SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Anneler Bu Yazı Size Özel!Doğum Sonrasında Bebeğinizle ilgilenirken Kendi Bakımınızı Unutmayın

Hem bir dermatolog, hem de 42 yaşında iki çocuk sahibi bir anne olarak, hanımların doğum sonrası neler yaşadıklarını ve ne hissettiklerini çok iyi anlıyorum. Doğum sonrasında sağlığınız ve cildiniz için ne tür önlemler almalısınız, kaçıncı ayda hangi bakımları tercih etmelisiniz, hepsini sizler için kaleme aldım

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, sağlıklı hamilelik kendine has zorlukları olsa da oldukça zevkli bir süreç.Hamileliğin ilk 3 ayında annenin kanındaki beta HcG ve diğer tüm hormonları hızla yükselir ve bu nedenle annede bulantı-kusma, uykuya meyil ve halsizliğin hakim olduğu görülür. Hamileliğin 3-6.ayı en güzel en zevkli dönemidir, bu dönemde ailelerin anne ile iletişiminin artmaya başladığı “anneye ilginin arttığı” ve annenin de en rahat hissettiği dönemdir. Son 3 ay ise, bebeğine kavuşmanın heyecanının arttığı ama aynı zamanda kişiden kişiye göre değişmekle beraber annenin ağırlaşmaya başladığı, konforunun azaldığı, mide ekşimeleri, hareket kısıtlılıkları (eğilme-doğrulma), vücut ödeminin arttığı, varislere yatkın olduğu ve ciltte çatlakların oluşabildiği dönemdir.


Vee beklenen an geldi; bebeğimiz doğdu. Artık anne bebeğini içinde değil dışında sevecek, onu her an besleyecek ve koruyacak. Tüm aile anneye bebeğini daha iyi beslesin diye destek olacak ama gerçek ilgi elbette bebekte. Tabii olması gereken de bu.

Ancak annenin ihtiyaçları nelerdir? Anne sağlığı hangi aylarda nasıl etkilenir? Neler yapılmalıdır?
Dilerseniz konuyu, aynen hamilelikte olduğu gibi belirli aylar aralığında ele alalım.

Doğumdan Sonraki ilk 3 Ay:

Annenin bebeğini kucağına aldığı ilk anı kelimelerle ifade etmek çok mümkün değil. Bu satırları okuyan anne adaylarının da bu hisleri tatması en büyük dileğim. Zira bu hisler sayesinde annede otomatik olarak iyileşme, kendini onarma ve bebeğini besleme süreci başlar. Doğumu takiben saatler içinde oluşan ‘’Kolostrum’’ denilen ilk anne sütü oldukça yoğundur ve bebeği doyurmaya yeter bu sayede anne doğum sonrası rahat rahat uyuyabilir. Ancak sonraki günlerde sütün kıvamı incelir miktarı artar, sütün besleyiciliği de bebeğin aylarına göre oldukça yeterlidir. Tüm bu bilgileri annelerin çok iyi öğrenmesi gerekir, zira bebeğini gereğinden fazla emzirmek, memede tutmak meme başında hassasiyetten ‘’mastit’’ dediğimiz iltihabi meme başı hastalığı gibi sorunlara kadar yol açabilir. Ayrıca gereğinden sık beslemek (adeta emzik görevi gibi) annede uykusuzluğa, dolayısıyla tahammülsüzlüğe ve mutsuzluğa neden olarak halk arasında “lohusa depresyonu” denilen durumu tetikleyebilir.
İlk 3-4 ayda annelere tavsiyem, çocuklarını doğru sıklıkta ve miktarlarda anne sütü veya yoksa mama ile besleyerek “bebeğin uyku eğitimini” vermeyi hedeflemeleridir. Uykusunu alan bebek annenin de uyumasını sağlayarak anneyi hızla iyileştirecektir. Anne de kendine bakma fırsatı bulacak, kişsel bakımını yapabilecektir.

• Dolaşımı rahatlatmak için düzenli duş almalı
• Bol su tüketmeli
• Dengeli beslenmeli
• Yavaş yavaş bebeğiyle veya bebeği olmadan yürüyüşlere başlamalı.


4.- 6. Ay :

Annede adet görme başlayabilir. Eş zamanlı olarak fizyolojik saç dökülmeleri de olabilir. Bu döneme kadar sağlıklı bir süreç geçirenler, doğru beslenen ve bebeğine adapte olan annelerimiz kilo fazlalıklarından kurtulmaya başlamış olacaktır. Ancak anne sütünün içeriğinin değiştiği ve adet görmeye başlandığı, özetle annedeki hormonların normalleşmeye başladığı bu dönemde hızlı kilo verme süreci durabilir. Bu dönemdeki annelerin bir hekim desteği alması uygun olabilir.
Ciltlerindeki hormonal değişikliği kendilerinin iyi okuması gerekecektir ancak kişisel önerim aşağıdaki durumlarda bir dermatolog tavsiyesi almaktır.

