geçirdi. Beyza aç olduğu halde mamayı içmek istemiyor, kabızlıkta sorunu çekiyor, kolik krizleri çifter çifter geliyordu. Neyse ki kısa sürede kendi doktorumuz döndü ve bizi kolik mamasına döndürerek sorunumuzu çözdü üstelik Beyza'da inek sütü alerjisi falan da yokmuş. (yine bir doktor vakası daha)

İnstagram da dolanırken tanıştım kehribar kolyesi ve faydalarıyla. Bazı doktorlar kesinlikle karşı çıkıp saçma bulsa da ben o çaresizlikle tabi ki sipariş verdim. Kolyeyi aldığımda Beyza 3.ayını bitirmişti. Belki zaten zamanı geldiği için belki de kehribarın sayesinde kolik belasından kurtulduk. Kehribarın diş çıkarma dönemlerinde de ağrıyı azalttığı söyleniyor. Açıkçası bizde diş çıkarma dönemlerimizde ishal dışında hiçbir şikayet yaşamadık. Bu sebeple kehribar kolyesinin mucizesine inananlardanım fakat aldığınız ürünün orjinal olması, sertifikalı olması önemli detaylar. Almayı düşünen anneler mutlaka dikkat etsinler. İşin özeti kolik anası olmak zordur yaşadım biliyorum. Bu yazımı okuyan kolik anneleri varsa umarım deneyimlerim size de fayda sağlar.

Sevgiyle kalın.

İnstagram: @beyzosunannesi

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.