• Yüzünde doğum lekesi olanlar, sonradan yüzünde sivilce çıkan anneler veya vücutlarında çatlakları olanlar, saçları çok dökülenler kan testi yaptırmalı ve doktor kontrolünde gıda takviyeleri almalı

6. Aydan Sonraki Dönem :

6.aydan sonraki süreci anlatmak için annenin süt vermeye devam edip etmediğine bakmak lazım. Annenin süt üretebiliyor olması, adet görüp görmemesi hormonları hakkında bilgi verir. Süt vermenin bitmesi ile anne de ve bebekte uyku düzene girmiş olmalıdır. Elbette anne sütü almayan 6 aylık bir bebek gecede iki veya 3 defa da uyanabilir. Bu konuda anneler bebeklerini mama ile nasıl besleyeceklerini kendi çocuk doktorlarından da öğrenebilirler. “Uyusun da büyüsün ninni” bu sözlerde büyük bir bilgelik vardır. Uyku bebeği büyütür boyunu uzatır, ‘’insülin’’ dediğimiz en önemli metabolik hormonu düzenler. Biz yetişkinlerde ise uykunun olumlu etkisi bizi yeniler. Uykuda yağlar yakılır, kaslar güçlenir, toksinler atıma hazırlanır dolayısıyla ödemler çözülür. Sonuç olarak bu aylardan itibaren iyi uyku sayesinde bile vücut ödemi azalır, metabolizma canlanır dolayısıyla cilt onarılır ve güzelleşir.

“Süt verme bitmiş olan anneler, her türlü iğneli veya iğnesiz bakımlarına geri dönebilirler” Aslında iğneli olan tüm bu işlemler lokal yani bölgesel işlerlerdir. Anne sütüne karışma olasılığı yoktur. Ancak bu işlemler sırasında herhangi bir allerjik tepki gelişirse anneye tedavi vermek gerekecektir. İşte bu durumda verilen ilaçlar anne sütüne karışarak anneden bebeğe geçebilir. Bu nedenle süt verme dönemi bitmeden yapmayı uygun bulmuyorum. Ben de kendime özellikle göz çevremdeki kırışıklar ve kaz ayaklarım için botoxa 32 yaşında başladım. Dolgu yani hyaluronik asit uygulamalarını da ikinci doğum sonrası kilolarımı verdikten sonra yüzümde oluşan boşluklara uygulamaya başladım. Bu sayede cildimde eksiği yerine koyarak tazelenme ve canlanma gözlemledim.

Ancak sayacağım uygulamaların çoğu herhangi bir madde zerk etmeden uygulamalar olup; cildin onarılması yeniden restore edilmesini sağlayarak canlanmasını sağlayacak olan uygulamalardır.

Kilo alıp vermenin etkisiyle gevşeyen ve yorgun olan ciltler için, altın mikro iğneli radyo frekans, oxgeneo, IPL yapabilir. Bu yöntemlerin her biri aynı zamanda süt veren anneler için de uygundur. Kişinin cildine dışarıdan iğne aracılığıyla bir maddenin zerk edilmediği yöntemlerdir. Hepsinin ortak paydası cildin uyarılmasını tetikleyerek sanki bir yara var ve tamir ediliyormuş gibi onarılmasını sağlar. Oxgeneo ile derinlemesine bir temizlik sağlanırken basınçlı krem püskürtme sistemi sayesinde ciltte pürüzler giderilir cilt aydınlanır. IPL ise yoğun atımlı ışık tedavisi olup soft lazer diye de bilinen bir yöntemdir. Bu yöntem ile cildin en üst tabakasındaki lekeler giderilerek cildin daha parlak ve lekesiz olması hedeflenir.
• Çatlaklar için, yine altın iğneli radyofrekans ve IPL yapılabilir. İlave olarak çatlak giderici ürünler kullanmaya devam etmek ve o bölgenin cildinin gerilmesi için spor, ütüleme etkili iğnesiz radyofrekans ve infrared tedavileri yapılabilir.
• Kilo vermelerine rağmen kurtulamadıkları bölgesel fazlalıkları için lazer lipoliz ve infrared-radyofrekans kombinasyonu olan yöntemler tercih edilebilir. Elbette doğru beslenme ve sporun yeri tartışılmazdır.
• Dökülen saçları için gıda takviyelerinden destek almak iyi uyku ve dengeli beslenmek yeterlidir. Ancak fizyolojik sınırları aşan dökülmelerde dermatoloji uzmanın görüşü alınarak PRP tedavisine başlanabilir. PRP tedavisi, kişinin kendi kanın plazma kısmının tekrar kendisine mikro- iğneleme tekniğiyle verilmesi şeklinde bir yöntemdir. Yabancı bir madde verilmediği için uygulanmasında sakınca yoktur. Süt verenler de tercih edebilir..
• Uykusuzluk yüzünden oluşan gözaltı morlukları için aynı şekilde PRP yapılabilir. Süt verme bitmiş olan anneler ise vitamin mezoterapi şeklinde enjeksiyonlarına başlayabilirler veya aydınlatıcı hyaluronik asit enjeksiyonlarından yararlanabilirler. Süt verme bittikten sonra daha önce de bahsettiğim gibi botox, dolgu ve mezoterapi yöntemlerine başlanabilir. Lazer tedavileri epilasyon amaçlı veya gençleşme amaçlı olarak her iki dönemdeki annelerimiz güvenle yaptırabilirler.

Bebeğinizle mutlu ve sağlıklı günler diliyorum, unutmayın siz kendinizi iyi hissederseniz herşey daha güzel olur.

Yazının devamı...

Sadece Yüzümüze Bakım Yapmak Yeterli Mi?


Boynumuz ve dekoltemiz, yüzümüz gibi her daim, çevresel etkilere özellikle de güneşe maruz kalır. Bu nedenle yüzümüze yaptığımız bakımların bu bölgelere de yapılması gerçek anlamda kendimizle ilgilendiğimizin ve cildimizi önemsediğimizin göstergesidir. 37 yaşımda farkettiğim boyun bölgemin, 4-5 yıldır uyguladığım boyun bakımlarım sayesinde toparladığını söyleyebilirim. Daha önce kremlerimi sadece yüzüme kalanı ellerime sürerken boynuma hatta dekolteme sürerek bu konuda ilk adımı atmış oldum.

Bir dermatolog olarak boyun cildini değerlendirirken birçok kritere bakıyorum. Cildin yaşı, kuru olup olmadığı, boyun kırışıklarının ne oranda aktif yani görünür olup olmadığı, boynun en üst tabakasındaki lekeler veya kılcal damarların varlığı (yani güneş hasarı) son olarak da eklemli yapısına uygun olarak yatay çizgilenmelerin derin olup olmayışı. Tüm bu saydıklarımın klinik ortamda tedavilerine ek olarak kişinin evde kullanabileceği ürünleri belirleyerek gerekirse yüz anti-aging yaklaşımda olduğu gibi küçük bir check-up sonrası ağızdan alınabilecek gıda takviyelerini belirliyorum.

Boyun dekolte bakımı için önerim; öncelikle temel olarak her duş sonrası sevdiğimiz bir yağ ile bebeyağı da olabilir, boyun ve dekolte cildimizi hafifçe yağlamalıyız. Yüzümüze sürdüğümüz ürünleri güneş koruyucu da dahil boynumuza da sürebiliriz. Ayrıca boyun için özel üretilmiş krem ve serumlara, hasar derecesine göre başlayabiliriz. Bu ürünler genellikle peptid, büyüme faktörü veya DMEA isimli sıkılaştırıcı özellikte olabilir. Ancak bunların dışında C vitamini, kuşburnu, gül veya üzüm çekirdeği gibi organik içerikli serumlar da kullanılabilir. En önemlisi bu ince cildi yoğun nemlendirmek.Hızlı kilo alıp-vermek veya ağır sporlar yüzünden boyun cildi daha fazla kırışık görünebilir. Bu durumlarda microbotox uygulamalarına ek olarak vitamin enjeksiyonları, altın iğneli radyofrekans uygulamaları, PRP tedavisi ve Somon DNA uygulamaları ile ihtiyaca göre kombinasyon tedavileri yapılabilir.

Boyun cildinin hemen altında çene kemiğine boylu boyunca yapışık olan platisma isimli kas adeta boyunluk gibi tüm boyun cildi boyunca aşağıya doğru inerek dekoltenin başlangıcını oluşturan köprücük kemiğine yapışık olarak bulunur. Bu kas yerçekimine paralel davranarak yüzün zamanla aşağı sarkmasına da neden olur. Bu kasa çok noktalı homojen olarak uygulanan botox sayesinde boyun cildindeki boylamasına oluşan büzülmeler rahatlar ve ince kırışıklıklar belirgin ölçüde azalır. Az önce saydığım tedavilere ek olarak yatay ve oluk şeklindeki çizgilerin içine nem amaçlı hyaluronik asit uygulamaları da oldukça yüz güldürücü sonuçlar verir. Anlaşıldığı üzere, artık cerrahi dışında da boyun için yapabileceğimiz neştersiz uygulamaların olması beni hem bir doktor olarak hem de bir kadın olarak çok mutlu ediyor.

Dekolte cildinin yaşlanmasındaki en önemli birinci etken güneş hasarı, ikincisi ise yatış biçimine bağlı gelişen yatak (baskı-pressurelines) çizgileridir. Özellikle dekolte cildinin en üst tabakasındaki güneş hasarını gideren tedaviler sayesinde büyük ölçüde gençleşme etkisi görmek mümkün. Bu tedavilerin başında IPL tekniği vardır. IPL yoğun atımlı bir ışık tedavisi olup soft lazer olarak da anılır. Bu bölgedeki kahverengi çil sanılan güneş lekeleri yaşla beraber giderek çoğalır birbiriyle birleşir ve büyük lekeler haline gelir. Ayrıca ince olan bu cildin güneşe ve ısıya olan duyarlılığı yüzünden kılcal damarları yüzeye çıkarak burayı olduğundan daha hassas ve kızarık hale getirir. IPL tedavisi sayesinde her iki sorunu da tedavi etmek mümkündür. Baskı çizgileri ise ciltte ince ya da derin kırışıklar şeklinde olup tedavilerinde ise hyaluronik asit tercih edilir. Hyaluronik asit cildimizin kendinde var olan ancak yaş ilerledikçe üretimi azalan bir maddedir. Eksildikçe yerine koyma amaçlı uygulamalar sonucunda cildin su tutma ve yeni hyaluronik asit üretme yeteneği artarak adeta likitface-çift (yüz germe) etkisi yaşanır.

Yazının devamı...

Akne deyip geçmeyin!

HEM ERGENLİK HEM DE YETİŞKİNLERDE GÖRÜLEN AKNE DERMATOLOGLAR TARAFINDAN ÖZENLE ELE ALINMALIDIR

Son zamanlarda yetişkin aknesinde gözle görünür bir artış söz konusu. Danışanlarımdan bununla ilgili oldukça fazla soru alıyorum, sorunun çözümü için tedavi alternatifleri arıyorlar. Öncelikle klasik akne nedir, anlatmak isterim. Akne, özellikle ergenlik döneminde gördüğümüz, bu dönemde yükselen hormonların etkisiyle artan cilt yağlanması, buna bağlı olarak gözeneklerin ölü hücreler ve dış ortamın kiri ile tıkanmasıyla gelişen sivilcelerdir. Saydığım bu sebeplere ek olarak, cilt temizleme alışkanlıkları, beslenme ve uyku düzeni, kullanılan cilt ürünleri ve yaşanılan ortam ile ilişkili olarak da akne sorunu tetiklenebilir.
Akne sorunu sadece ergenlerde değil, yetişkinlerde de görülür. Yetişkin dönem aknesi, 25-30’lu yaşlarda yanlış kullanılan, özellikle cildine uygun olmayan kozmetik ürünler ile ilişkili olabilir. 30-35 yaş arasında hormonal sebepler ve insülin direnci ile ilişkili beslenme hataları akneye neden olabilir. 40’lı yaşlarda ise, yine hormonal özellikle enflamasyonuntiroid hastalıklarına ikincil (Hashimoto), bazen aşırı yapılan spor sonrası, erken menapoz ile de ilişkilendirilebilir

Kendine özel bakterisi olmakla beraber ellerimizden bulaşan bakteriler de akneye neden olabilir. Normalde kadınlarda, reglden 5-10 gün önce başlayarak adet bitiminden 3-4 gün sonrasına kadar çıkar. Yani ayın sadece 15-20 günü sivilcesiz ve ışıldayan bir cildimiz olur.

Akneyi önlemek ve tedavi etmek için özellikle cilt bakım rutininde dikkat edilmesi gereken hususlara değinecek olursam,öncelikle doğru ürün seçimine dikkat etmek gerekir. Ayrıca, hep altını çizdiğim bir şey var, o da, cilt temizliğinin çok önemli olduğu. Akşamları eve girer girmez yüzümüzü uygun bir temizleyici ile temizlemeli ve nefes almasını sağlamalıyız. Unutmayalım ki cilt bir organdır. Hücreleri oksijen ile nefes alır, yediklerimizle beslenir ve uykuda tazelenir. Cildi doğru dinlersek; yağlandığı ve ya kuruduğu dönemlerde ne yapacağımızı öğrendiysek, bu sorunu çözdük demektir. Yağlı ciltlerin salisilik asitli yıkama jelleri kullanması, gerekirse tonik ile temizliği desteklemesini öneririm. Arkasından A vitaminli bir ürün veya antibakteriyel bir krem ya da sadece akneli ciltler için üretilmiş anti enflamatuar bir krem kullanılabilir.

Az önce de belirttiğim gibi "cilt bir organ”dır. Doğru beslenmeli, nefes aldırmalı ve diğer organlarımızla iletişimine dikkat etmeliyiz. Aktif akneli dönemde pütürlerden zengin bir peeling yapmak yanlıştır, daha fazla akne oluşmasını tetikleyebilir ya da akneleri kurutacağım diye fazla asitli ürün kullanmak da cildi daha fazla kurutarak tahrişe sebep olur ki bu da aknelerin iz bırakmasına neden olabilir.
Cildinde akne olanlar kesinlikle siyah nokta veya beyaz yağ kistlerini sıkmaya çalışmamalıdır. Sivilce iltihaplı ise mutlaka direne edilmesi yani içinin boşaltılması gerekir. Aslında en doğru olan, böyle bir durumda bir dermatolog tarafından muayene edilmesi, gereken cilt bakımının belirlenmesi ve uygulanmasıdır.

Akneyi beslenme alışkanlıkları da etkiliyor demiştim.Yediğimiz içtiğimiz her şey cildimizi olumlu ya da olumsuz etkiler. Özellikle fazla tükettiğimiz besinlere karşı vücut çeşitli tepkiler verebilir. Günümüzde gıda intoleransı olarak bilinen de aslında tam anlamıyla budur. Acılı baharatlı gıdaların kış aylarında tüketimi artan zencefilin kan dolaşımını hızlandırdığını bu nedenle ciltte kızarıklığa ve üzerinde enflamasyona, yani sivilceye neden olduğunu söyleyebilirim. Yine gluten içeren besinler, fazla süt ürünü tüketmek de vücudun enflamasyonuna neden olarak cildin de tepkili, kendini zor onaran bir duruma girmesini tetikler. Az önce saydıklarıma dikkat etmek dışında, faydalı olan besinleri tüketmek hatta varsa eksikleri yerine koyan bir gıda takviyesi ile cildi onarmak yani bağışıklığı düzenleyen bütünsel yaklaşım ile bu durumu çözmek doğru olur. Böylece tüm beden sağlığının düzelmesini sağlamak da mümkün olur.

Erişkin aknesinin atında yatan sebepleri araştırıyorum; özellikle insülin direnci, demir eksikliği anemisi, tiroidit, vitamin B 12 veya D 3 eksikliği vb daha birçok neden olabilir.

Akne tedavisinde bütünsel yaklaşım çok önemli. Sadece altına tek bir sebep arayıp, ona göre bir çözüm üretmek yanlış olur. Ben her şeyden önce çok iyi bir dinleyici olmak gerektiğine inanıyorum, yaşam stili, uyku düzeni, beslenme alışkanlıkları, kullandığı kozmetikler de dahil olmak üzere kişinin hikayesini dinlerim. Sonrasında hedefe yönelik testler isterim. Kişiye özel reçetelerim dışında, IPL tedavisinden her anlamda çok memnunum. Cildin enflamasyonun kontrol altına alarak kızarıklığını baskılar, yeni akne çıkmasını önler, kan dolaşımını düzenleyerek cildin bağışıklığını arttırır. Kliniğimiz Cellest’te uyguladığım cilt bakımı tercihim ise, klasik sıkmalı işlem değil, hücresel tedavidir. Bu tedavi ile amaç cildin kendi oksijenini arttırmak ve basınçlı sistem krem uygulamasıyla cildin yeniden yapılanmasını tetiklemek, derinlemesine temizlerken yeni bir sivilce oluşumunu uyarmamaktadır. Ayrıca hem akne izlerinin hem de aktif akneli dönemdeki problemlerin çözümünde, altın mikro iğneli radyofrekans yöntemi, cildin sebum dediğimiz kendi yağ salgısının kontrolünü sağlamak, gözeneklerin sıkılaşması ile siyah nokta oluşumunu engellemek ve cildin sıkılaşmasını tetiklemek de son dönemde çok sık tercih ettiğim uygulamalar arasında.

Unutmayalım ki cildimiz sağlığımızın aynasıdır,

Herkese sağlıklı ve mutlu günler dilerim.

Yazının devamı...

Ameliyatsız Yüz Germe Hayal Olmaktan çıktı

Sevgili dostlar, ‘’ameliyatsız yüz germe hayal olmaktan çıktı’’ kulağa ne kadar güzel geliyor değil mi? Hakikaten de öyle. Teknolojinin estetik dermatoloji alanında hızla ilerlemesi ile ameliyatsız çözümler daha fazla tercih edilir bir hale geldi. Bunlardan biri olan altın mikro iğneli radyofrekans, cildin kolajen ve elastik lif üretimini arttırarak 3 seansta yüzde yarattığı germe etkisi ile son dönemde danışanlarım için uygun gördüğüm ve çok başarılı sonuçlar aldığım bir uygulama. Bir kadın dermatolog olarak kendimde uygulamadığım ve inanmadığım hiçbir yeni teknolojiyi önermiyorum. Kendi cildimde şahit olduğum değişimin yanı sıra, danışanlarımın da memnuniyeti beni bu yazıyı yazmaya ve altın mikro iğneli radyofrekans teknolojisini sizlerle paylaşmaya yöneltti.

3 Seasta İnanılmaz Değişim

Bir uygulama düşünün, acı yok, kesi yok, klinik ortamında maximum 40 dakika sürüyor ve 3 seans sonunda gözle görülür bir değişime yol açıyor. Biraz da teknik olarak açıklamaya çalışayım; 0,5 – 3,5 mm‘ye kadar cilt altına altın mikro iğnelerle tek seferde inebilen bu sistem, geçtiği bölgenin tamamına radyofrekans enerjisi veriyor. Danışanımın ihtiyacına göre belirlediğim 20 ila 40 dakika arasında süren uygulamanın sonrasında kanama, morarma olmuyor, iğne izi kalmıyor. İşlemden hemen sonra danışanım günlük hayatına kaldığı yerden devam edebiliyor. Günümüz şartlarında yoğun iş temposunun ve şehir hayatının zorunlu kıldığı zaman yönetimi düşünüldüğünde, seansların kısa sürmesi ve günlük hayata hemen sonrasında devam edilebilmesi bence altın mikro iğneli radyofrekansın en büyük avantajları. Tabi bazı özel durumlarda 5 seanslık bir kür gerekebiliyor, ama genel olarak başarılı bir sonuç için aylık periyodlarla toplam 3 seans yeterli oluyor. Ertesi yıl 1 ya da 2 seans uygulama sonucun kalıcı olmasını sağlıyor. Cellest Klinik’te her yaş grubuna güvenle uyguladığım altın mikro iğneli radyofrekansı, PRP ile kombine ettiğimde mükemmel sonuçlar veriyor.

Yüz germe ameliyatına göre çok daha ekonomik olan bu yöntemi, yüz sarkmasının yanı sıra boyun toparlama, leke tedavisi, ince kırışıklıkları giderme, akne tedavisi, yara izi iyileştirme gibi pek çok cilt sorununun çözümünde uyguladığımı da belirtmek isterim.

Eğer gerekli görürsem, ilave uygulamalar ile beraber altın iğneli radyofrekans tedavisinden alınan sonucun başarısı artacağı gibi, uygulamanın tekrar edilme gerekliliği de azalır. Hem işlem bitiminde sürülecek olan kremler, hem de aynı gece ve takip eden günlerde sürülmesi gereken kremler çok önemli. Dolayısıyla, bir dermatolog tarafından takibinin ve yol haritasının çıkarılması en az uygulama kadar önemli. Unutmayalım, cildimiz vücudumuzun aynasıdır, yapılacak her uygulama bütünsel yaklaşıma gerek duyar ve bu nedenle kişinin ihtiyacının doğru belirlenmesi gerekir.

Güzel ve sağlıklı günler diliyorum.

Yazının devamı...

Neştersiz Estetikle Angelina Jolie Gülüşü

Bence Angelina Jolie'nin yıllara meydan okuyan, muhteşem güzelliğinde gülüşünün büyük rolü var. Elbette bu efsanevi gülüşünü sağlayan da pek çok kadının sahip olmak istediği dudakları ve ağız çevresidir.
Dudaklar, dişlerin açıklığı... Dişlerin açıklığı yani diş etlerinin kapanmamış olması yüzün yukarıda olduğunun bir göstergesidir.
Ancak bu fotoğraflardan ikincisine baktığımda estetik ile ilgilenen bir dermatolog olarak el atmak isteyebileceğim üç nokta var:
1. Hafif kaz ayakları
2. Şakak bölgesindeki basıklık
3. Dudak kenarlarındaki akordiyon çizgileri ve sarkma
Bu üç bölge o muhteşem gülüşü biraz gölgeliyor.

Peki Angelina Jolie'nin hayran olduğumuz gülüşüne yeniden kavuşması için neler yapılabilir?
Kaz ayakları botulinum toksinle hafifletilebilir. Ama burada asıl gözümüze batan kaz ayakları değil. Çünkü herkesin bu yaşlarda bir miktar kaz ayağı olur ve bu ince çizgiler bizim yaşanmışlıklarımızı ifade eder. Bu hafif çizgilerle güzel gülen gözler yüzümüze anlam katar.

Şayet bana ilk fotoğrafındaki haliyle, yani 2003 yılında gelmiş olsaydı ona çok kemikli ve zayıf bir yüz yapısı olduğu için eksik olanı şimdiden yerine koymaya başlamasını önerirdim. Şakak bölgesinde biraz daha dolgunluk olsaydı kaz ayağının alt-yanındaki yanak, buruna doğru devrilmezdi. Dolayısıyla bizim nazolabial dediğimiz anakat oluşmazdı. Yaşına göre hala çok güzel bir kadın olmasına rağmen yanak dolgunluğu yerine kemikli hatlar, cildin sarkması yönünde bir handikap. 2003 yılından itibaren şakak bölgesine özellikle su tutma yeteneği olan hyaluronik asit içerikli dolguları yaptırmaya başlayabilirdi ki o kayıplar oluşmasın. Saç dibine yakın şakak kemiği üstündeki bölgelere, elmacık kemiği ile kulak arasına yapılan dolgular kişinin şiş yanaklı görünmesine neden olmaz, aksine cildini yukarıya alarak gergin gösterir. Yüzü gençlik üçgenine yeniden kavuşturur. Bu tip dolgu uygulamaları günümüzde üç boyutlu yüz şekillendirme, likit face-lift gibi isimlerle de anılmaktadır. Özellikle yüzün üst bölgelerine dolgu uygulaması eksileni yerine koyma amacı ile yapılmakta, bu da yüzün yukarıya, saça doğru çekilmesine ve akordiyon çizgilerinin ve nazolabial katlantının düzelmesine neden olur.

Bizim mesleğimiz estetikle ilgili olup ciltte nelerin eksildiğini bilerek doğru analiz ettikten sonra en doğru uygulamayı gerektirir. Bizler neştersiz güzelliğin sırlarını çözmek için zevkle çalışırız. Hatta benim gibi bir çok işlemi kendinde test edenler de azımsanmayacak kadar çoktur. Yani işin sırrı yaşlanma-eksilme potansiyeli olan bölgeyi fark ederek önlem almaktır. Tıpkı en güzel kadınlardan biri olan Angelina'nın da güzelliğinin dorukta olduğu yıllarda cildini yaşlanmaya karşı korumaya başlaması gerektiği gibi.

Bazen de her önleme rağmen sadece aşırı kilo alıp vermek bile emeği boşa çıkarabilir. Bu nedenle kilo sorunlarının 40'lı yaşlardan önce çözmeli, eğer kilo vermek gerekiyorsa daha erken yaşlarda zayıflayıp; ileri yaşlarda sağlıklı beslenme ve spor ile bunu korumalıyız.

Dolgu nedir?
Estetik ya da rekonstrüktif amaçlarla kendine ait enjektörü ile doku boşluklarına uygulanan özel maddelerdir. Genellikle tercih edilen dolgu malzemesi bir protein-şeker kompleksi olan hyaluronik asittir.
Günümüzde antialerjik, su tutma yeteneğine sahip, cildin ürettiği hyaluronik aside çok benzer özellikte hyaluronik asit içerikli dolgular yüze uygulanmaktadır. Anti-aging amaçlı olarak neştersiz uygulamalarda botulinum toksin uygulamaları ile dolgu uygulamaları aynı sıklıkla yapılmaktadır.

Sıklıkla dokulardaki katlantıları açmak, kırışıklıkların derinliğini azaltmak, eksilen volumü yerine koymak amacıyla yapılmaktadır. Ayrıca yüzümüzde belirginleştirmek istediğimiz noktalara uygulayabiliriz. Daha kalkık göz kapağı için kaşların altına, daha kalkık bir burun için buruna, daha belirgin bir çene için veya daha çıkık elmacık kemiği için yanaklara ya da daha çekici dudaklar için de dudaklara tercih edebiliyoruz.

Hyaluronik asit cildimizde üretilen ve cildin nemlenmesini sağlayan bir maddedir. Cildimiz yaşlandıkça hyaluronik asit üretimi de azalmaktadır. Cilde enjekte ettiğimiz doğala özdeş hyaluronik asit dolguları cilt altına kolaylıkla uyum sağlayarak hyaluronik asit rezervini de arttırmaya yardımcı olur.

Kalsiyumlu dolgular hyaluronik asit dolgularına göre daha kalıcıdır. Ancak kalsiyum içerikli dolgular çok daha derine ve hatta kemiğin üstüne yapıldığından boşlukları doldurmaktan çok şekil ve volüm verme amaçlı kullanılır.

Jel formundaki, şeffaf hyaluronik asit dolgular ise kolajen üretimini tetiklediğinden aynı zamanda lifting (germe) etkilidir. Zamanla hücresel üretimi azalan bu maddenin dışarıdan takviyesi bağ dokusunun rezervinin yeniden dolmasını sağlayarak cildimizin nemlenme yeteneğini arttırır. Hyaluronik asit dolguları deri altına uygulandıkları andan itibaren kolajen üretiminde, cildin nemlenmesinde ve sıkılaşmasında sürekli ve aktif bir rol oynarlar ve çok doğaldırlar. Hyaluronik asit dolgularında uygulamadan sonra yüzünüzün herhangi bir bölgesinde beklentinizden fazla dolgunluk görüyorsanız bunu kolaylıkla düzeltmek de mümkündür.

Yazının devamı...

Güzelliğin Geleceği, Cildi Uyaran Yöntemlerde

Bence güzelliğin geleceği, cildi uyaran yöntemleri ve cihazları bir arada uygulamaktadır. Çünkü cildiniz uyarılmazsa yaşlanır. “Cildiniz için Gençlik Sırları” kitabımı da bu sözümden yola çıkarak yazdım. Ancak bunun için de cildi doğru analiz edebilmek gerekir. Cildin yapısı, nasıl yaşlandığı artık biliniyor. Cildin anatomisinin şifresi çözüldü. Cilt nasıl yaşlanır kısaca bir göz atalım. Zamanla cilt hücrelerinin içindeki su azalır, cilt su üretemez, kollajen üretimi azalır. Cildin ürettiği şeylerin azaldığı yetmiyormuş gibi kişinin hızlı kilo alıp vermesi, yaşadığı yorgunluklar, uykusuzluklar, stres, sağlıksız beslenme ve yerçekimi gerçeği de cildin içinin boşalmasına neden olur, kırışıklıklar ve sarkmalar başlar, sürekli yapılan mimiklerle kırışıklıklar derinleşir. Ultraviyole ışınlarına maruz kalan cildin üzerindeki homojenlik azalır, kılcal damarlar çıkar, lekeler oluşur.

Peki yaşlanmanın bu etkilerini nasıl geriye çevirebiliriz ve nasıl geciktirebiliriz?

Güzellik eşittir gençliktir, genç bir görünümdür. Gençliğimizde üçgen biçiminde olan yüzümüz yaşlandıkça ters üçgene döner. Bu da güzel görünümün ortadan kalkmasına neden olur. Yeniden güzel görünebilmek için bizim gençliğimizdeki üçgen görünüme kavuşmamız ve onu korumamız gerekir.
Bu noktada güzelliğin geleceğini üç yöntem ve cihazda görüyorum diyebilirim: Kök hücre yöntemi, iplerle yüz germe, radyofrekans/lazer/ultrasonik ses dalgalarıyla cilt gençleştirme. İster iplerle germe, ister kök hücre yöntemi, ister son sistem cihazları kullanayım, hepsinde amacım cildi uyarmak oluyor. Önce ciltte küçük yaralar oluşturmak, ki buna aksiyon diyebiliriz, sonra da cildin bu aksiyona reaksiyon vermesini sağlamak. Şimdi dilerseniz günümüzde güzellikte gelinen son nokta ve önümüzdeki yıllarda da güncelliğini koruyacak olan bu yöntemlere kısaca göz atalım.

1. Kök hücre yöntemi
Azalan hücresel aktiviteyi en iyi tetikleyecek yöntem, kendinden kendine otolog yani kök hücre naklidir. Kulak arkasından alınan kök hücreyi 3 hafta boyunca laboratuvarda özel bir ortamda çoğalttıktan sonra tekrar cilde enjekte ediyorum. Binlerce canlı hücreyi cildin altına göndererek cildi gençleştirme sürecini hızla başlatmış oluyoruz. Bunun üstüne cildin üst tabakasındaki yaşlılık lekelerini gidermek için IPL yani güçlendirilmiş soft lazer uyguluyorum. Senede 3 kez yapılan bu uygulama sayesinde kılcal damarlarda iyileşme sağlanırken, lekelerde ise pigmentlerin yeniden düzenlenmesiyle lekelerin görünümü önemli ölçüde azalıyor.Yüzün üst bölgesindeki mimik kırışıklıkları için kas gevşetici özellikli botoks yapıyorum. Su tutmayı yeteneği az olan cilde mezoterapi tekniği ile hyaluronik asit veya somon DNA enjeksiyonları yapıyorum. Yani cildi çok boyutlu olarak ele alıyorum. Ve danışanlarıma çok boyutlu cilt gençleştirme/güzelleştirme sistemi uyguluyorum.

2. İplerle yüz germe

Benim cildin gençliğinin geleceğinde ikinci gözdem iplerdir. Yıllarca plastik cerrahlarla birlikte çalışmış ve onları estetik operasyonları sırasında asiste etmiş bir doktor olarak cildi iplerle germenin etkisini bizzat gözlemledim. Ancak ben bu işlemi estetiğe gönül vermiş bir dermatolog olarak akupunktur iğnesi gibi ince iplerle muayenehane şartlarında yapıyorum. Burada hedef, iplerle cildin altında minik yaralar oluşturmaktır. İpler cildi gerdiği gibi aynı zamanda deri altında bulunduğu 6 hafta boyunca hücreleri çalışmaya teşvik ediyor. İpin bulunduğu trase yani çizgi boyunca ip eriyor ve onun bulunduğu yerde yeni kolajenler üretilmiş oluyor. İpin konulduğu yön boyunca da cilt geriliyor. Yani 6 hafta boyunca ipleri deri altında tutarak aslında işçi hücrelerin başına bir şef dikmis oluyoruz ve bu şef işçilerine sürekli “çalışın, üretin!” diyor. O ipler eriyene kadar cildi 7/24 uyarıyor. Peki bu işlem çok mu acı verici? Hayır. Dolgu ve Botoks gibi iğneli bir işlem olduğundan zaten öncesinde lokal anestezik kremler uyguluyorum. İplerin ciltte kaldığı süre boyunca herhangi bir acı söz konusu değildir. Bu işlemden sonra da danışanımın ihtiyaçları doğrultusunda belirli bir stratejik plan dahilinde IPL, Botox ve Dolgu üçlüsünü uyguluyorum.

3. Radyofrekans/lazer/ultrasonik ses dalgalarıyla cilt gençleştirme

Günümüzde artık pek fazla yeni cihaz piyasaya sürülmüyor. Daha ziyade mevcut cihazlarda bir iyileştirme, geliştirme sağlanıyor. Yıllardır uygulanmakta olan cihaz ve yöntemler nasıl bir araya getirilebilir ve nasıl bir cins cilt gençleştirme sistemi yaratılabilir artık buna odaklanılıyor. Cihazlarda gelinen en son nokta, lazerle veya radyo frekans ile cilt gençleştirme, ultrasonik ses dalgalarıyla cilt yenileme ve sıkılaştırmadır. Şu anda kullanmakta olduğum en son teknoloji ürünü radyofrekans cihazının iğnelisi ve iğnesizi bulunmaktadır. İğneli olanlarını daha agresif işlemlerde kullanıyoruz. Cilt altında görünmeyen yaralar oluşturup, hücre üretimini tetiklemeyi, yaralar iyileşirken cildin sıkılaşmasını amaçlıyoruz. Isı etkisiyle iğnesiz yapılan Radyofrekans yönteminde ise cildin kan dolaşımını hızlandırmayı hedefliyoruz. Hangisini seçeceğimize, hastanın cilt yaşına ve beklentilerine göre karar veriyoruz.

Sonuç olarak, hiçbir cihazın ya da yöntemin tek başına sihirli değnek olmadığı gerçeği artık kabul edildi. Dolayısıyla güzelliğin geleceği cildi uyaran güçlü silahların , multi-disipliner yaklaşımla bir arada kullanılmasındadır.

Yazının devamı...

Cildinizin sağlığı için bunlara dikkat edin!

Stres en önemli içten yıkıcı faktördür. Stres vücudumuzun doğal kortizon üretimini olumsuz yönde etkileyerek bazen sivilce çıkarmamıza, bazen şişkinlik (ödem) sorunu yaşamamıza, hatta kabızlık, saç dökülmesi, ekzema, uçuk gibi birçok soruna neden olur.

Dış etkenler ise en az iç faktörler kadar önemlidir. Kaldı ki ultraviyole ışınları tüm etkenlere bedeldir. Ultraviyole bir radyasyondur ve inanılmaz yaşlandırıcı etkilere sahiptir. Birçok dermatoloji literatüründe malign melanom ve diğer cilt kanserlerinin ilk nedenidir. Daha sonraki etkenler arasında hava kirliliği, aktif veya pasif sigara içiciliği, beslenme kalitesi (organik besin- gerçekliği), uyku düzeni, düzenli mide-barsak sistemi (beslenme ve içsel) gibi birçok sebep sayılabilir.

Cilt, çeşitli görevleri olan hücrelerden ve bu hücrelerin içinde yaşadığı destek dokudan, damarlardan, sinirlerden, pigmentlerden (renk maddeleri-melanin) zengin büyük bir organdır. Hatta vücudumuzun ortalama yüzey alanı ile ilişkili olarak en büyük organıdır, dışarıyla temasta olduğu için de en savunmalı organıdır. Bir o kadar da ısı yalıtımı görevi olan, terlemeyle toksinlerden arınmayı sağlayan en önemli detoksçumuzdur.

Cildin en üst tabaka hücrelerinden oluşan yapı epidermis olarak bilinir. Buradaki hücreler epidermisin en alt sırasındaki bazal tabakadan üretilerek yukarıya yollanır. Dolayısıyla üst tabakalardan hücre döküldüğü zaman veya kimyasal peeling gibi işlemler sonrasında cildimiz alarma geçerek sağlıklı yeni hücre üretir. Bu durumdan kontrollü olarak yararlanarak hücre üretimini canlı tutabiliriz.

Her sene kış aylarında profesyonel olarak kimyasal peeling yaptırmak, cildin sağlığı için çok önemlidir. Kimyasal peeling yaptırmamız için ciltte leke bulunması şart değil, cildin nem ve sebum (cildin yağı) üretimini dengelemek, ölü derinin atılmasını sağlamak, evde kullanılan ürünlerin emilimini arttırmak için de yeterli bir sebebimiz var.

Çocuklar düşe kalka büyür demiş büyüklerimiz, o kadar doğrudur ki, bugün menapoz döneminde azalan kemik yoğunluğunun düzelmesine destek olmak amacıyla kalsiyum- D vitamini veya ilaçlar ile beraber mutlaka yürüyüş tavsiye ediliyor. Neden mi? Çünkü yürüyüş sırasında kemiklere mikro-travmalar olmakta bu sayede kemik üretimi tetiklenmektedir.

Cildimize de mikro-travmaların faydası vardır. Küçük parmak darbelerinin bile. Çünkü en azından bu bölgenin o anda mikro-dolaşımını canlandırmış, hücrelere giden oksijen miktarını arttırmış olmaktayız. Hücreler kendi oksijenini rahatça aldığında fazla enerji harcamadan daha güçlü bir şekilde üretime geçecektir. Bu nedenle hücrelere ihtiyaçları olan diğer parametrelerin de verilmesi gerekir. Bunlar besinler ve gıda takviyeleridir.

www.betulsengor.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.